• İstanbul 20 °C
  • Ankara 22 °C

D. Mehmet Doğan: Erzurum’dan gelen İstanbul beyefendisi

D. Mehmet Doğan: Erzurum’dan gelen İstanbul beyefendisi
Orhan Okay hoca, 13 ocak 2017'de vefat etmişti, Doğumu ise 26 Ocak 1931. Merhum hocamızın doğum yıldönümünde Zeytinburnu Belediyesi'nin yayınladığı Orhan Okay Kitabı'nda yer alan yazımızı, merhum hocamıza rahmet dileyerek takdim ediyoruz.

Orhan Okay, Fatih Camii avlusunda son defa Türkiye’nin birçok şehrinden gelen edebiyatçıları ve edebiyat araştırmacılarını bir araya getirdi.

*

İlk şiirim Hareket dergisinin 1967 sayılarından birinde yayınlanmıştı. Böylece farkında varmadan bir camianın mensubu olmaya doğru bir adım atmıştım. Sonraki yıllarda da Hareket’te şiirlerim yayınlandı. Daha sonra inceleme ve fikir yazılarıyla bu dergide yer aldım. Bu camianın “ağabey” olarak nitelendirdiği az sayıda şahsiyetten biri Orhan Okay’dı. Onun Erzurum’da olduğunu, üniversitede hocalık yaptığını bilirdik. O zamanlar çok başarılı bir doktora tezi olan Beşir Fuad, Hareket yayınlarından çıkmıştı.

Menba sularını ziyaret, yetmişli yıllarda hâlâ İstanbul kültürünün bir parçası idi. Yetmişli yılların başında, yaz mevsiminde, Hareketcilerin su seferlerinden birine, İstanbul’da bulunmam hasebiyle katılmıştım. Hünkâr suyu Sarıyar’da ormanlık bir alanda kademeli bir mesire yeri idi. Merhum Hocamız Nureddin Topçu da kafilemizdeydi. Nureddin Hoca’yı daha önce tanımıştım, fakat vapurda yeni karşılaştığımız bir sima vardı. Dikkat çekmekten imtina ettiği sezilebilen bu şahıs Orhan Okay Hoca idi. Onu görünce “o çok meşhur İstanbul beyefendisi bir efsane değilmiş” diye düşündüm.

Vapurun seyranlı bir yerinde yol boyunca Orhan Hoca ile sohbet ettik. Esasen o konuştu; İstanbul çocuğu idi, İstanbul’dan uzaktaydı, yılda bir yaz tatili münasebetiyle geliyor ve bir ay kadar kalıyordu. Birikmiş İstanbul hasreti ile konuşuyordu Hoca. İstanbul’un güzelliklerinden, bizce bilinmeyen hususiyetlerinden söz ediyordu.

Hafızamdan silinmeyen hatıra Necip Fâzıl’la ilgili olanı. Necip Fâzıl, 1940’lı yıllarda bir gazetede köşe yazarı. Bir gün Boğaz vapurları ile ilgili bir yazı yazıyor. O zamanki denizcilik işletmesi olan Şirket-i Hayriye’nin Boğaz vapurlarının kaptanları Boğaz’ın ahalisi ile samimiyeti hayli ileri götürürlermiş. Hele bir tanesi varmış ki, 63 numaralı vapurun kaptanı Tahsin uğradığı iskelelerde düdükler çalarak halkı selâmlar, halk da şenlik şamata ve tezahürat ile cevap verirmiş. Bu samimiyetten kaptan memnun, vapur yolcuları ve iskele ahalisi ve bilhassa çocuklar mutlu imiş. Çok ciddi tavırlı Necip Fazıl Bey ise bu laubalilikten hiç hoşnut değilmiş. Bunu bir yazısında şedit üslubuyla dile getirmiş. Konu meşhur bir yazar tarafından matbuata aksettirilince tabii, hemen şirket idaresi kaptanı uyarmış...

İş kaptanla bitmiyor elbette. Ertesi gün gemi görününce kaptanın mutad selâmını bekleyen iskele ahalisi sesizlik karşısında sukutu hayale uğramış. Bu sessizlik bu defa Necip Fâzıl’ı da rahatsız etmiş ve “devleri öldürmeye memur, 42’lik bir topla bir serçe yavrusuna kıymışım gibi geldi bana” cümlesiyle biten bir yazı yazarak hatasını itiraf etmiş.[1]

Orhan Hoca, tanıştığımızda edebiyat doktoru idi. Ancak 11 yıl sonra doçent ve 13 yıl sonra profesör olmasına bakarak, akademik kariyeri ve unvanları fazla önemsemediğini söyleyebiliriz. Onunla yola çıkanların birçoğu ondan önce bu unvanlara kavuşmuştur, fakat kalıcı olan eserleri Orhan Hoca vermiş, bu gecikme sahasındaki otoritesini haleldar etmemiştir.

Burada bir ayraç açarak, hasbelkader Orhan Hoca’dan önce tanıdığım bir başka İstanbul beyefendisinden de söz etmek istiyorum: Kaya Bilgegil. Kaya Bey de İstanbul’un akademik camiasında yer bulamayıp Erzurum’a giden hocalardandı. Onunla tanışmamız, bir bayram vesilesi ile ziyaret ettiğimiz ilk edebiyat doktorumuz olarak bilinen, metinler şerhi hocalarının en ünlüsü Ali Nihat Tarlan’ın evinde oldu. Biz grup olarak Tarlan hocanın odasına girdiğimizde elini edeple bağlamış biri ile karşılaştık. Biz boş bulduğumuz yerlere teklifsiz otururken o eli bağlı, başı eğik vaziyette hocanın karşısında tazimle durmaya devam ediyordu. Hoca “evladım Kaya bey, lütfen otururmusunuz?” dedi. Kaya bey: “Teeddüb ederim efendim” cevabını verdi. Bunun üzerine Tarlan ısrar etti. Israrlar üzerine Kaya bey de “emir telakki ederim efendim!” diyerek oturdu. Kaya Beyi teşrifat konusunda biraz abartılı bulmuştum, Orhan Hoca’da mübalağa yoktu. 

Orhan Okay Hoca, Mehmet Kaplan’ın vefatından sonra edebiyat ilmi sahasının en kıdemlisi, adeta “piri” idi. 1910’lu yıllarda zamanın edebiyatçıları, Tevfik Fikret, Mehmet Âkif ve Yahya Kemal edebiyat fakültesinde hocalık yaptılar. Fikret 1915’te vefat etti, Mehmed Âkif hocalığı sürdürmedi, fakat onlardan genç olan Yahya Kemal devam etti. Onun talebesi Ahmet Hamdi Tanpınar 1939’da Tanzimat’ın 100. Yılı dolayısıyla Yeni Türk Edebiyatı kürsüsü kurulunca, bu kürsüye profesör olarak tayin edildi. Daha önce Güzel Sanatlar Akademisinde Ahmet Haşim’in halefi olan Tanpınar, bu sefer Yahya Kemal’in halefi oldu.

Tanpınar yeni kurulan kürsüye hoca olarak tayin edilirken, Edebiyat Fakültesinden yeni mezun Mehmet Kaplan da asistan olarak alındı. Mehmet Kaplan o yıllarda Nureddin Topçu ile tanışıyor ve Hareket dergisinde yazıyordu. Tanpınar’ın 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, işte bu kürsü hocalığının muhteşem bir verimi. Kaplan Hoca, Yahya Kemal, Tanpınar çizgisini sürdürerek hem araştırmalar yaptı hem de deneme mahiyetinde yazılarıyla edebiyatımıza hizmet etti. Onun bir başka hizmeti de yetiştirdiği ilim adamlarıdır.

Orhan Okay, Mehmet Kaplan hocanın ilk asistanıdır. Fakat bu asistanlık İstanbul Üniversitesi’nde değil, yeni kurulan Erzurum Üniversitesi’nde Kaplan’ın Edebiyat Fakültesi dekanlığı sırasında olmuştur. Bir süre Artvin ve Diyarbakır liselerinde edebiyat öğretmenliği yapan Orhan Okay, 1959’da  hocası Mehmet Kaplan tarafından Erzurum’a davet edilir. Orhan Okay, Tanpınar’ın ve Mehmet Kaplan’ın talebesidir, fakat onlardan önce Nureddin Topçu’nun talebesidir.

Orhan Okay Hoca için bu çizgi önemlidir. Onun Mehmed Âkif üzerinde ısrarında Topçu Hoca’nın tesiri olduğunu düşünüyorum. “Mehmed Âkif-Bir Karakter Heykelinin Anatomisi” kitabı Âkif’le ilgili en önemli eserlerden biridir. Topçu muhabbeti Orhan Hoca’nın Necip Fâzıl üzerinde çalışmasına engel olmamıştır. Diyebiliriz ki, akademik camiada Necip Fazıl’ın şiirini kitap çapında ele alan ilk şahsiyet odur. Orhan Hoca, sahasının yol açıcısı konumunda bulunan Ahmet Hamdi Tanpınar’ı da ihmal etmemiş, son kitaplarından biri onunla ilgili olmuştur: Bir Hulya Adamının Romanı Ahmet Hamdi Tanpınar.

Orhan Hoca ile münasebetlerimiz ilk tanışıklıktan sonra da devam etti. Dergâh’ın Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi yayınlanırken o da danışmanlarımızdandı. Nureddin Topçu’yu vefatının 10. yıldönümünde anmak için Yazarlar Birliği’nin 1985 temmuzunda düzenlediği toplantı için ilk aklımıza gelen isimlerden biri Orhan Okay Hoca idi. Hoca, Ankara’da yaptığımız bu toplantıda “Bir muallim ve maarifçi olarak Nureddin Topçu” tebliğini sundu.  

Orhan Hoca, sonraki yıllarda da Türkiye Yazarlar Birliği’nin birçok önemli toplantısına katıldı. Bunlardan biri 1992’de, ilk defa Bursa ve Konya’da yapılan Türkçenin Uluslararası Şiir Şöleni’dir. Hoca bu toplantıda “Genel çizgileriyle Türk şiiri” başlıklı bir açılış konferansı verdi. Ertesi sene, Kazakistan’da yapılacak Türkçenin 2. Şiir Şöleni kafilemizde de vardı. Fakat tam uçağa binecekken gelen “Kazakistan’da kolera salgını var” haberi üzerine, seyahate katılamadı. Orhan Hoca, bu şölenlerin 5.si olan Strazburg şöleninde "Orta Asya'dan Akdeniz kıyılarına Türkçenin şiir serüveni" başlığı altında bir konuşma yaptı.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın vefatının 50. Yılı dolayısıyla 28 – 29 Ocak 2012 tarihlerinde Ankara’da  düzenlediğimiz sempozyuma çetin kış şartları dolayısıyla katılamayan Orhan Hoca’nın gönderdiği açılış bildirisi toplantının başlangıcında okundu.  

Orhan Hoca ile son yazışmamız (Hoca ağır işittiği için telefonla konuşamıyor, oğlu Cüneyt Okay’ın e-postasından yazışıyorduk) “40 Yıl Sonra Nureddin Topçu Bilgi Şöleni” vesilesiyle oldu (2015).

aziz cüneyd, 

inşaallah işlerin yolundadır, orhan ağabeyin de sıhhati yerindedir. bu sene topçunun vefatının 40. yılı bu münasebetle, istanbul belediyesinin desteği ile 18-20 aralıkda bir sempozyum yapacağız. orhan ağabeyin sıhhatı elverirse, açılışta onun da konuşmasını arzu ediyoruz. selamlarımı saygılarımı orhan ağabeye iletirsen memnun olurum. 

Hoca davetimize şöyle cevap verdi:

Sevgili Mehmet Doğan

İşitme zorluğumdan konuşmam güçleşiyor.

Bu yüzden ve başka sağlık sebeplerinden toplantılara konuşmasam bile katılamıyorum.

Teşekkür eder, özür dilerim.

Orhan Okay

Aziz Hocamızın geride bıraktığı kıymetli eserleri ve yetiştirdiği talebeleri ile ilim ve edebiyat dünyamızın unutulmazları arasında yer alacağından şüphe edilmez.  

19104.jpg

 

 

[1] Yazımız  tyb sitesinde yayınlandıktan sonra iflah olmaz Necip Fâzılcı Yahya Düzenli sözkonusu yazıları bularak bana ulaştırdı. 21 temmuz 1939 tarihli yazının başlığı “Boğaz’ın Pazarolası”, ertesi günkü yazının başlığı ise “Kalem Kudreti”. Bu hafıza desteğinden ötürü Yahya kardeşime teşekkür ediyorum.

Bu haber toplam 250 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim