• İstanbul 23 °C
  • Ankara 27 °C

Doç. Dr. Muhammet Enes Kala: Malazgirt, savaş ahlakının ve hukukunun yaşanarak gösterildiği yerdir

Doç. Dr. Muhammet Enes Kala: Malazgirt, savaş ahlakının ve hukukunun yaşanarak gösterildiği yerdir
4. Tarihî Roman ve Romanda Tarih Bilgi Şöleni kitabı yayınlandı.
Malazgirt, Anadolu için sadece maddi fethin değil, manevi fethin de girizgahıdır. Malazgirt, savaş ahlakının ve hukukunun yaşanarak gösterildiği, birlikte yaşama ahlakının inşa edildiği yerdir.
26 Ağustos 1071 tarihinde Cuma namazı sonrasında Yüce Mevla Müslümanlara zafer ihsan etmiş, Anadolu’nun artık tüm mazlumlar ve mağdurlar için bir sığınak olacağı müjdesi verilmiştir. 
Üzerinde yaşadığımız toprakların mayası, “tevhid”, “adalet” ve “muhabbet”le karılmıştır. Üzerinde yaşayan her canlıyı bir araya getiren bu toprakların mayası olarak da anlaşılan söz konusu kıldığımız tam da bu ulvî ilkelerdir. 26 Ağustos 1071 tarihinde İslam ümmetinin ortak derdi, tevhid, adalet ve muhabbet için cenk eden kahramanların muzaffer olabilmeleriydi. Ebu’l Feth, Sultan Alparslan, savaşa başlamak için, Kâbe’nin şubeleri olan mescitlerden Cuma hutbesinin okunmasını bekledi. Hutbede tüm minberlerde gözyaşları içinde bir yakarış yankılanıyor ve bu hitap gökkubbeyi dertle sarıp sarmalıyordu. 
 
“Allah’ım İslâm sancağını yükselt ve İslâm’a yardım et. Sultan Alparslan’ın senden dilediği yardımı esirgeme. Ordusunu meleklerinle destekle. Niyet ve azmini hayır ve başarıyla sonuçlandır. Çünkü o senin ulu rızan için rahatını terk etti. Malı ve canıyla buyruklarına uymak amacıyla senin yoluna düştü.” 
Cenk meydanı, tevhid, adalet ve muhabbetin hadimleri olan kahramanlarını bekliyordu. Şehadet, cennetin, zafer ise Anadolu’nun kapılarını aralayacaktı. Her ikisi de mukadder sondu. Her ikisi de Yüce Rahman‘ın rahmetiydi. Cuma namazından sonra Sultan Alparslan’ın tüm askerlerine, canları, Allah yolunda feda etmeyi müjdeleyen mütevazı bir hitabı vardı. Hangi ders, o hitaptaki özü verebilirdi ki, ya da hangi kitap, o hitapta saklı olan şuuru o kadar net yazabilirdi? Sözün gücü, duanın gücüyle birleştiğinde önce kalpleri fethederdi, etmişti. 
“Kumandanlarım, askerlerim! Biz ne kadar az olursak olalım, onlar ne kadar çok olurlarsa olsunlar daha fazla bekleyemeyiz. Bütün Müslümanların minberlerde bizim için dua ettikleri şu saatte kendimi düşman üzerine atmak istiyorum. Ya muzaffer olur gayeme ulaşırım ya şehit olur Cennete giderim. Beni takip etmek isteyenler arkamdan gelsin. Takip etmek istemeyenler diledikleri yere gitsinler! Bugün burada emir veren bir Sultan yok! Emredilen bir asker de yoktur! Askerlerim tek Sultan ancak Allah’tır. Bugün ben sizlerden biriyim, sizlerle birlikte savaşan bir gaziyim. Peşimden gelen ve nefislerini yüce Allah’a adayanlardan şehit olanlar Cennete, sağ kalanlar ise ganimete kavuşacaklardır. Ayrılanları ahirette ateş, dünyada rezillik beklemektedir! Ya Rabbi Seni kendime vekil yapıyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Ey Allah’ım niyetim halistir bana yardım et. Sözlerimde hilaf varsa beni kahret” İslam’ın kalesi olacak Anadolu’nun fethi dualarla ve Allah yolunda, tevhid, adalet ve muhabbet mücadelesiyle mümkün oldu. Bu fetih, bize, sözün gücünü; kişiliğin tevazua bürünmüş halinin etkisini, tevhid, adalet ve muhabbete samimiyetle kendisini adayanların neyi başarabileceğini tüm açıklığıyla ortaya koymuştu. Tevhide, adalete ve muhabbete hizmet etmeyen ömür neye yarar ki? Tüm bu değerleri zatında teşahhus ettiremeyen bir şahsiyetten ne beklenebilir ki? Anadolu’yu ahlakın ve hukukun göç ettiği, mazlumun ve mağdurun ürkütüldüğü, birlikte yaşama ahlakının bozulduğu bir yer yapmak kimin işine gelir ki? 
Anadolu’nun fethi, öncelikle iyilikle, güzellikle ve doğrulukla insanların kalbini fethetmekten geçmişti. İnsanların kalpleri fethedilmişti, sonra kalpleri fethedilenler Anadolu’yu fethetmişlerdi. O fetih, sadece bir toprak parçasının fethi değildi, aynı zamanda o topraklara bir ruh ve şuurun nakşedildiği manevi fetihti. Maddi vatan ancak manevi vatanla tamamlanabilirse gerçek vatan ortaya çıkar. İnsan, sadece bedeniyle değil, ruhuyla birlikte insan olur. Ruhun olmadığı yerde beden cesettir. Ceset ise kokar ve kokuşturur. Anadolu bizim 1071 yılından itibaren gerçek manada vatanımızdır. O vatanın ruhu, tevhid, adalet ve muhabbet üzere mebnidir. Bu değerlerin yaşatılamadığı yerde sadece maddi vatan kalır ve o vatan müstemlekeleştirilerek, çürütülür. Çürümeye terk edilen vatan artık bizim olmaktan çıkar, can çeker, can çektirir. Kokar ve kokuşturur. Çürümekte olanın kendisine faydası var mıdır ki başkasına olsun? 
 
Halbuki, Malazgirt’te bize sadece bedeniyle değil, ruhuyla bir vatan hediye edilmişti. Şimdi bize düşen onu, tüm mefkuresi ve değerleriyle muhafaza edebilmektir. Bu muhafazanın yolu, Anadolu’da yaşayan insanların gönüllerini fethedebilmek ve fethedilen gönülleri vatan sevgisine raptedebilmektir. 
Tüm bunlardan aslında bir dersi vuzuha kavuşturmak için bahsettim. 19-20 Ağustos 2019 tarihleri arasında Malazgirt’te, Türkiye Yazarlar Birliği, Malazgirt Kaymakamlığı ve Malazgirt Belediyesi birlikte “IV. Tarihî Roman ve Romanda Tarih Bilgi Şöleni”ni tertip etti. Bilgi şöleni ve onun özellikle Malazgirt’te yapılması Bakan Yardımcısı Sn. Prof. Dr. Ahmet Halûk Dursun Hocayı çok heyecanlandırmış ve programa iştirak edeceğini program ilgililerine iletmişti. Dursun Hoca, tüm yoğunluğu arasında, birtakım imkansızlıkların da üstesinden gelerek bilgi şölenini teşrif etmiş ve kısa da olsa muhteşem bir konuşma yapmıştı. O gün akşama doğru, o konuşmanın, (aslında dersin) onun son konuşması (dersi) olduğunu büyük bir hüzünle öğrendik. Gerçi o, satır aralarında bize o dersin, son ders olacağını anlatmıştı, konuşması sırasında helalleşmişti de.
 
Halûk Hocamızın hitabı, Anadolu ruhunu ve şuurunu, aynı Sultan Alparslan’ın konuşması gibi bize bir kez daha anlatmaktaydı. Hocanın mücadelesi bu topraklarda yeniden unutulan değerleri hatırlatmayı, insanların gönüllerini fethetmeyi hedefliyordu. Teri dert kokuyor, çabası bu topraklarda hala dertli insanların güzelliğini terennüm ettiriyordu. Anadolu’yu tüm mefkuresi ve değerleriyle muhafaza etmenin, her bir gönlün tevhide, adalete, muhabbete ve merhamete bağlanmasıyla mümkün olabileceğini adeta kalın çizgilerle vurguluyordu. Bu güzel vatan, bizlere her daim birlikte yaşamanın en ideal numunelerini sunmuştu. Bu güzel örneklik Malazgirt’te başlamıştı ve bizler yeniden Malazgirt’teydik. Bize Halûk Hocamız, Malazgirt’in tüm ümmeti saran heyecanını hitabında bir kez daha hatırlatıyordu. Aynı Sultan Alparslan’ın tavrıyla, oldukça mütevazı ve etkileyici olarak.
 
Hitabında, beş kelime geçti. Ben artık o beş kelimeyi, Hocamızdan ilham alarak “5 H İlkesi” olarak isimlendiriyorum. Bu beş ilke, nerede olursak olalım, işimiz ne olursa olsun hâkim kılabileceğimiz ve sonunda gönüllerin fethini bize mümkün kılabilecek ilkelerdir. Hocamız, son dersini bir Anadolu felsefesi ile bitirmişti. Önce “hasbihal” etmekten söz etti. Öyle ya önce kalbin kapısının tokmağını sohbet ve muhabbetle çalmak gerekiyordu. Hasbihal etmekten uzaklaşanlar anlaşmak bir yana konuşabilirler miydi? Güzel sözün, nezaketle ve letafetle birleşince açamayacağı kapı var mıdır? Hasbihalle gönlün kapısı açılmaya görsün, o gönülde yarım kalmış hikayeler, o gönlü yormuş yaşanmışlıklar, tamamlanmamış tebessümler samimiyetle kendisini muhataba taşırdı. Bu, o gönlün muhatabına güvenebilmesinin yoluydu. Muhataptan beklenen artık o gönlün sahibiyle “hemdert” olmaktı. Dert tanınmadan ve bilinmeden, muhatapla anlaşabilmek mümkün müdür? Bir gönlün derdi, diğer gönlün derdi olamıyorsa, derde sahip çıkmayan gönlün yaşadığına hükmedebilir miyiz? Dertte olan ortaklık neden sonra halde olan ortaklığa dönüveriyordu. “Hemdert” olanlar, dertler paylaşıldığında halde olan ortaklığa niyet ederler. Yani yeni hal, “hemhal” olmak şeklinde tezahür eder. Gönülden gönüle yolun adı oluverir “hemhal” olmak. Hali ortak kılanlar, kendisini savunmasız hale getirmezler, bilakis haline ortak ve sırdaş bularak güçlenirler. Halleşen insanlardan daha güçlü kim olabilir ki? “Halleşmek” “hemdert” ve “hemhal” olanın yaşayabileceği halin ortak adı, gönüllerin birbirinden felah alması ve inşirah bulmasıdır.
 
Aynı derdi paylaşan, aynı halde ortaklaşanlar ve aynı hali yaşayabilenlere dost deriz. Dostlar ise her dem helalleşirler. Onların her hali “halleşmek” ve “helalleşmek”ten ibarettir. Anı, birbirine helal kılmaktan daha büyük bir saadet var mıdır? O halde dostluk saadetin mekanıdır, “halleşmek” ve “helalleşmek” ise dostluğun imkânı… İnsanlar dost oldukça ve dost kalabildikçe gönüllerini tevhid, adalet ve muhabbet için fethe hazırlarlar. Muhabbetin, adaletin ve tevhidin olmadığı bir ethosferde dostluk imkânı mümkün değildir. O halde, gönülleri fethe, fethedilmiş gönülleri ise vatanı muhafazaya çağırmanın yolu, “hasbihal etmek”, “hemdert olmak”, “hemhal olmak”, “halleşmek” ve “helalleşmek”ten geçmektedir. Hocamız, bize son derste, bir gönül insanının sükunetiyle bunlardan bahsetmişti. Anadolu’nun yeniden “helalleşme”ye ihtiyacını ifade etmişti.
Büyük bir hazırlığı gerektiren, sonunda saadete gebe olan “helalleşmek” kolay bir haslet değildir. Bir takım ön şartlara bağlıdır. Helalleşmek için önce halleşmek gerek. Halleşmek için önce hemhal olmak gerek. Hemhal olmak için hemdert olmak gerek. Hemdert olmak içinse hasbihal etmek gerek. Hasbihal ise muhabbet varsa vardır. Muhabbet, adalet varsa vardır. Adalet gerçek manasıyla tüm sahte anlamlardan tecrit edilmiş şekliyle ancak tevhid ilkesi söz konusuysa mümkündür. O halde Anadolu’nun tüm mefkuresini şekillendiren maya olan “muhabbeti”, “adaleti” ve “tevhidi” korumalıyız ki, onu koruyabilecek hasbihali, hemdert olmayı, hemhal olmayı, halleşmeyi ve helalleşmeyi mümkün hale getirebilelim.
Son olarak, Malazgirt Anadolu’dur, Anadolu’da söylenen sözler bitmemiştir. Söz, tevhide, adalete ve muhabbete değdikçe ölümsüzleşecek ve edebileşecektir. Sözün makarrı gönüldür. Gönüller fethedildiğinde Anadolu tüm mefkuresi ve değerleriyle muhafaza edilebilecektir. Ne mutlu Anadolu’yu tüm mefkuresi ve değerleriyle muhafaza etmek için mesai harcayanlara… Merhum Hocamız, Prof. Dr. Ahmet Halûk Dursun, bu yolda mücadele etti ve bu kutlu yolda bizlere veda etti. Biz şâhidiz. Mekânı cennet olsun.
 
*Bu yazı İtibar Dergisinin Ekim 2019'da yayınlanan son sayısından alınmıştır.
Bu haber toplam 639 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim