• İstanbul 15 °C
  • Ankara 20 °C

Doç. Dr. Umut Başar: Cumhuriyetin Birinci Asrına Doğru Dil Devrimi ve Türk Dünyası

Doç. Dr. Umut Başar: Cumhuriyetin Birinci Asrına Doğru Dil Devrimi ve Türk Dünyası

Giriş

1928’de Türkçenin alfabesinin değiştirilmesi ilmî amillerden ziyade siyasi saiklerle hayata geçirilmiştir. Zira bu teşebbüste, dönemin ilim adamları değil, siyasi karar alıcıları başı çekmiştir. Nitekim alfabe değişikliği gibi radikal bir adımı, tamamen ilmî gerekçelerle ve kendi iradesiyle atan pek az ülke bulunur. Kadim alfabenin Türkçeye uygun olmayışı yahut okuryazar oranının alfabeyi öğrenmedeki güçlük sebebiyle düşük oluşu gibi gerekçelerin pek doğru olmadığı aşikârdır. Örneğin dönemin şartlarında, okur-yazar oranının düşüklüğü alfabeden çok okullaşma oranıyla ilgilidir. Türkiye’de alfabenin değiştiği yıllarda, İran’da okuryazar oranı Türkiye’den azken bir asra yaklaşan macera boyunca kalkınan, tabii olarak okullaşma oranı da yükselen İran ve Türkiye’de okuryazar oranı, neredeyse eşitlenmiştir. Yine Arap alfabesini kullanan Afganistan’da okuryazar oranının %25’lerde seyretmesinin esas nedeni, alfabeyi öğrenmedeki zorluk şüphesiz değildir. Ülkedeki okullaşma oranıyla okuryazar oranı arasında doğrudan ilişki mevcuttur.

Alfabe değişikliğini müteakiben 1932 yılında, sonradan “Türk Dil Kurumu” ismini alacak “Türk Dili Tektik Cemiyetinin” kuruluşu ve akabinde bir cenah tarafından “Dil Devrimi” şeklinde tavsif edilecek güya sadeleştirme/özleştirme (!) hareketi, alfabe değişikliğini hayata geçiren siyasi iradenin tamamlayıcı fiilleri olarak telakki edilebilir. Bu fiiller aynı zamanda bir medeniyet dairesine sırtını dönerek yeni bir istikamete doğru yol almak manasına gelmektedir. Dönemin pek çok tanığı bunu hatıralarında yazar. Dolayısıyla Türkiye’de alfabe değişikliğiyle başlayan Türkçeye müdahale devresi, Doğu’dan kopuş esas tercih olan Batı’ya teveccühün neticesidir. Sancılı ve bir o kadar da münazaalı bir süreç olarak 1970’lere kadar uzanan dil devriminin tesiri hâlihazırda da hissedilmektedir. Dil devriminin müsebbiplerinin zihninde Türkçe, cihanşümul bir dil, dahası Türkiye’yi Balkanlardan Türkistan’a kadar geniş bir coğrafyaya bağlayan muhkem bir köprü olarak tasavvur edilmemiştir. Türkçenin Türkiye’den büyük olduğu pek düşünülmemiştir. Bunun içindir ki eline neşteri alan bir zevat, tarihin derinliklerinden tebellür ederek günümüze gelen bu kültür hazinesini ameliyata girişmiştir. Peki bu ameliye, geçtiğimiz bir asırda Türk dünyasıyla Türkiye arasındaki kültürel münasebete nasıl aksetmiştir?

 

 

Türk Dünyasından Uzaklaşan Türkçe

Türkiye ile Türk dünyasının lisan açısından birbirinden uzaklaşmasının başka bir tabirle “anlaşma zeminini” kaybetmesinin temelde iki sebebi bulunmaktadır. Bunlardan ilki 1922’de tesis olunan Sovyetler Birliği’nin, birliğe bağlı Müslüman topluluklar üzerinde uyguladığı kültür siyasettir. İlgililerin malumudur ki 19. yüzyıla değin Türk dünyasının, batıda Osmanlı Türkçesi doğuda ise Çağatay Türkçesi olmak üzere temelde iki gelişmiş edebiyat diliyle geldiği görülür. 20. yüzyılda ise müsteşrik İlminski’nin Türk boylarının her birinin konuşma dilini, müstakil yazı ve edebiyat dili hâline getirilmesini temele alan görüşü tedricen hayata geçirilmiştir. Bu teşebbüs, Türk toplulukların bir yandan kendi içinde birbirinden uzaklaşmasına diğer yandan ise Batı Türklüğünün sıklet noktası Türkiye’den kopmasına zemin teşkil etmiştir. Mesela 19. yüzyılda Kazan’da yazılan bir makale Mısır’da okunmakta veyahut Bahçesaray’da çıkan bir mecmua İstanbul’da makes bulmaktadır. Ancak modern deyişle “ulus-devlet” inşasının başladığı bir dönemde, Gaspıralı İsmail’in “İttihad-ı lisan” hayalinin tam tersi istikamette ilerleyen bir “dil politikasının” kaybettirdikleri olmuştur. Zira Türkiye’nin Türk dünyasından uzaklaşmadaki ikinci sebep Ankara’da takip edilen siyasettir. Türkçenin sâri ve cari olduğu, Türkiye’nin hudutlarının çok ötesine uzanan geniş kültür havzasıyla Osmanlı Türkçesi arasındaki irtibat belki de farkında olunmadan kesilmiştir. Çünkü Rusya’nın alfabe değişikliği ve kültür politikalarına maruz kalan Türk dünyasına, tabiri caizse Türkiye de arkasını dönmüştür. Bütün Türk boyları arasında müşterek olan “bahtiyar, cihan, faaliyet, muallim, mektep, nutuk, sanat, şehit, tenkit, terbiye, usul, uzuv, ümit, yadigâr, zalim vb.” yüzlerce kelimenin Arapça, Farsça olduğu gerekçesiyle Türkçeden atılmak istenmesi ve bir kısmının gerçekten tedavülden düşmesi hakikaten vahimdir. Türkiye, Türk dünyasıyla bağlarını şayet kasten koparmışsa bunun yeniden tesisi için en az bir 70 yıl beklemesi gerekmiştir.

Sovyetlerin kuruluşundan sonra aradan geçen bir asra rağmen Özbekçe ya da Azerbaycan Türkçesinde kendini koruyan kelimelerin Türkiye Türkçesinde, sadece Cumhuriyet’in ilk yarısındaki romanlarda kalması, üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur. Kuşkusuz dil devriminin icracılarının Türkiye’nin sınırları dışındaki hele de doğusunda kalan Türklerle ilişkisi mahduttu. Bu yüzden Türkçenin Türk dünyasından uzaklaşmasının -kasten yapılmadığı farz edilse bile- ağır sonucu oldu. Dil devriminden önce İstanbul’da çıkan bir neşriyatı neredeyse hiç takılmadan anlayan bir Azerbaycanlı için vaziyet hâlihazırda böyle midir? İran’da vazifedeyken İranlı bir münevver dostum, dil devrimine telmihle Şah Dönemi’nde Bakü’den yayın yapan radyoyu hiç sorun yaşamadan anladıklarını lakin Türkiye radyosunun dilinde sorun yaşadıklarını zikretmişti. O vakit Türkçenin sadece Türkiye’nin dili olmadığı için Türkçeye ilişkin tasarrufta bulunurken ne kadar dikkat etmek gerektiğini anladım. Oysaki çok değil, bahsettiği yıllardan yarım asır kadar önce Azerbaycanlı Mehmet Emin Resulzade’nin, İstanbul’daki Sebilürreşad dergisinde çıkan yazılarını Tebriz ahalisi okumaktaydı. Şimdilerde Azerbaycan ve İran gibi Türkiye’ye komşu bölgelerden başlayarak Doğu Türkistan’a doğru gidildikçe uzaklaşmanın dilcilerin tabiriyle “karşılıklı anlaşılabilirliğin” ne kadar açıldığı vazıh bir şekilde müşahede edilir. Macar asıllı Türkolog ve seyyah Vambery, bir asır kadar önce Balkanlardan Mançurya’ya kadar geniş bir coğrafyada Türkçe konuşarak seyahat edilebileceğini ifade etmişti. Şimdilerde ister uçakla gidin ister kara yoluyla bırakın Çin’e varmayı Azerbaycan’ın hemen ötesine geçince işiniz zorlaşmaya başlar. Bu vaziyette maalesef bizim de taksirimiz vardır. Nitekim özleşme faaliyetleri bütün hızıyla sürerken dönemin mümtaz dilcileri, dil devriminin Türkiye’yi Türk dünyasından uzaklaştırdığı konusunda ikazlarda bulunmuştu. Bir misal, Necmettin Hacıeminoğlu, “Bir Kerküklü’ye rastlasanız ve ona ‘Yurt sorunlarını bir düzeye değin çözümledik,’ deseniz o sizi anlamaz. Çünkü ‘sorun’ ve ‘düzey’ bizim uydurmacıların piyasaya sürdükleri yanlış ve cansız kelimelerdir,” demişti. Gerçekten de bir süredir kendi elimizle Türk dünyasına çektiğimiz seti kaldırmanın zamanı gelmiştir zira Türkistan’daki müstakil Türk devletleriyle Türkiye arasında köprüler gün geçtikçe kuvvetlenmektedir. Türk dünyasında “dilde birlik” tahayyülünün önündeki engeller kalkmaktadır.

Bir Asır Sonra Yeniden Türk Dünyası

1992’de Sovyetlerin dağılmasının yanı sıra son 30 yılda baş döndürücü şekilde gelişen teknoloji artan ve çeşitlenen irtibat yolları, Türkiye ile Türk dünyası arasında dil açısından tahrip olan anlaşma zeminini tadil etmek üzere fırsatlar yaratmıştır. Türkiye’nin bölgesinde ve küresel ölçekte sağladığı kazanımların da etkisiyle Türkiye ile Türk dünyası arasında buzlar erimektedir. Günümüzde güçlü bir şekilde Türkiye ile Türk dünyası arasında bütünleşmeden söz edilebilmektedir. Bu bütünleşmenin temelini, önce dil ve kültür çalışmaları oluşturacaktır. Ticaret ve siyaset bundan sonra gelir. Bütün lehçeleriyle birlikte Türkçe, bugün dünyanın en çok konuşulan dillerinden biridir. Bunlar arasında Türkiye Türkçesi ise müstesna bir yere sahiptir. Bunu söylemekte maksat, kesinlikle diğer Türk lehçelerini arka plana itmek, Türkiye Türkçesini bir hâkimiyet atfetmek değildir. Her bir Türk lehçesi Türk kültürü açısından değerlidir, korunması, kayıt altına alınması, gelecek nesillere öğretilmesi gerekmektedir. Bir asırlık aradan sonra Türk dünyasında, birbirilerini oldukça rahat anlayan halkların siyasi saiklerle kendi dillerini farklı şekillerde adlandırması ve dile ilişkin bir düzenleme yapılacağı zaman diğer Türk devletlerine yakınlaşmaktan mümkün oldukça imtina edilmesi üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.

Diğer yandan Türk televizyon dizileri, Türk dünyasının hemen hemen her bölgesinde izlenmektedir, Türkiye’ye daha önce hiç olmadığı kadar Türk dünyasından öğrenci gelmektedir, Türk dünyasından Türkiye’ye her kademede gidiş gelişler hızlanmıştır, muhtelif gerekçelerle Türk dünyasından gençler ve aydınlar Türkiye Türkçesine yöneliş içindedir. Bu gelişmeler Türkiye Türkçesinin, bir asır sonra “müşterek iletişim dili” olma yolunda tebarüz ettiğini düşündürmektedir. Benzer şekilde Türkiye’de gerek devlet gerekse de sivil toplum nezdinde Türk dünyasıyla ciddi olarak alakadar olmaktadır. Bunun için kamu kurumları teşkil olunmuştur. Tam da bu noktada genel anlamda Türkçe bütün Türk dünyasını birbirine kenetleyen yegâne varlıktır. Türkçenin uluslararası camiada daha güçlü ve itibarlı olması için Türk devletleri arasında “ortak alfabe” ve “ortak Türkçe” gibi konularda fikirde ve işte birliğin olması elzemdir. Özbekistan ve Kazakistan gibi ülkelerin Latin alfabesine dönüşü, Türk dünyasında bir asır sonra yeniden alfabe birliğine gidişi kuvvetlendirecektir. Nitekim Türk Dili Konuşan Ülkeler İş Birliği Konseyinin 2009 yılında kuruluşu bu konseyin 2021 yılında yeniden yapılanmayla Türk Devletler Teşkilatı adını alışı gibi adımlar siyasilerin Türk dünyasında yakınlaşmaya dair irade taşıdıklarını göstermektedir. Bu çerçevede Türkiye’nin “Türk topluluklarının müşterek dili, Türkiye Türkçesi şiarı,” yaygınlaştırmak ve bunun altını ilmî şekilde dolduracak girişimlerde bulunmak isabetli olur. Asırlık kopuşa rağmen Türkiye Türkçesi, Türk dünyasında yeniden teveccüh görmeye başlamıştır, bu teveccühünün önünü almak isteyen harici kuvvetler eskisi kadar baskın değildir ve Türkiye Türkçesi, Balkanlar’dan Türkistan’ın en ucuna kadar bütün Türk illerini kucaklayacak kifayettedir.

Netice

Dil devrimi; Anadolu’daki kültürel müktesebatta derine inemeyen ve Türkiye sınırlarının dışına uzanamayan, tarih olarak kısa ömürlü, coğrafi olarak ise kısıtlı bir dünya tasavvur edenlerin elinde, tabiri caizse Türkçeyle hesaplaşmanın bahanesine dönüşmüştür. Her ne kadar zamanla bu siyasetten vazgeçilse de bunun yarattığı tahribatın boyutu henüz tam manasıyla değerlendirilememiştir. Türk dünyasıyla, Türkiye’nin anlaşma zeminini kaybetmesi, söz konusu tahribatın bir boyutudur. Talihin iyi tarafı Sovyetlerin çöküşünü müteakiben hızla gelişen teknolojinin yarattığı fırsatlar, Türkiye’yi çok zahmete sokmadan Türk dünyasında Türkiye Türkçesine bir temayül yaratmıştır. Bu temayülde, şüphesiz Türkiye’nin cazibe merkezi olmasının da payı bulunmaktadır. Ancak dil ve kültürde Türkiye’nin Türk dünyasından asırlık kopuşunun yarattığı boşluğu hızla kapatması millî bir vazife olmalıdır. Kültür politikası tayin ederken Türkiye’yi “Edirne’den Kars’a,” diye sınırlandırmak doğru olmaz. Mesela siyaset üstü bir kurum olarak “Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Akademisi” kurulabilir, bu akademide her ülkeden temsilci bulunabilir. Akademi vasıtasıyla Türk dünyasında dil ve edebiyata ilişkin meselelerde devletlere danışmanlık yapılabilir. Bu akademi, Türk dünyasında ortak iletişim dili üzerinde mesai harcayabilir. Ataların dediği gibi, ağaç yaprağıyla gürler. Türk dünyasıyla bütünleşmiş bir Türkiye de küresel ve bölgesel camiada daha güçlü olur. Bu bütünleşme şuurlu ve sabırlı bir kültür ve dil siyasetiyle, cumhuriyetin ikinci asrında neden gerçekleşmesin? Tabii ki birinci asırda yapılan hatalardan ders çıkarmak suretiyle…

Karabatak 64. Sayı, Eylül-Ekim 2022

 

 

Bu haber toplam 511 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim