• İstanbul 23 °C
  • Ankara 28 °C

Doç. Dr. Sabahattin Çağın: Muhammed Ferid Vecdi’nin “İnsan” Makalesi ve Mehmet Akif’in “İnsan” Şiiri

Doç. Dr. Sabahattin Çağın: Muhammed Ferid Vecdi’nin “İnsan” Makalesi ve Mehmet Akif’in “İnsan” Şiiri
1878-1954 yılları arasında yaşayan Muhammed Ferid Vecdi Mısır’da yetişen önemli bilim ve fikir adamlarındandır.

 On altı yaşından itibaren dini konulara ilgi duyan düşünür, felse­fe, kelâm ve tefsir alanlarında çok sayıda kitap ve makaleler neşretmiştir. Ferid Vecdi, din kurumunu ilim ve akıl esasında temellendirmeye çalışan bir fikir adamıdır. Din ile bilimi uzlaştırmaya çalışması en önemli özelliklerinden biridir. Bununla birlikte materyalizme karşı mücadele veren eserler de kaleme almıştır.

Ferid Vecdi’nin bizim açımızdan önemli sayacağımız üç önemli yönü vardır. Bunlardan birin­cisi 24 Temmuz 1908’de ilan edilen II. Meşrutiyet’i ve II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesini desteklemesidir. Mısır ve Arap âleminde II. Meşrutiyet’i eleştiren gazetelere karşı çıkar ve yeni yönetime fırsat verilmesini ister.1

İkinci husus Ferid Vecdi’nin II. Meşrutiyet dönemi İslâmcı düşüncesiyle önemli paralellikler taşıması, yani bu dönem İslâmcı aydınlarını büyük ölçüde etkilemiş olmasıdır. Nitekim onun görüşlerini çok muhtasar şekilde ortaya koyduğumuzda bu etkiler açıkça görülecektir. Ferid Vecdi’ye göre Müslümanların geri kalmışlığı, yani sosyal ve siyasî zayıflık onların bilimden uzaklaşmaları, bunun yerine nakilci bir anlayışı benimsemeleri, “bilimden uzaklaşıp atala­rından aldıkları mirası aynen taklit etmekle yetinmeleri”dir. Oysa İslamiyet her şeyden önce “oku”mayı, yani bilimi emreden bir dindir ve ne yazık ki Müslümanlar bu emirden büyük ölçüde uzaklaşmışlardır. Müslümanların “mezhep taassubu”nun da onların geri kalmışlığın­da önemli rol oynamıştır. Diğer taraftan dine sonradan eklenen bazı inançların ayıklanması gerektiğini de savunmuştur.[1] [2]

II. Meşrutiyet dönemi İslâmcı düşüncenin önemli isimlerinden Mehmet Akif (Ersoy)’in fikir hayatında da Muhammed Ferid Vecdi’nin önemli yerinin olması onun bizi ilgilendiren üçün­cü yönünü gösterir. Mehmet Akif, "... yalnız Mısır’ın değil, bütün âlem-i İslamın en büyük, en hamiyetli evlad-ı irfanından sayılan” cümlesiyle andığı Muhammed Ferid Vecdi’den Müs­lümanlıkta Medeniyet, Müslüman Kadını ve Hadika-i Fikriye adlı üç eserini tercüme ederek Sırat-ı Mustakim’de tefrika etmiştir. Bunlardan ikincisi kitap olarak da yayımlanmıştır.

Müslümanlıkta Medeniyet adlı eserin önsözünde Âkif, bu eseri basımından yedi sekiz sene evvel tercüme ettiğini, ancak Meşrutiyet’ten önce bu eserin neşrinin “kabil olmadığını” tercümenin önsözünde belirtir.[3]

Bildirimizin konusunu oluşturan Muhammed Ferid Vecdi’nin “İnsan” adlı makalesi Müs­lümanlıkta Medeniyet adlı eserin başına yazarı tarafından konulmuş “mukaddime”lerden birincisidir.[4] Bu makaleye Sebilürreşat sayfalarını karıştırırken rastladık ve hemen onun bir sayı sonra da Mehmet Âkif’in aynı adlı “İnsan” şiirinin yayımlandığını gördük.[5] Hem bu yazı­ların arka arkaya yayımlanması hem de daha sonra tercüme edip tefrika ettireceği bir eserin (Müslümanlıkta Medeniyet) mukaddimesini daha önce yayımlamış olması bize, bu iki yazı arasında bir ilişkinin söz konusu olabileceğini düşündürttü ve her iki metni bu düşüncenin ışığında okuduk.

Muhammed Ferid Vecdi’nin “İnsan” makalesi bir soruyla başlamaktadır: “İnsan nedir?” Yazar, insanın ne olduğu meselesine onun öncelikle bir “cism-i maddi” olup olmaması noktasından yaklaşır ve şu açıklamayı yapar:

“Eğer insan bundan ibaret ise silsile-i hayvanatın en aşağı tabakasında bulunması, hem de mevcudat arasında şu gördüğümüz ehemmiyeti haiz olması icap ederdi. Zira asla pençesinin kuvvetiyle, fil cesametiyle, maymun süratiyle ona çok faiktir.”

Ardından yazar dış görünüşe bakarak bir sonuca varılıp varılamayacağını tartışır. Ona göre eğer böyle olsaydı, insanın bir tüy misali bir kasırgadan kurtulsa bile bir başkasına yakalanan zavallı bir yaratık olacaktır. Ama yazar, bunun böyle olmadığını söyler. O zaman işin içinde başka bir şeyin olduğunu düşünerek bunu arama yoluna gider. Bunun için insanın ilk orta­ya çıkışından yaşanan zamana kadar geçirdiği gelişmeye bakarak bir değerlendirme yoluna gider. İnsanoğlu başlangıçta zayıf, yüce dağların hayalinden, kocaman ormanların gölgele­rinden ve oradaki hayvan seslerinden korkan, sıcağın yaktığı, soğuğun dondurduğu, açlık ve susuzluk acısını çeken bir yaratıktır. Buna karşılık birtakım gelişmeler göstererek kendisine musallat olan belalara karşı kahramanca ve kararlılıkla direnen, ölümle pençeleşen, düşman­larını yenmekle kalmayıp onları esir eden bir varlık haline geliyor. Ferid Vecdi bu gelişmenin başka bir cephesini de şöyle anlatır:

Bundan başka görüyorsunuz ki, son derece narin, nazenin bulduğunuz o mahlûk-ı za’îf mecbûl olduğu nezâketten şayan-ı hayret bir salâbet çıkarıyor: Koca dağlara karşı geliyor, onları pamuk gibi atıyor; kayalara seğirdiyor, ezip toz şekline getiriyor; demire teveccüh ediyor, eritip su gibi akıtıyor. O zaaftan ise öyle bir kuvvet ızhâr edi­yor ki, arslanları kayd altına alıyor, vadilere sığamayan o azametli hayvan gelip onun huzurunda tezellüle mecbur oluyor, o seyredip eğlenecek diye ayaklarının altında yaltaklanıp duruyor!

Bütün bu yorumlardan sonra yazar, tekrar makalesinin başında sorduğu soruya dönüyor ve şöyle cevap veriyor: “Artık böyle âlimâne bir tedebbürden sonra; “İnsan, şu gördüğümüz nâçîz maddeden ibarettir” denebilir mi? Aslâ!” Bu cevabı verdikten sonra Ferid Vecdi görünenin doğruyu yansıtmadığını, insanı diğer mahluklardan ayıran bir sırrın var olduğunu, bunun tespit edil­mesi gerektiğini savunur: “Lakin ma’na-yı insaniyet dediğimiz o râz-ı ulvî ne imiş ki, şu cism-i maddiyi kendisine nişîmen ittihaz edivermekle bütün kainatı amaline ferman-ber ediyor, bir malik-i meşru’anın kendi mülkündeki tasarrufuyla bu hakdâna sultan oluyor?”

Ferid Vecdi, insanın mahiyeti hakkında belli bir neticeye ulaşmanın hayli zor olduğu kana­atini taşır, çünkü insan gözle görülüp duyguyla hissedilen şeylerin tabi olduğu kanunlara uymadığı gibi, sınırlanması mümkün olmayan zıtlıklara ve eksikliklere de sahiptir. Bu bakış açısıyla insanların çeşitli örnekleri olduğunu söyler ve bunlardan yedisini sayar: 1. Olgun, adaletli, aşırılıklardan uzak, bütün işleri ılımlı olan insan, 2. Dünyadan nefret eden, “şehevat-ı nefsaniyesi ne tarafa incizab ediyorsa” o tarafa meyl eden insan, 3. Dünyaya bağlı, arzu ve istekleri gözlerini kör etmiş insan, 4. Cehalet ve gabavetiyle hayvanlardan daha aşağı dere­cede olan insan, 5. Kendini tamamen bilime adamış insan, âlim, 6. Hayattan korkan insan, tabansız, 7. Savaşlarda kahramanca mücadele eden insan.

Ferid Vecdi insanın bu farklı yapılarına karşılık onun değişmeyen tek özelliğini ortaya koyar:

İnsan temayülatı için bir had yoktur ki oraya varınca dursun da ilerisini istemesin. Belki bir gayeti idrak edince ötesini ister, bu sonraki noktaya vusul için kendisinde bir kuvvet duyar. Hatta o mevkii de ihraz edince mazhariyeti kanaatine hadim olmak şöyke dursun, emelinin izdiyadına bais olur; bulunduğu mertebeyi nazarında küçült­meye başlar.

Ferid Vecdi, insandaki bu yükselme ve ilerleme hırsının asla bitmeyeceğini savunur ve şöyle bir sonuca varır: İnsanı hayvandan ayıran ne konuşmadır ne düşünmektir ne de tedeyyündür. İnsanın aklen, ahlâken sonsuz bir şekilde ilerlemeye kabiliyet olması, hay­vanınsa sınırlı bir hudutta durmasıdır. “O halde hayvanın insana nispeti, mahsurun gayrı mahsura nispeti kabilinden olur ki şu nispetin hadleri arasındaki tefâvüt ne kadar azim­dir!”

Mehmet Âkif Ersoy üzerine yaptığı araştırmalarla bilinen Fazıl Gökçek, Birinci Safahat’ta yer alan iki şiiri “İnsan” ve “Tevhid yahut Feryad” adlı şiirleri, “Mehmet Akif’in şiir dünyasını anla­mada anahtar şiirler oldukları”nı söyler ve devam eder: Bu şiirler kader ve irade meseleleri etrafında insanın yeryüzündeki konumunu sorgulamaları dolayısıyla dinî-felsefî mahiyet taşımalarının yanında, bununla bağlantılı olarak umut ve umutsuzluğun ön plana çıktığı şi­irlerdir.

“İnsan” şiiri ilk olarak Mehmet Âkif’in başyazarlığını yaptığı Sırat-ı Mustakim mecmuasında yayımlanmıştır. Daha sonra Âkif, aynı şiiri I. Safahat’ına almıştır. Şiirin başında Hz. Ali’nin bir sözü epigraf olarak kullanılmıştır: “Ve tez’umu enneke cirmun sagîrun. Ve fîke’ntave’l- âlemu’l-ekber.”[6] Bu söz şiirin ana fikri mahiyetindedir ve Âkif’in şiirlerinde sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Onun birçok şiirinin başında bir ayet, bir hadis veya önemli bir kişi tarafından söylenmiş bir vecizenin bulunduğu görülür. Bunların altında yer alan manzume bu sözlerin açıklaması özelliğini taşımaktadır.

Mehmet Âkif’in bu şiiri yazdığı yıllar Osmanlı Devleti’nin zor yıllarıdır. Cephelerde yenil­gilerin, toprak kayıplarının olduğu bir dönemdir ki, moral bakımından aydınları ve halkı çöküntüye uğratmıştır. Âkif bu şiirini âdeta insanlara kim ve ne olduğunu hatırlatmak, onları bu karamsarlıktan kurtarmak için yazmıştır.

Şiirin ilk iki beyti epigrafta yer alan Hz. Ali’nin sözünün değişik bir şekilde ifadesidir:

Haberdâr olmamışsın kendi zâtından da hala sen, “Muhakkar bir vücudum!” dersin ey insan, fakat bilsen... Senin mahiyyetin hatta meleklerden ulvîdir: Avâlim sende pinhandır, cihânlar sende matvîdir.

Bu mısralara Ferid Vecdi’nin penceresinden bakarsak o dönemin Osmanlı toplumu, ilk iki mısrada âdeta insanın ilk yaratıldığı dönemin özelliklerini göstermektedir. Diğer iki mısra ise insanın o zamandan bu yana geldiği noktayı genel ifadelerle ortaya koymaktadır.

İşte Âkif, İslâm’ın “eşref-i mahlûkat” olarak nitelendirdiği insanın -ki şiirin iki yerinde onun yeryüzündeki varlıklardan ve meleklerden üstün olduğu vurgulanıyor- yerini belirlemek ve ona yapabileceği şeyleri hatırlatmak için “İnsan” şiirini kaleme almış gibidir. Âkif bu şiirde önce kendi idealindeki insanın özelliklerini ortaya koyuyor: Bunlar insanın ilahî sanatın ga­yesi olması, dünyayı hükmü altına alması ve insanın ilahî takdiri uygulayan güç olmasıdır. Bunlardan özellikle dünyayı hükmü altına alması özelliğiyle Ferid Vecdi’nin görüşleri arasın­da bir paralelliğin olması dikkat çekicidir. Âkif’e göre tabiat insanın esiridir ve insan eşyaya hükmedendir. Dolayısıyla dünya ona mahkûmdur ve onun hükümlerine boyun eğmiştir. Böylece Âkif, insan aklına verdiği değeri ortaya koymakta, insanın aklıyla bütün tabiatı ken­dine esir edeceğini düşünmektedir. Âkif, bu tabiatı esir etmenin örneklerini de vermiştir şii­rinde. Özellikle fennî alandaki başarıların bunu sağladığını ifade eder. Buldukları sayesinde artık denizler ve gökler bir engel olmaktan çıkmış, susuz çöller vahaya dönüşmüştür. Aynı şekilde insanların buluşlarından olan telsiz, telgraf, paratoner gibi icatları da isim vermeden tasvir yoluyla verir.

Esirindir tabiat, dest-i teshirindedir eşya;

Senin ahkâmının münkadıdır, mahkûmudur dünya.

Bulutlardan sevaik eder irfân-ı çalâkin;

Yerin altında madenler bulur nakkad-ı idrakin.

Denizler bisterindir, dalgalar gevhare-i nazın;

Nedir dağlar, semâ-peymâ senin şehbâl-i pervâzın!

Olur dem-sâz-ı âvâzın bütün aktâr-ı âlemde.[7]

Ferid Vecdi’nin makalesi ile Mehmet Âkif’in şiiri arasındaki son benzerlik, insanın daima bu­lunduğu yerden daha ileriye gitme arzusudur ki Ferid Vecdi bunu insanları hayvanlardan ayıran tek ortak özellik olarak görmektedir. Bu konuda Mehmet Akif şunları söyler:

Taharrîden usanmazsın, teâlîden teâlîye

Atıldıkça atılsam şimdi, dersin, başka âtîye!

Senin en şanlı eyyâmında, en mes’ûd hâlinde

Bir istikbâl-i dûr-â-dûr vardır hep hayâlinde.

O istikbaldedir şevkin, odur ma’şûk-ı vicdânın,

O kudsî neşvenin şeydâ-yı bî-ârâmıdır cânın

Bu mısralardan da anlaşılacağı gibi şair, insanın bir yükseklikten bir yüksekliğe çalışmaktan usanmayıp daima geleceğe doğru atılmak istediğini belirtir. Onu mutlu ya da ihtişamlı gün­lerinin bile tembelleştiremeyeceğini düşünür, çünkü gözü daima ileridedir. Öyle ki artık bu bilinmezlikler âleminden kurtulmak için yaratılışın sırlarını bile bilmek arzusunu taşır. Âkif’e göre araştırmacı yanı kuvvetli olan insanın karşısında üç korkunç bilmece vardır: Geçmiş, yaşanan zaman ve gelecek... Bunlar her devirde insanın karşısına çıkmaktadırlar. İşte insanın ömrü bunları anlamak sevdasıyla geçmektedir. Gerçekler kalın bir perdeyle örtülse bile in­san, hiçbir umutsuzluğa kapılmadan en ufak ipucunu değerlendirecek ve gerçeğin peşine düşecektir. Bu araştırıcı ruh insanda o derece kuvvetlidir ki, bir gün gelip dünyadaki her şeyin mahiyeti ortaya çıksa da araştırılması gereken şeyler yine de bitmeyecektir:

Tevakkuf yok seninçün, daimî bir seyre tâbi’sin...

Ne zîrâ hâle râzısın; ne müstakbele kâni’sin!

Hem Ferid Vecdi’nin hem de Mehmet Âkif’in konuya akılcı bir şekilde baktıkları görülmek­tedir. Sadece Ferid Vecdi bir düşünür olarak insan problematiğine genel özellikleri yönüyle bakarken, Mehmet Âkif de çağını eserlerine yansıtan bir sanatçı olarak o döneme özgü Os­manlı toplumunu uyarmak amacını gütmüştür.

Mehmed Âkif, Âsım ve Gençlik, 2015

Kitabın tamamı: https://kitap.tyb.org.tr/kitap/asim.pdf 

 

[1]     “El-Müeyyed’e Cevap” (tercüme - Mehmet Akif), Mehmet Akif Külliyatı - 7, (Hazırlayan - İsmail Hakkı Şengüler), Hikmet

Kitabevi Yayınları, s. 12-17; “Bütün Âlem-i İslama Açık Mektup”, a.g.e., s. 12-17.

[2] Muhammed Ferid Vecdi hakkında derli toplu bilgi için bkz. Yusuf Şevki Yavuz, “Ferid Vecdi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 12, İstanbul, 1995, s. 393-395.

[3] Mehmed Akif Külliyatı - 7, s. 30.

[4] Mehmet Akif bu yazıyı dergide daha önce yayımladığı için kitaba almamış ve bunu tefrikada ikinci mukaddime olan “Tekalif-i Hayat”a koyduğu bir dipnotla açıklar: “Cenab-ı Müellif sadede girmezden evvel birkaç mukaddime serd edece­ğini söylemişti. Bu mukaddimelerden birincisi “İnsan” ünvanlı makaledir ki evvelce Sadi Bey tarafından tercüme olarak Sırat’ın 22. Nüshasıyla neşredilmişti. Onun için burada tekrar tercümesine lüzum görmüyoruz. Muhterem karilerimizden o nüshaya müracaat buyurmalarını rica ederiz.

[5] Ferid Vecdi, “İnsan”, Sırat-ı Mustakim, C. I, nr. 22, 8 Kânun-ı Sani 1324/21 Ocak 1909, s. 343-346; Mehmet Akif, “İnsan”, “İnsan”, Sırat-ı Mustakim, C. I, nr. 23, 15 Kânun-ı Sani 1324/28 Ocak 1909, s. 357.

[6] Ertuğrul Düzdağ bu sözü “Ey insan, sen kendinin küçük bir cisim olduğunu sanırsın, ama bütün âlem senin içine sığdı-
rılıp gizlenmiştir. Safahat -Eski ve Yeni Harflerle Tenkidli Neşir-, (Hazırlayan - M. Ertuğrul Düzdağ), İstanbul 1991, s. 65.

[7] Bu makalede olmasa bile kitabın ikinci makalesi olan “Tekalif-i Hayat” adlı yazıda bu görüşlere yakın ve hatta bire bir örneklerin varlığı da söz konusudur: Bulutların arasındaki azametli yıldırımları yakalayarak zelil ve muhakkar bir suret­te yerin dibine geçirmek, fikr-i beşeriyetin yed-i iktidarında olur da bizim fellahlarımıza kemal-i aczlerinden yakalarını paçalarını yırttıran ufacık bir pamuk kurdunun hasaratını tahfif için çare ibda’ etmek nasıl o kudretin haricinde kalır? (Mehmed Akif Külliyatı - 7, s. 63)

Bu haber toplam 1179 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim