• İstanbul 12 °C
  • Ankara 10 °C

D. Mehmet Doğan: 90 Yaşındaki Delikanlı: Âsım!

D. Mehmet Doğan: 90 Yaşındaki Delikanlı: Âsım!

Mehmed Âkif’in şiir külliyatı Safahat’ı teşkil eden şiir kitaplarının altıncısı olan Âsım 90 ya­şında. İlk olarak 1924 Yılında yayınlanan ve Âkif’in en olgun eseri, hatta şaheseri sayılan bu kitapla birlikte ülkemizde ideal genç karakteri olarak benimsenen Âsım da 90 yaşına basmış oluyor. O günden beri kitap olarak Âsım’dan çok bahsedildiği gibi, ideal genç Âsım’dan ve onun neslinden de pek çok söz edildi.

İnsan, ömrü ne kadar uzun olursa olsun yaşlanır ve zamanı gelince bu dünyaya veda eder. Edebiyat eserleri ve onlardaki kahramanlar ise, yüzyıllar, bin yıllar boyunca yaşar, zindelik­lerini korur. Her nesil onlarda kendilerinden birşeyler bulur. Dede Korkut’un karakterleri, Boğaç Han, Bamsı Beyrek veya Deli Dumrul sözlü dönemi aşmış, yazılı dönem ömrü 5 asrı geçmiş olduğu hâlde edebiyat hafızamızda yaşamaya devam etmektedir. Mehmed Âkif’in Âsım’ı da kitabın yayınlanışının üzerinden 90 yıl geçmiş olmasına rağmen gençlik timsali olarak zihinlerimizdeki yerini korumaktadır.

1919 eylülünden itibaren 1924 ağustosuna kadar Sebilürreşad’da yarıya yakın kısmı parça parça yayınlanmış olan eserin aynı yılın nisan ayında tamamlandığı biliniyor, kitap halinde ilk baskısı ise ağustos 1924’tedir.[I]

Şiirde, ülkeyi kurtaracak, ileriye götürecek gençlik timsali olarak bilgili, ahlâklı ve erdemli bir genç olan Âsım ve nesli konu edilmektedir.

“Âsım”ın bazı bölümleri Mehmed Âkif’in en çok okunan, ezberlenen şiir parçalarıdır. Bun­lardan “Çanakkale Şehidlerine” diye bilinen bölüm ile “Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla seve­mem” veya “İriticaın şu sizin lehçede mânası bu mu?” parçası bilhassa yaygındır.

Mehmed Âkif’in Safahat isimli şiir külliyatı 7 kitaptan oluşmaktadır. Şair ilk şiir kitaplarını peşpeşe yayınlar: Safahat 1911, Süleymaniye Kürsüsünde 1912, Hakkın Sesleri 1913, Fâtih Kürsüsünde 1914. Dört yılda dört kitap. Beşinci kitap üç yıl sonradır: Hâtıralar 1917. Altıncı kitapta fâsıla biraz daha artar: Âsım Hâtıralar’dan 7 sene sonra yayınlanır. Bir çırpıda yazılmış intibaı uyandıran Âsım’ın bu süre içinde parça parça yazıldığı tahmin edilebilir.

Safahat’ın 6. kitabı olan Âsım’ın edebiyatımızda müstesna bir yeri vardır. Âsım, neredeyse bütün edebiyat tarihçileri, araştırmacıları tarafından Mehmed Âkif’in olgunluk eseri, şahe­seri olarak kabul edilmekedir. Çağdaşı olan Süleyman Nazif’in ifadesiyle, Âsım bir şiir muci­zesidir.

Hep hayatın içinden konuşan şair, bu eserinde Birinci Dünya Savaşı’nı arkaplana alarak dü­şüncelerini ve toplum tasavvurunu ortaya koyar. Birinci Dünya Savaşı’nın bizim için mühim olduğu kadar bütün dünya tarihi için önemli olan bir sahnesi, Çanakale ve Çanakkale’de sa­vaşan gençlik Mehmed Âkif’in esas konusudur.

Millî şairimiz, bu kitabında bir gençlik modeli ve projesi ortaya koymaktadır. Aklı fikri yerin­de, sorumluluk sahibi, bilgili, müsbet ilimlere vâkıf, ama maneviyatı da kuvvetli ahlâklı bir gençlik. Bu gençlik, fizikî gücünü maneviyatıyla birleştiren “bütün insan” demektir.

Döneminde pozitivizmin tesiriyle, insanın sadece maddesine, fiziğine yönelik gençlik pro­jeleri revaç bulurken, Mehmed Âkif bu eserinde bütünü gözeten modelini Âsım karakteri etrafında çizmiştir.

Kitabın başında, eserin karşılıklı bir konuşmadan ibaret olduğu, 1. Dünya Savaşı içinde ve Fatih yangınından önce, Hocazâde’nin Sarıgüzel’deki evinde geçtiği belirtilmektedir. Konuş­manın kişileri şunlardır:

Hocazâde: Rahmetli Hoca Tahir Efendi’nin oğlu (Mehmed Âkif);

Köse İmam: Rahmetli Hoca Tahir Efendi’nin talebesi (Ali Şevki Hoca),

Âsım: Köse İmam’ın oğlu.

Emin: Hocazâde’nin oğlu.

Bu açıklamayı şairin gerçeklik etkisi uyandırmak için koyduğu düşünülebilir. Mehmed Âkif babasının talebesi Köse İmam üzerinden Osmanlı ve dünya ahvalini konuşurken, onunun nüfusuna iki de çocuk yazmıştır. Bilindiği kadarıyla Köse İmam, yani Ali Şevki Hoca hiç evlen­memiştir, ayrıca da Âkif’in babası Temiz Tahir Efendi’nin talebesi olmamıştır. Bu bir edebiyat eseridir ve itibarî/fiktif bir dünya kurgusuna sahiptir.

Köse İmam’ın tahsilini yarıda kesip Çanakkale cephesine koşan oğlu Âsım, bu edebî eserin kahramanı olarak o sırada büyük feragat ve fedakârlıkla vatanın imdadına koşan öğrenci gençliği temsil etmektedir. Âsım’ın kızkardeşi Melek de eserde annesiz evin ağabeyini gö­zeten ferdi olarak çizilmiştir. Karşılıklı konuşma şeklinde düzenlenmiş eserin dördüncü kişisi olan Emin gerçekten Mehmed Âkif’in oğludur, fakat onun eserdeki bütün rolü bir cümleliktir. Âsım, manzum bir sahne eseri olarak okunabilir, çünkü baştan sona karşılıklı konuşmalardan ibarettir. Zaman zaman sahne ve arkaplan da çizildiğinden okuyucu kendini bir tiyatroda farz edebilir. Kitabın asıl kahramanı Âsım, sürekli kendisinden bahsedilen bir karakter olma­sına rağmen eserin sonunda sahneye çıkar, Hocazade ile konuşur, tartışır ve sorumluluk sahi­bi bir genç olarak tahsilini tamamlamak üzere Avrupa’ya gitme sözü vererek perdeyi kapatır.

Kurtarıcı nesil: Âsım’ın nesli

Âsım’ın Cihan Harbi sırasında tasarlandığı, parça parça yazıldığı fakat bir süre yayınlanmadığı anlaşılıyor.[2] Savaş bittikten, hatta Mütareke imzalandıktan (30 Ekim 1918) ve hatta Yunan işgalinden sonra, 1919 eylülünden itibaren parça parça yayınlanmaya başlanmasının bir sebebi olmalıdır. Şair’in o sıralar millete ümit aşılamak, kurtarıcı bir nesil yetiştirme hususunda zemin oluşturmak istediğini düşünebiliriz.

Safahat’dan okuyalım, Köse İmam veya Âkif’in iç sesi konuşuyor:

-Şimdi oğlum, kızacaksın ya, fakat boş ne desen;

Bu rezalet beni me’yûs ediyor âtiden.

Hâle baktıkça adam kahroluyor elde değil;

Bizi kim kurtaracak, var mı ki bir başka nesil?

Hocazade, yani Âkif cevaplıyor:

-Âsım’ın nesli Hocam,

Köse İmam itiraz ediyor:

-Nerde!

Âkif karşılık veriyor:

-Hayır, haksızsın!

Galiba oğlana pek fazla bugünler hırsın?

Köse İmam düşüncesinde ısrarlı:

-Âsım'ın nesli... diyorsun. Ne uzun boylu hayâl!

Âkif ondan kararlı, çünkü ona söyleten var:

-Âsım’ın nesline münkad olacak istikbâl.

Sana vicdanımı açtım okudum, dinlesene;

Söyleten başkasıdır, bakma. Hocam söyleyene.

Esasen bu Âkif’in tarzı değildir, Köse İmam buna dikkat çekiyor:

-Ne kehanet bu?

Köse İmam’ın ikazına Mehmed Âkif’in cevabı onu doğruluyor:

-Bilirsin ki değil mu’tadım.

Âkif alışıldık bir şey söylemediğini böylece ifade ediyor. Köse İmam ikna olmamış gibidir:

Güzel amma, ne faziletleri var evlâdım?

İşte Âkif konuşmaya başlıyor, “Çanakkale Şehidlerine” diye bilinen şiire kadar sürecek bir yüksek irtifadan konuşmadır bu:

Ne fazilet mi? Çocuklar koşuyor, aç çıplak, Cebheden cebheye hiç durmayarak.

Mehmed Âkif, “Bogaz harbi”ni bütün dehşeti ile tasvir ettikten ve düşmanın üstün gücü, muazzam savaş teknolojisi karşısında imanlı göğsü ile metin istihkâm oluşturan askerleri­mizi tasvir ettikten sonra,

Âsımın nesli. diyordum ya. nesilmiş gerçek

İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek

Şüheda gövdesi bir baksana dağlar taşlar.

O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar

mısralarıyla şiirin en lirik ve destanî bölümüne başlar ve nihayet,

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.

beytiyle sözü kemâle erdirdiğinde Köse İmam da etkilendiğini saklayamaz:

-Bırak Allah’ı seversen, yine berbad oldum! O yanık defteri artık kapa, zira doldum.

Neden Âsım ismi?

Mehmed Âkif’in eserinde kahraman olarak Âsım (ayın elif sad mim) ismini seçmesi tesadüf olmamalıdır, diye düşünüyoruz. 20.Yüzyıldayız, batılılaşma yaygın bir modernleşme anlayışı olarak uygulanmak isteniyor ve bu toplumun ahlâkî yapısını zorlayan değişmelere yol açıyor. Âsım kelimesinin anlamı üzerinde 19. Yüzyılın sonunda canlanan sözlükçülüğümüz bize yar­dımcı olabilir mi? Mesela Ahmed Vefik Paşa Lehçe-i Osmani’de “âsım” kelimesini “günahtan pak, ismetli, asimsiz” olarak açıklıyor. “Asim” günah anlamına geldiğine göre, “âsım” günah­sız demektir. James W. Redhose’ın Müntehabat-ı Lügat-ı Osmaniye’sinde “âsım”ın açıklaması “kendini günâhtan men edip pak ve ismetli tutar olan” şeklindedir. Lügat-ı Remzi’de, benzer şekilde “kendüyü günâhdan men edüb pak ve ismetlu tutar olan” olarak açıklanıyor. Salahî Bey ise Kamus-ı Osmani’sinde âsımı “ismet ile muttasıf, günâhdan âri olan” şeklinde tarif edi­yor.

20. yüzyılın başında eser veren sözlükçülerimizden Mehmet Baha (Toven) Türkçe Lügat’inde “âsım”ı “memnû, menhî, yanına yaklaşılmayan” olarak açıklıyor. “Memnû” yasak, “menhî” ise, nehyedilmiş, yasaklanmış demek olduğuna göre M. Baha’nın A. Vefik Paşa’dan farklı bir an­lamlandırma yaptığını söyleyebiliriz. Fakat buna rağmen, iki sözlükçünün kavram alanları kesişmektedir.

Modern dönemde Osmanlıca sözlüklerin en yaygını olan Ferit Devellioğlu’nun Osmanlıca- Türkçe Lügati’nde, aynı çerçevede bir anlamlandırma dikati çekmektedir. Devellioğlu, âsımın “ismet” kelimesi ile ilişkili bir sıfat olduğunu belirttikten sonra, üç farklı anlam vermektedir:

1.Yasak, yanına yaklaşılamayan. 2. Günahtan, haramdan çekinen. 3. İffetli. Devellioğlu ayrıca, “Âsıma”nın Medine’nin adlarından olduğunu da belirtiyor.

Kubbealtı Lügati’nde kelimenin, “ismet, masum olmak, günah işlememek, korunmak”la iliş­kili olduğu belirtildikten sonra, “temiz, namuslu, iffetli, afif” ve “Yasak olana yaklaşmayan, günah ve haramdan çekinen, perhizkâr” anlamlarına işaret ediliyor.

Mehmed Âkif’in Âsım’ı bu anlamlandırmaları doğrulayan bir karakter olarak çizilmiştir. Dola­yısıyla isim seçiminde şairin dikkatli davrandığından şüphe edilemez.

Fakat “âsım” kelimesinin başka anlamları olma ihtimali, Ahterî Mustafa Efendi’nin Ahterî-i Kebir’indeki açıklamadan ötürü, zihnimize takılıyor: “Manî ve hâfız.” Yani engel olan ve koru­yan.

Kur’an-ı Kerim’de “âsım”

Bu farklı tarif, bizim için kelimenin Kur’an-ı Kerim’de geçip geçmediği konusunda uya­rıcı oluyor. Bizde isim verme konusunda en yaygın ve güçlü alışkanlık, “Kur’an’da geçip geçmediği”dir. Peygamberimiz başta olmak üzere peygamberler ve İslâm büyüklerinin isim­lerini vermek de bu bağlamda hatırlanabilir.

Âsım, Kur’an-ı Kerim’de geçen kelimelerdendir. Mahmut Çanga’nın Kur’an-ı Kerim Lügati’ne göre, “âsım” korumak fiilinin ism-i failidir, yani etken ismidir. Öyleyse, “koruyucu” anlamı­na gelir. Aynı Lügat’de, ya’sımu, asmen, yasımun, yasımıküm, yasımünu gibi türevlerinin de Kur’an’da geçtiği belirtilmektedir.[3]

Biz âsım/âsımîn (âsımlar) kelimesinin yer aldığı üç âyetin mealini aktarmakla yetineceğiz:

Yunus 27: “Kötülük yapanlara gelince, kötülüğün cezası misli iledir. Onları zillet kaplayacaktır. Onları Allah’a karşı koruyacak hiç kimse yoktur. Onların yüzleri sanki karanlık geceden bir parçaya bürünmüştür. İşte onlar da cehennem ehlidir. Onlar orada ebedî kalacaktır.”

Hûd 42-43: “Gemi dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. Nuh, gemiden uzakta bulunan oğluna: Yavrucuğum! (Sen de) bizimle beraber bin, kâfirlerle beraber olma! diye seslendi.”

“Oğlu: Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım, dedi. (Nuh): ‘Bugün Allah’ın emrinden (azabından), merhamet sahibi Allah’tan başka koruyacak kimse yoktur’ dedi. Aralarına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu.”

Nuhun 4. Oğlu, babasına iman etmemiş. Diğer üç oğlu Ham, Sam ve Yafes inanmış.

Mü’min 32-33: (Âsımîn)“Ey kavmim! Gerçekten sizin için o bağrışıp çağrışma gününde, arka­nıza dönüp kaçacağınız günden korkuyorum. Sizi Alllah’dan (onun azabından) kurtaracak kimse yoktur. Allah kimi saptırırsa, artık onu doğru yola iletecek de yoktur.”[4]

Sûre, Firavun’la Hz. Musa’nın mücadelesi anlatılırken Firavun ailesinden inanan bir kimsenin niteliklerinin belirtildiği 28-45. âyetlerinden adını alıyor.

Kelimenin tefsir edebiyatımızın müstesna eseri Elmalılı M. Hamdi Yazır’ın tefsiri Hak Dili Kur’an Dili’nde de “koruyucu” veya “kurtarıcı” olarak anlamlandırıldığı görülüyor. Elmalılı Hud surasinin 43. âyetinde “lâ âsımil yevmi min emrullahi...” ibaresini “Bugün Allah’ın emrinden kurtaracak yok -yani bugün bazı esbabı âdiyeye iltica ile âfattan halâs mümkün olabilen mutad vakayi günlerine benzemez ve bu vak’a senin zannettiğin gibi alelâde bir su değildir. Allah’ın emri mahsusu olan büyük bir azabdır. Bundan dağ değil hiçbir şey kurtaramaz an­cak onun merhamet ettikleri müstesna...” şeklinde açıklamaktadır.[5]

“Kur’an şairi” olarak anılan Mehmed Âkif’in, Kur’an-ı Kerim’i ezbere bildiğini, 1924’e kadar çok sayıda tefsir yazısı yazdığını, bazı şiirlerinin Kur’an-ı Kerim’in âyetlerinin yorumu mahi­yetinde olduğunu hatırdan çıkarmamamız gerekiyor. Bu itibarla, Kur’an-ı Kerim’deki mânası

 

Asım ve Gençlik Bilgi Şöleni

ile, “koruyucu, kurtarıcı” olarak Âsım ismini seçmiş olabileceğini söylemek mümkündür.6*

İslâm tarihinde Âsım ismi

Mehmed Âkif’in, Kur’an-ı Kerim’deki anlamı yanında, İslâm tarihinde ismi geçen Âsım’ları da dikkate aldığını düşünebiliriz. İki şahsiyet bilhassa dikkat çekicidir.

Âsım b. Ömer b.Hattab

Annesi Medine’de Hz. Peygamber’e ilk biat eden kadın sahabidenmiş. Âsım anne tarafın­dan meşhur Emevî halifesi Ömer b. Abdülaziz’in dedesi imiş. Annesi Hz. Ömer’den ayrılmış. Babası onu yanına almak istemişse de annanesi buna karşı çıkmış, zamanın halifesi Hz. Ebu- bekir de Âsım’ın ninesinde kalmasını uygun bulmuş. Daha sonra babası onu yetiştirmiş ve evlendirmiş. Babasından rivayet ettiği hadis İbn Hanbel’in Müsned’inde imiş. Uzun boylu, iri yapılı, asil, cömert, kimseyi incitmeyen, kimsenin aleyhinde bulunmayan bir kişi imiş. Şairliği ve güzel konuşması ile tanınırmış.[6] [7]

İlk müslümanlardan Âsım b. Sabit.

Uhud savaşında Hz. Peygamber’in yanında kalıyor. “Hz. Muhammedin okçusu” olarak anılı­yor. Adal ve Kaare kabilelerine muallim olarak gönderiliyor. Arkadaşlarıyla pusuya düşürül­müş ve şehid edilmiş. (Sene: M.624)

Âsım’ın devamı

Şair, Âsım eserinde perdeyi geleceğe yönelik ümit verici mahiyette bir hareketle kapatırken, güçlü bir devam etkisi uyandırmıştır. Gerçekten şairin programında Âsım’ın devamını yaz­mak da vardır. Mehmed Âkif’in sözü her şeye rağmen bitmemiştir.

Eserin Osmanlı âdab ve erkânı, konuşma üslubu ve hayat tarzı ile ilgili öğretici bir metin olarak okunması da mümkündür. Hocazade ve Köse İmam’ın konuşmaları, 20. Yüzyılın ba­şında gelenek ve yenilik arasında duran dindar aydınların zihniyet farklılıklarının sergilen­mesi mahiyetindedir. Elbette her iki karakterde de konuşan Âkif’dir, bu aynı zamanda bir iç konuşmadır.

Şair, hâkim karamsarlık havası içinde geleceğe yönelik ümidini Âsım’da ortaya koyar. Gençlik üzerinden verilen ümid mesajının, kitap yayınlandıktan sonra keskin bir değişim sürecine sokulan Türkiye’nin gerçeklerine tekabül ettiğini söylemek ise mümkün değildir. Yeni rejimin Âsım modeline değil, Tevfik Fikret’in Halûk modeline eğilimli olduğu açıktır.

Âsımlar batının ilmini, fenini tez elden edinip ülkelerinin gelişmesinde, kalkınmasında rol almak üzere memlekete döndüklerinde şartlar çok değişmiştir.

Eğer Âsım ve arkadaşları 1918’de Avrupa’ya tahsillerini tamamlamak için gitmişlerse, 1920’lı yılların ortalarında kesin dönüş yapmış olmaları gerekir. Çanakkale düşmemiştir ve üstüne üstlük İstiklâl Harbi de kazanılmıştır; ama Çanakkale geçilse olabilecekler yaşanmaktadır Türkiye’de. Din ve dindarlar tahkir edilmekte, dini yaşamak seçkinler katında, imkânsız hâle getirilmektedir.

Atik Valde’den inen sokaktan geçen kim?

Mehmed Âkif Âsım’ın devamını yazamaz[8], buna karşılık başka bir büyük şairimizin, Yahya Kemal’in “Atik Valde’den İnen Sokakta” şiiri Âsım’ların 1930’lardaki ruh hâlini yansıtır gibidir.

Âsımların Avrupa’dan dönünce Üsküdar’ın mütevazı ve fakir halkının ikamet ettiği Atik Valide’de yaşamadıkları tahmin edilebilir! Onlar ülkenin ihtiyacı olan iyi yetişmiş insan gücü olarak yönetici kadro içinde yer aldılar. Halkın değerlerine yabancılaştırıldılar ve milletten farklı bir kimliğe sahip olmaya zorlandılar. Bu arada Yahya Kemal gibi, hissiyatı halktan ayrıl­mayanlar da oldu. İşte onlar bu ızdırabı derinden hissettiler, fakat ülkelerinde dinin öğretile- bilirliği tamamen ve yaşanabilirliği kısmen imkânsız hâle getirilmişti.

Yahya Kemal belki yaşca Âsım değildir ama Âsım’ın, Âsımların hissiyatını derinden duyan bir “garpzede”dir. Gençliğinde ülkesini terk ederek Avrupa’ya kaçmış, Paris’te siyasî ilimler oku­muştur. Dönünce, kaçış sebebini aşan bir gerçekliğe ulaşmış ve batıda tahsil gören birçok aydının zıddına toprağın, tarihin ve milletin hakkını teslim eden bir şahsiyet olarak eserlerini vermiştir.

Âsımlar Çanakkale’de savaştılar, gazi veya şehid oldular. Mehmed Âkif eserinde gazi Âsım’ı Avrupa’ya tahsil için gönderdi. Çanakkale’de düşmanı göğsünü siper edip durdurmayı ba­şaran gençlik, tahsilini tamamladıktan sonra halkla birlikte Türkiye’nin gelişmesine hız kata­bilirdi. Ancak onlar döndüğünde ülkede şartlar tamamen değişmişti. Millet ve milleti millet yapan değerlere aykırı bir kimlik oluşturma süreci başlatılmıştı. Bu yüzden Mehmed Âkif’in hayâl ettiği gelişme, 1920’lerin, 1930’ların işi değildi. Bu yıllarda Türkiye millî marşın şairi, Millî Mücadele’nin sivil kahramanı Mehmed Âkif’in dahi hayatını idame ettiremeyeceği bir ülkeye dönüşmüştü.

Âsımın, Âsımların hissiyatını Yahya Kemal derinden duydu[9] ve “Atik Valde’den inen sokakta” şiirinde edebî bir eser olarak ortaya koydu. Bu yüzden bir ramazan akşamı Atik Valde’den inen sokaktan geçenin sadece Yahya Kemal değil, ülkesinin değerler dünyasından koparıl­mış, ama hissiyatını kaybetmemiş bütün Âsımlar olduğunu söyleyebiliriz.[10]

“İftardan önce gittim Atik Valde semtine,

Kaç def’a geçtiğim bu sokaklar, bugün yine, Sessizdiler. Fakat ramazan mâneviyyeti Bir tatlı intizâra çevirmiş sükûneti;

Semtin oruçlu halkı, süzülmüş benizliler, Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer;

Asım ve Gençlik Bilgi Şöleni

Bakkalda bekleşen fıkara kızcağızları Az çok yakında sezdiriyor top ve iftarı Meydanda kimse kalmadı artık bütün bütün; Bir top gürültüsüyle bu sâhilde bitti gün. Top gürleyip oruç bozulan lâhzadan beri Bir nurlu neş’e kapladı kerpiçten evleri.

Yâ Rab nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz!

Tenhâ sokakta kaldım oruçsuz ve neş’esiz.

Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı Hadsiz yaşattı rûhuma bir gurbet akşamı.

Bir tek düşünce oldu tesellî bu derdime:

Az çok ferahladım ve dedim kendi kendime:

“Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür;

Mâdem ki böyle duygularım kaldı, çok şükür.”

Âsım yayınlandığında, artık Mehmed Âkif sistemin kenara ittiği bir şahsiyet konumundaydı. En önemli kitabı, şaheseri bu yüzden ciddi bir yankı bulmadı. Mehmed Âkif’in dehasına iman eden Süleyman Nazif eserin makberî (ölümcül) denilebilecek bir sessizlik ve kayıtsızlıkla kar­şılanmasına dikkat çeker. Ona göre bu eser bir şiir mucizesidir, kuğunun son terennümüdür. Süleyman Nazif, şairin ruhunun vahyini duymaktan bahsettiği şiirini, arştan ilham alarak yaz­dığını söyler. Dönemin farklı bir vadide büyük şairlerinden Cenap Şehabbeddin de “Safahat mübdiî” başlıklı yazısıyla Âkif’i tebcil eder. Cenap Şehabbeddin, Âsım’ı “basitliği akıl kamaştı­ran belâgat kasırgası” olarak niteler.11

Âsım her ne kadar basından alâka görmedi ise de, Süleyman Nazif’in öncülüğü ile Midhat Cemal Kuntay’ın evinde kitabın yayını üzerine şairinin ve dönemin ünlü edebiyatçılarının katıldığı bir nevi kutlama toplantısı ile tebcil edilir.

Abdülhak Hamid takdirkârlığından sonra, Nazif’in en fazla önemsediği şahsiyet kendi nes­linden bir isim olan Mehmed Âkif’dir. Süleyman Nazif, başlangıçta fazla önemsemediği Âkif’i tanıdıkça takdir eder ve hayranı olur, 1919’da Servetifünun mecmuasında sonradan kitabına alacağı övücü yazıları yayınlar. Süleyman Nazif, Mehmed Âkif’in Âsım şiirinin Sebilürreşad’da yayınını heyecanla takib eder. 1924 ağustosunda kitap halinde yayınlanmasından sonra, Midhat Cemal Mısır Apartımanındaki dairesinde, o sırada İstanbul’da bulunan şairinin de katılacağı bir bir davet verir. Bu davette, Şair-i Âzam Abdülhak Hamid, Cenab Şehabeddin, romancı Samipaşazade Sezaî, Süleyman Nazif ve genç şairlerden Faruk Nafiz (Çamlıbel) bulunurlar.[11] [12] Bu davetten bir kaç ay sonra, Süleyman Nazif’in Mehmed Âkif kitabı yayınlanır.

Mehmed Âkif Âsım’la edebiyat tahimizde derin bir iz bırakmakla kalmaz, halkımızın zihninde Çanakkale Şehidlerine ve Zulmü Alkışlayamam Zalimi Asla sevemem şiirleri de yer eder. Onun “Âsım’ın nesli “kavramı günümüze kadar yetişen nesillere imanlı ve ahlâklı müsbet örnek olarak ideal aşılamakta ciddi tesir uyandırır.

Cumhuriyet’ten sonra “Âsımın nesli”nin yetişmesinin istenmediği, hatta engellendiği söy­lenilebilir. Bu dönemde başka ideallere bağlanılmıştır. Tevfik Fikret’in oğlu Halûk üzerinden ortaya koyduğu model esas alınmıştır. Pozitivist bir gençlik yetiştirilmesi Türk maarifinin, millî eğitiminin başlıca vazifesi olmuştur.[13] Din öğretimi 1930’larda tamamen yasaklanmış, çok partili hayata geçiş kararından sonra ancak dinî öğretime sınırlı bir alan açılmıştır. Buna rağmen, sisteme tepki olarak dindar gençler yetişmiş ve bunlar da kendilerini Âsım’a nisbet etmişlerdir.

90 yıl sonra, Âsımları, ideal gençliği yetiştirmek için madden engel kalmamış görünüyor. Eğer bu millet Âsım’ın neslini yetiştirmek isterse, kendini yüksek seviyede yeniden gerçek­leştirme imkânına kavuşacaktır. Temiz, dürüst, ahlâklı, fiziken güçlü, maddî olduğu kadar mânevî olarak da kuvvetli, sorumluluk sahibi bir nesil... 90 yıl boyunca sisteme aykırı ve bu anlayışı temsil eden nesiller geldi geçti, yani bu idealizm hâlâ diridir. Bu itibarla Mehmed Âkif’in kitabını yayınladığı yılın üzerinden 90 sene geçmiş olmasına rağmen Âsım bir deli­kanlı olarak var olmaya devam etmektedir.

Mehmed Âkif, Âsım ve Gençlik, 2015

Kitabın tamamı: https://kitap.tyb.org.tr/kitap/asim.pdf 


[I] İsmail Kara: “Âkif’den Şerif Muhiddin’e üç mektup.” Dergâh, S.193 Mart 2006, Beşir Ayvazoğlu: 1924 Bir Fotoğrafın Uzun Hikâyesi. İstanbul 2006, sf. 2-3
[2] Âsım’ın “Çanakkale şehidlerine” bölümünün şairin Arabistan görevi sırasında yazılışı Cemal Kutay tarafından hikâye edil­miştir. (Necid Çöllerinde Mehmed Âkif. İstanbul 1992, kitabın ilk baskısı 1963 yılında yapılmıştır)
[3]      El Miftah Kur’an-ı Kerim Lügati. İstanbul 1989
[4] Âyet mealleri, TDV. Kuran-ı Kerim ve Açıklamalı Meali’nden alınmıştır (Ankara 1997)
[5] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır: Hak Dini Kur’an Dili. İstanbul 1979, C.4, sf. 11
[6]      * Âsım’ın Kur’an’da “kurtarıcı” mânasıyla geçtiğini bize hatırlatan Prof. Dr. Ahmet Bilgin oldu.
[7] M. Yaşar Kandemir, Diyanet İslâm Ansiklopedisi, C. 3, sf. 479
[8] Eşref Edib’in Âsım Şakir’den naklettiğine göre, Mehmed Âkif, iyileşirse Âsım’ın ikinci kısmını yazacağını, burada Ahmed Naim, Hüseyin Kâzım ve Süleyman Nazif’i konuşturacağını söyler. (Eşref Edib: Mehmed Âkif-Hayatı ve Eserleri. 2.bs. İstan­bul 1962, sf. 347)
[9] Yahya Kemal’in Mehmed Âkif’e ilgisi ve iki şairin eserleri arasındaki muhteva benzerlikleri konusunda bkz. D. M. Do­ğan: “Süleymaniye Kürsüsünde’den Süleymaniye’de bayram sabahına” 50 Yıl Sonra Yahya Kemal. TYB. Yay. Yahya Kemal’in vefatının 50. Yılı dolayısıyla Üsküp’te 30 Ekim-2 Kasım 2008 tarihlerinde yapılan bilgi şöleninin bildiriler kitabı. Ankara 2010, sf. 117-128 ve “Batı karşısında iki kimlik şairi: Mehmed Âkif ve Yahya Kemâl” Mehmed Âkif Edebî ve Fikrî Akımlar. TYB y. Ankara 2009, sf. 209-221
[10] Bu husustaki bir değerlendirmemiz için bkz. “Âsım Atik Valde’den inen sokaktan geçti mi?” Zaman, 1.11.2005
[11] Cenab Şehabeddin’in Servet-i Fünun dergisinin 18 kânunısanî (ocak) 1924 nüshasında yayınlanan “Safahat mübdi’i” başlıklı makalesi Ertuğrul Düzdağ tarafından Latin harflerine aktarılarak Mehmed Âkif Ersoy (Kültür Bakanlığı y. 2011)’de yayınlanmıştır. (sf. 152-156)
[12] Beşir Ayvazoğlu bu dâvette çekilen iki fotoğrafdan hareketle bir dönem tasviri mahiyetinde güzel bir kitap yazmıştır: 1924 Bir Fotoğrafın Uzun Hikâyesi. İstanbul 2006
[13] Tevfik Fikret’in modelinin daha şairin sağlığında çöküşü ile ilgili olarak bkz. D. Mehmet Doğan: “Nesiller ve idealler: Tevfik Fikret, Mehmed Âkif; Halûk, Emin ve Âsım” Camideki Şair Mehmed Âkif. 5. bs. Ankara 2013, sf. 115-157
Bu haber toplam 447 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim