• İstanbul 19 °C
  • Ankara 15 °C
  • İzmir 19 °C
  • Konya 13 °C
  • Sakarya 14 °C
  • Şanlıurfa 19 °C
  • Trabzon 18 °C
  • Gaziantep 15 °C
  • Bolu 12 °C
  • Bursa 17 °C

D. Mehmet Doğan: “Yaşasın seçimli cumhuriyet” diyemeyenler!

D. Mehmet Doğan: “Yaşasın seçimli cumhuriyet” diyemeyenler!
“Şu seçimler de olmasa, cumhuriyet ne güzel olurdu, devlet ne güzel yönetilirdi!” Böyle bir vecize elbette yok... Neden yok?

 Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk döneminde, bazılarına göre o “altın devir”de bugünkü mânada seçim yok! Tepeden tayin edilenler seçilmiş sayılır, Meclis’e doldurulurdu.

Yıl 1931… İşte o günün gazetelerinden bir seçim haberi:

“Kaç yeni meb’us alınacak? Hakikî vaziyeti hiç kimse tahmin edemez. Kat’i vaziyet Gazi Hazretleri umumî listeyi ilan edince anlaşılacak” (Cumhuriyet gazetesi, 1 Nisan 1931)

Cumhuriyetin lehine tezler malûmdur. Halkın idarede söz sahibi olması, yönetime katılması, temel hak ve hürriyetlerin tam ve kâmil mânada sağlanması…

Cumhuriyet seçilmişlerin, halkın iradesi doğrultusunda ülkeyi yönetmesi ise, yani hâkimiyet “bila kayd ü şart” milletinse, Türkiye’de olup bitenleri nasıl açıklayacağız? Silahlı bürokrasinin müdahaleleri, adalet bürokrasisinin karakuşî hükümleri nereye konulacak? Cumhuriyet, sadece saltanat sisteminin ortadan kaldırılması, yani verasetle gelmeyen yöneticilerin rejimi ise son yıllarda Türkiye’nin etrafında iki cumhuriyette (Suriye ve Azerbaycan) iki diktatörün yerine oğullarının oturuverdiğini hatırlamalıyız. (Bu arada Türkmenistan’da da böyle bir geçiş olduğunu öğrendim.)

Türkiye bir “Baas cumhuriyeti”nden veya Sovyet sonrası “Türkî cumhuriyet”ten ne kadar farklı bir cumhuriyet?

Türkiye Cumhuriyeti, iki kanat arasında gidip geliyor. Zaman zaman “seçim, halk iradesi, demokrasi, yönetime katılma” gibi kavramlar tu kaka edilebiliyor. Seçime, halkın iradesine güvensizliğin anlaşılabilir (ve kabul edilebilir) bir tarafı vardır. O zaman, saltanat sisteminin/ monarşinin bu unsurları çok güçlü şekilde ihtiva ettiği söylenebilir. Buna rağmen, seçim ve halk iradesi çağımızda o kadar mühim ki, dünyanın bütün köklü monarşileri –istisnasız- demokratik yönetimi ön plana alıyorlar. İster istemez aklımıza şu soru geliyor: Monarşi ile bir arada olabilen “demokrasi” Türkiye’de cumhuriyetle neden bir arada olamadı? Bu soru bize şöyle kışkırtıcı bir soru sormaya icbar ediyor: “Acaba yüz yıl önce Cumhuriyet ilân etmese idik, daha demokratik bir ülke olur muyduk?”

Asıl soru şu belki de: Demokrasisiz cumhuriyetle demokrasiye geçit vermeyen krallık arasında nasıl bir ayırım yapabiliriz?

Türkiye’de seçim yapılabildiği süre içinde halkın seçimden seçime belli ölçüde söz sahibi olduğu söylenebilir. Elbette seçimlerin yapılamadığı, seçilenlerin şöyle veya böyle görevlerinden uzaklaştırıldığı dönemler Cumhuriyet tarihinde istisna teşkil etmiyor. Fakat bu söz sahipliği, Türkiye’deki parti sistemi dolayısıyla zaman zaman çok sınırlı çerçevelerde kalabilmektedir. Türkiye’yi yöneten partilerde otoriter liderlik sözkonusudur. Listeler liderler tarafından yapılmakta, halkın kimlere rey vereceği bu şekilde belirlenmektedir.

Halkın katılma alanları -her ne kadar mevzuatta engel yoksa da- çeşitli şekillerde sınırlanmıştır ve bu sınır zaman zaman daraltılmaktadır. Dernek veya vakıf kurmak ve sürdürmek, bu kurumla “rahatsız edici” fikirler ve faaliyetler ortaya koymak, kolay bir iş değildir. Sistemi sürekli olumlamak/övmek üzerine bir dernekleşme faşist ve komünist sistemlerin işidir.

            “Türkiye laikliği” demokrasi ile bağdaşmaz!

Türkiye’de kendini “cumhuriyetçi” olarak lanse eden kesimin kafasında, “laiklik” merkezli bir cumhuriyet tanımlaması esas alınmaktadır. Bu zihniyette olanların her fırsatta “devlet laik olsun, demokratik olmasa da olur, hukuk devleti olmasa da olur, hatta sosyal haklar verilmese de olur...” dediklerini biliyoruz.

Bu durumda, demokrasinin ve onun olmazsa olmazı olan seçimin laikliği ihlal eden bir karakteri olduğu kaçınılmaz olarak ortaya çıkıyor. Çünkü düşünün bir: Bir başörtülüyü medenî haklarından mahrum edebiliyorsunuz, ama seçimlerde çatır çatır oy kullanıyor! Dindar, iyi yetişmiş bir gencin kararnamesini bir zamanlar köşkten çevirebiliyordunuz ama o seçme ehliyetini kaybetmiyor! Ve Türkiye’nin halkı, tedricen dindar bir yapıya sahip. Bir kısmı dinin icaplarını tümüyle yerine getiriyor, bir kısmı kısmen, bir kısmı da daha düşük düzeyde…Kimlikte din birinci planda geliyor. Öyleyse böyle bir halkın seçme hakkına sahip olması, cumhuriyet seçkinlerinin asla iktidar olamaması anlamına gelmiyor mu?

            Millet hakimiyeti anlamsız bir sözden ibaret!

Bir parantez açalım: Cumhuriyetin ikinci adamı İsmet Paşa, bakanlık ve sonra başbakanlık yapmış olan Recep Peker’e neler söylüyor bakın:

“Hakimiyet-i milliye, efkâr-ı umumiye (kamuoyu) sözleri bir lafzı muraddan ve bir takım süslü kelimelerden ibarettir. Böyle bir şey yoktur. Bütün dünyada çari ve mukadder olduğu gibi mesele, okur yazar denilen ekalliyetin (azınlığın) idare etmesidir. Ekalliyet denilen okur yazarların da başlarına menfaat yularını geçirip hazine yemliğine bağladın mı, bütün idare yoluna girer ve muntazam işler.!” (Kılıç Ali: Atatürk’ün Hususiyetleri, İstanbul 1955)

Laikliğin, bazı otoriter ve totaliter devlet sistemlerinde merkeze yerleştirildiği görülmüştür, fakat bu devletlerin genellikle faşist ve komünist olduğunu, despotik devletler olduğunu unutmayalım. Laikliğin, inanç ve fikir hürriyetlerinin kısıtlanmasına gerekçe gösterilmesinin uzun vadede, laiklik için ciddi yıpranmalara yol açacağını da dikkatten uzak tutmamak gerekir. Hiçbir güç, uzun süre böyle bir yıpranmayı önleyemez. Laiklik anlayışında meydana gelen yıpranmanın, onu alem yapan kesimlerin prestijleri konusunda da aynı sonuçları doğurması kaçınılmazdır.

Bir yönetim sisteminin aslî gâyesi, yönetilenleri mutlu etmektir. Yönetilenler mutlu edilemedikten sonra dünyanın en iyi, en mükemmel yönetim sistemi olduğu söylenen bir sistem benimsenmiş olsa ne çıkar?

Cumhuriyet kavramının Türkiye’de enine boyuna konuşulması, tartışılması pek kolay bir iş değil. Kolay olsa idi, olağan olsa idi, bugüne kadar bu konular konuşulur ve tartışılırdı.  Bunlar tartışılmadığı gibi, “cumhuriyetçi” olarak ortaya düşenlerin karşı çıktıkları kesimlerin nasıl bir rejim taraftarı oldukları da açıkça ortaya konulmamaktadır. Türkiye’de bu cumhuriyetçilerle aynı safta olmayanlar, mutlakiyetçi midir, monarşist midir, saltanatçı mıdır?

            Seçimler cumhuriyetin namusunu kurtarıyor!

Seçimler bütün arızalarına rağmen, Türkiye’de cumhuriyetin namusunu kurtaran uygulamalardır! Yoksa Türkiye’de cumhurun, halkın yönetimde bir behresi yoktur. İttihat ve Terakki’den devreden Cumhuriyet bürokrasisi (buna ilmiye -üniversite hocaları- ve adliye -hukuk bürokrasisi- de dahildir) ile onların zengin ettiği tüccar ve sanayici kesim ülkeyi gül gibi yönetmiştir! Onların cumhuriyetin kurucusu olarak yönetim hakkının seçimlerle kısıtlanması, günün şartlarına göre, belli ölçüde kabul görmektedir. Eğer kendi idarelerine karşı bir tehdit algılanırsa, yani cumhuriyet seçkinlerinin otoritesinin zaafa uğratılması ihtimali belirirse, laiklikten yana taraf güçler gereğini yapmaktan kendilerini alamazlar!

“Yaşasın laik cumhuriyet” diyenlerin esasında “yaşasın seçimsiz cumhuriyet” demek istediklerini anlamak çok zor değil!

 

 

Bu haber toplam 830 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim