• İstanbul 14 °C
  • Ankara 21 °C

D. Mehmet Doğan: Generalin ölümü…

D. Mehmet Doğan: Generalin ölümü…
Ordumuz büyük bir geleneğin taşıyıcısı. Biz tarihini Mete’ye kadar götürecek kudrette değiliz, başlangıç olarak resmen öyle kabul edilse bile.

En azından Osmanlı ordusunun devamı olduğundan şüphe yok. Osmanlı ordusu kuruluş döneminde gönüllülerden, derviş gazilerden güç alan bir ordu idi. Sonra dâimi veya bugünkü tabirle profesyonel askerleri de içinde barındırdı. 19. Asırda ise uçsuz bucaksız imparatorluk topraklarını savunmak için subaylar dışında kura askerine dayanan bir ordumuz vardı.

Milletin çocukları üç kıt’ada on beş yıla kadar askerlik yaparak devleti ayakta tutmaya çalıştılar. Onların coğrafyamızın dağına taşına sinmiş, kurduna kuşuna malûm olmuş menkıbelerini yazan pek çıkmadı. Fakat onları yâda vesile olan halkın bağrından fışkıran mûsıkî eserlerimiz var. “Ey gaziler yol göründü”den, Cezayir havasına, Yemen ve Çanakkale türkülerine bu örnekler her şeye rağmen günümüze kadar geldi. Bu hüzün katarı marşlarını sadece üzüntülü günlerimizde değil, düğünlerimizde bayramlarımızda dahi söyledik ve gam yutarak dinledik. Bu mûsıkî bize hep mukavemet aşıladı. Geçmişteki büyük melâlimiz gelecek hüzünleri karşılamak için kılavuzumuz oldu.

Cumhuriyet’ten sonra da ne zaman bir muhataraya düşsek, hep bu mâşeri melâli devreye soktuk. Kıbrıs harekâtını hatırlayanlar azaldı, son yıllarda sınırlarımızın kuzeyinde yürüttüğümüz harekâtlar zihnimizde daha canlı. Hep o mûsıkî zihin altyapımızı tahkim etmedi mi?

28 Şubat sürecinde çok meşhur olan bir general vefat etmiş. (Böylelerine nur içinde yatsın değil de nedense “ışıklar içinde yatsın” deniyor.)

Bu dil farkı önemli. Çünkü bu “general” de kumanda ettiği askerlerden farklı bir dil konuşuyordu.

Bir gazeteci onun koronadan vefat ettiğini yazarak hatırlanmasını sağladı. Korona vak’ası olduğu konusunda kesinlik yok. Fakat öyle bir zamanda dünyasını değiştiriyor ki, bu rütbedeki emekli komutanlar için düzenlenen büyük merasim yapılmıyor, sessiz sedasız defnediliyor…

Bu general, ordumuzun güç kaynağı ne varsa onun dışında duranlardandı. Zaten birinin dışına düşünce kendiliğinden diğerleri ile rabıtanız kesiliyor. Esas olan ordumuzu ayakta tutan, savaşma gücü veren sâikler dinîdir, onun şehadet kavramıdır. Askerlikten şehadet kavramını çıkarın, geriye bir kuru dâva kalır.

Din hüküm koyar. Bunu hayata geçirmek, yaşayanların, milletin işidir. Yaşayanlar dinin kültürü içinde yaşar, dinin ibadetlerinin dışında kaldığı zaman bile bu kültür onu ayakta tutar. Edebiyat, mûsıkî, her türlü güzel sanat da bu kültürün bir parçasıdır.

Yunan askerini, Rus askerini Yemen türküsü ile, mehter marşları ile cepheye gönderebilir misiniz?

Bu general, dinin kültürleşmiş kısmına da muhalifti.

Bir harekât sırasında Rus bestekâr Mussorgosky’nin ruhunda yaşadığını hissettiğini açıklamıştı. Komutası altındakilere Mussorgosky dinleterek maneviyatlarını güçlendirmeyi deneyip denemediğini bilmiyoruz! Batı mûsikisine merakınız olabilir, fakat batı mûsıkisi eserleri ile bu toplumu harekete geçiremezsiniz. Mûsıkînin sosyal vakıa haline dönüşmesi, zihin kodlarına işlemesi ayrı bir gerçekliktir.

Yine bu general, batılı ülkelerin askerî başarılarını dansta, operada, balede görmüştü. Çanakkale balesi, operası filan icad etmekle vakit geçirmişti.  Çanakkale’nin ruhunu Âkif’in Çanakkale Şehidlerine şiirinden hissedemeyen bu zatın Mussorgosky muhabbeti başlıbaşına bir sakillikti, çünkü bu bestekâr aşırı Rus milliyetçisi idi ve Rus ordusunun Kars’ı işgalinin marşını yazmıştı. Türk ordusunda bir kuvvet komutanının böyle bir gafa imza atması kabul edilebilir değildi.

Bu general meşhur “312 General Dâvası”nın da zamanın Jandarma Genel Komutanı ile birlikte mucidi idi. Şahsıma yönelttikleri isnadlarını adalete baskı ile kabul ettirebilselerdi, şu sıralar milyarlarca liralık tazminat cezası altına eziliyor olacaktım. Yine de ordumuzda bu kadar yüksek bir mevkiye ulaşmış bir askerin sıradan bir vatandaş gibi gitmesine üzülmemek elde değil.

Nasıl geleceğinizi bilmediğiniz gibi, nasıl gideceğinizi de bilemezsiniz! Takdir Mevlânındır.

İki not:

  1. Bu tavra ad koymak lâzım: Bütün haberlerde “eski adı GATA olan bir hastahane”de öldüğü belirtiliyor. Yeni adı yok mu? Sultan Abdülhamid Hastahanesi! Neden Abdülhamid’in adı verildi bu hastahaneye? Çünkü bânisi o!
  2. Bu zat için bilerek paşa kelimesini kullanmadım. Paşa bizim kelimemiz, muhtemelen “baş ağa”dan geliyor. Paşa aynı zamanda sivil bir rütbe idi. 1934’de bize ait bu rütbe adı terk edildi, “general” kelimesi benimsendi. Buna rağmen halkımız sevdiği kumandanlara “paşa” demeye devam etti.
Bu haber toplam 1895 defa okunmuştur
  • Yorumlar 1
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Diğer Haberler
    Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
    Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim