• İstanbul 14 °C
  • Ankara 13 °C

D. Mehmet Doğan: “Basit Türkçe” oruç gazeli!

D. Mehmet Doğan: “Basit Türkçe” oruç gazeli!
“Basit türkçe” deyince hemen bir küçümseme havası sezilebilir. “Sade türkçe” şeklinde de söyleyebiliriz.

Fakat böyle adlandırılmıştır: Türkî-i basit. Bunun Osmanlı 16. Yüzyılının şiir akımlarından olduğu, 1920’li yıllarda Fuat Köprülü tarafından öne sürülmüştür.

Basit türkçe, sade türkçe şiir söylemek...

Osmanlının her bakımdan zirvede olduğu yüzyıl, Yavuz Selim’in, Kanunî Süleylman’ın asrı. İbrahim Paşa’nın, Sokollu Mehmed Paşa’nın, Barbaros’un, Pirî Reis’in devri. Osmanlı yapıcılığının Sinan’la şahikaya yükseldiği zamanlar…

Bu devrin şairleri denilince ilk akla gelenler Bâkî, Fuzulî, Yahya (Taşlıcalı), Nev’i Yahya, Ruhî (Bağdatlı), Zatî, Hayalî Bey…Fakat Türkî-i basit denilince isimleri anılan Nazmi ve Mahremi bu ilk başta sayılacak isimlerden değildir. Hatta onların böyle sıralamalarda hayli gerilere düşmeleri muhtemeldir.

Zamanında önemsenmeyen bu şairleri 20. Yüzyılın başında millî bir hava vererek dirilten meşhur edebiyat araştırmacımız Fuat Köprülü’dür. Onları millî edebiyatımızın ilk mübeşşirleri (müjdecileri) olarak takdim etmiştir. Fazla üzerinde durulmadan bu iddia kabul görmüş, yaygınlaşmış ve bugüne kadar gelmiştir.

“Edirneli Nazmi” o kadar çok şiir yazmış ki…”Türki-i basit” olarak adlandırılan şiirleri bütün şiirleri içinde yüzde beşi bile bulmamaktaymış.

Onun divanını teşkil eden şiirler için verilen rakamlar dudak uçuklatıcı: 8405 şiir. Bunların 6965’i gazel, 16’sı kaside, 7’si terkib-i bend, 7’si terci bend, 523’ü murabba, geri kalanı da müseddes, müsebba, müsemmen, mütessa, muaşşer, müstezad, tahmis, müfred, kıt’a, ve tarih kıt’ası imiş. En şaşırtıcı olanı da 13 mesnevi![1]

Devrin Sultanü’ş-şuarası Bâkî’nin divanında hepi topu 719 şiir olduğu hatırlanırsa, bu rakamların büyüklüğü daha kolay anlaşılır.

Nazmi’nin yakınlarda 9 cilt olarak yayınlanan divanından çok, tanzim ettiği büyük nazire mecmuası edebiyat tarihimiz açısından önemli. Başka bir edebiyat tarihçimiz, Vasfi Mahir Kocatürk, Nazmi için, “basit olmayan Türkçeyle yazdıkları daha güzel!” diyor.

Allâh adın an cümle umûrunda dilâ

Tâ ki her tutdugun işün sonı olmaya heba

Askerlik mesleğine mensup olan Nazmi, yeniçeri evlâdı imiş. Ömrü seferlerde geçerken, bu kadar çok şiir yazabilmesi nasıl açıklanabilir? Şiirlerinde her tarzı tecrübe etmiş, bu arada sade türkçeyi de, hüner göstermek için, bu denemeler arasına katmış olmalı. Devrin alışmış şiir dilinin dışına çıkarak dikkat çekmek istemiş olma ihtimali gözden uzak tutulmamalı.

Neyse, bizim mevzumuz bu değil!

Her şeyi bir yana bırakırsak, eski Anadolu türkçesinin kelimelerini şiirlerinde kullandığı için Nazmi’nin türkî-i basit tasnifine giren şiirleri, dil tarihimiz açısından önemli.

Anadolu’da türkçe şiirin büyük başlangıcı Yûnus Emre, temel ibadetlerden, bu arada oruçdan da şiirlerinde söz ediyor.

Benden ögüt isterisen, eydivirem bildigümden

Budur Çalab'un buyrugı, tutun oruç kılun namâz

Bu beyitte, oruç tutma ve namaz kılmanın öneminin altını çiziyor. Başka bazı şiirlerinde ise bu ibadetlerin şekilcilikte kalmasını eleştirir tarzda ifadelere yer veriyor.

Yûnus Emre’yi dönemin aydınlarına tanıtan Fuat Köprülü, onu Türkî-i basitçi saymamıştır. Yûnus’un gerçekten sırf türkçe kelimelerle şiir yazmak gibi bir derdi/iddiası yoktur. Zamanının Türkçesi ile şiirlerini söylemiş/yazmış, ille de arapça ve farsça kelimeler kullanayım da edebiyat yapayım dememiştir, fark buradadır. Bunun sebebi, en başta, tekke ehli olan Yunus’un tekke müdavimi olan halka ulaşma; tebliğini, telkinini o şekilde yapma kaygısı olmalıdır.

Bu konuda yapılan bir araştırmada Yûnus Emre’nin şiirlerinde türkçe kelimelerin oranının %49 olduğu ortaya konulmuştur. Yûnus Emre’nin şiirlerindeki kelimelerin yüzde 49’u türkçe asıllıdır, önce bunu kayda geçirelim.

Geri kalanı? Yüzde 31’i arapça, yüzde 13’ü farsça! Yûnus latince, yunanca kelimeler de kullanmıştır. Bu o zamanki halkın dil hazinesine işaret eden bir sonuçtur.[2] Nazmi ise bu tarz şiirlerinde yüzde 85 türkçe kelime seviyesine ulaşmış. Geri kalan yüzde onbeşte farsça kelimeler arapça kelimelerden fazla. Az miktarda rumca-yunanca kelime de var.

Türkî-i basitçi Nazmi Yûnus Emre’yi okumuş olabilir mi? Okuduğu sezilebiliyor, hatta Süleyman Çelebi’nin Mevlid’ini andıran mısraları da var. Fakat bu ilgi onun yüksek bir ifade kudreti ile türkçe kelimeleri kanatlandırmasını, şiirleştirmesini sağlıyamamış.

İşte onun “Oruç gazeli” diyebileceğimiz şiiri:

Geldiğince kutlulukla her oruç
Her müselman şen olup tutar oruç

Ol ki gerçekten müselman olmaya
Tangrı saklasın o her gün yir oruç

Datlu yimek yimek olur uş heman
Özge bayramdır be kardaşlar oruç

Urulur zencire albızlar kamu
Kutlulukla her kaçan irer oruç

Nazmî her gerçek müselman olanın
Gecesin şenlikle kadr eyler oruç

Oruç (ayı) kutlulukla gelince her Müslümanın oruç tutacağını, gerçek Müslüman olmayanlarınsa, Tanrı saklasın, oruç yiyeceğini; orucun tatlı yemek yemekle, özge bayram olacağını, ne zaman ki, kutlulukla oruç tamamlanırsa bütün şeytanların zencire vurulacağını, ramazanın gerçek müslümanın gecesini şenlikle Kadir gecesi eyleyeceğini söylüyor, Nazmi.

Divan edebiyatında türkçecilik iddiası gütmeden güzel türkçe mısralar, beyitler söyleyen şairler yok mu? Çok!

Bahis yine, ramazan ve oruç olsun. Nedim’in meşhur Ramazaniyesi var. İşte ondan birkaç sade türkçe mısra:

Baş kaldırmadılar öğleye dek uyhudan

Şu soğuk günlere bir pâre ısındırdı bizi

Olacak oldu hemân çâre ne şimden sonra

Çün ikinci gün ola böylece ahd eylemişdim

Nedim’in cümleleri ile Nazmi’nin cümleleri kıyaslanarak bir fikir edinilebilir. Nadim’in şiir dehası bu mısralarda dahi kendini gösteriyor. Nedim’in kasidesi diliyle, üslubuyla, renkli ifadeleriyle şiir, fakat Nazmi’nin gazeli için bunu söylemek zor.

Nedim ramazaniyesinde Nazmi gibi şiirle pek bağdaşmayan bir tebliğci, vaiz edasıyla konuşmuyor. Hatta, ramazanın ilan ediliş şeklini hayli mizahî şekilde ifade ediyor:

Bağteten sâbit olup gurre firâşında imâm

Hâb içün yatmış iken etdi terâvîhe kıyâm

İmam uyumak için yatmışken, ayın ansızın hilâl şeklinde göründüğünün sâbit olmasıyla, isbatlanmasıyla teravihe kalktı!

Bu ramazan ayının başlangıcının ilânı anlamına gelir…

Bu tarihî olayı Ahmet Refik Lâle Devri kitabında o dönemin kaynaklarına atfen anlatmaktadır. Şabanın 26. Cuma günü imiş. Devlet erkânı Ferahabad kasrında eğleniyormuş. 3. Ahmed, meşhur veziri İbrahim Paşa (Damad) ve şeyhülislâm dahil, erkân orada. Müneccimler pazartesi gün dahi hilâlin görülmeyeceği reyindeyken, bir de bakılıyor ki kandiller yakılıyor ve ahali davul dövülerek teravihe davet ediliyor…

Böyle cümbüşlü bir gecede zevk ehli için can sıkıcı bir hâl…

İşin aslını devrin vak’anüvisi (resmî tarihçisi) Âsım Efendi anlatıyor. Ayasofya baş kayyumu olan “iki yüzlü lânet olası mutaassıp Arnavud’un doğru yanlış sözlerini tasdik için gereken bir iki ırgad ile “elhamdülüllahi teala ramazan göründü” yolunda duyurusu, erkek ve çocuklardan oluşan kalabalık güruh ile kadı efendinin huzurunda şehadet etmeleri ile ramazan sabit oldu, diyor…İmam yataktan kaldırılıyor, teravih kılnıyor!

Görüldüğü üzere, ramazanın erken gelişi pek hoş karşılanmamış! Bu tam mânasıyla ramazan öncesi keyfeden büyüklerin zevkine limon sıkmak. Nedim’e göre bu durumda büyükler, ramazanın başlamıyacağını sanıp öğleye kadar uykudan baş kaldırmamışlar!

Baş kaldırmadılar öğleye dek uyhudan

Yevm-i şek zevkine hazırlanan ahbâb-ı kirâm

Şiirde “yevm-i şek” tabiri geçiyor. Yani “şüphe günü, tereddüt günü”.

“Ahbab-ı kiram”, halkın gece teravih kılmasına rağmen ramazanın başlangıcı olduğu tesbit edilemeyen gün sayıp öğleye kadar uyumaya devam ediyorlar.

Ramazanın erken ilânı, bazı din adamlarının yukarıdakilerin zevk ü sefaya dalmasına bir tepkisi olabilir görülebilir.

Nitekim Nedim:

Bilemem ben de şâhidde mi takvimde mi

Hele bir kizb var ortada budur sıdk-ı kelâm

“Ben de bilemem ancak sözün doğrusu şu ki, ortada şahitten yahut takvimden kaynaklanan bir yalan var…”

Hani derler ya, “divan şiiri hayattan uzaktır.” Nedim’in Ramazaniye’sini okuyup da bu iddiada ısrarcı olmak mümkün mü? Nedim şiirinde o günleri öyle güzel tasvir ediyor ki, devrin hayatı hakkında tarihçilerden fazla bilgi veriyor.

Nazmi’nin şiirinde, dönemininin ramazanı ile ilgili fikir verebilecek ifadeler yok. Belki şiir kudreti kıt, ama yine de her ne sebeple olsun, yaptığı deneme ilgi çekici. Acaba bu tarz sürdürülse ve şiir kabiliyeti yüksek bir şairle buluşsa idi, her şey farklı olur muydu?

İyi ve başarılı örnek ortaya konulmadan bir çığır açmak mümkün olmuyor demek ki. Sonradan “Türkî-i basit” olarak adlandırılan Edirneli Nazmi’nin yolundan giden olmamış.

“Oruç gazeli” ramazan münasebetiyle onu hatırlamamıza vesile oldu.

 

[1] Sibel Üst’ün “Nazmi” biyografisi, http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/nazmi-edirneli

[2] Ali Cin-Vasfi Babacan, “Yunus Emre’nin Risaletü’n-Nushiyesi ve Divan’ı üzerine yeni bir inceleme” Akdeniz İnsani Bilimler Dergisi, C.3/2, 2013, sf. 57-69

Bu haber toplam 913 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim