İstiklâl Marşı’ndan sonra dikkat çeken metinlerden biri de Nâzım Hikmet’in Kuvâyi Milliye Destanı’dır. Kurtuluş Savaşı’nın zor şartları içinde yazılması, millî marş olarak kabul edilmesi dolayısıyla İstiklâl Marşı, geniş halk kitlesine seslenebilen ve kabul gören bir metin olma özelliğine sahiptir. Buna karşılık Kuvâyi Milliye Destanı, İstiklâl Marşı’na göre daha dar bir çevre tarafından tanınan ve öne çıkarılan bir metin olarak anlam kazanmaktadır. Bu incelemede her iki edebî metnin anlam dünyasının ve taşıdığı mesajın karşılaştırmalı edebiyat ve metinlerarasılık çerçevesinde belirlenmesi hedeflemektedir. Burada iki metnin kuruluşu yapısı farklı olduğu için sınırlı bir karşılaştırmaya imkân bulunduğunu ifade etmek gerekir.
Edebiyat araştırmalarında sanatkâr merkezli bakış aşılıp metin merkezli okumalara ve yorumlara geçilebilirse sanat eserini daha doğru ve isabetli anlamlandırma imkânına kavuşulmuş olacaktır. Sanatkâr merkezli okumaların getirdiği problemler aslında bugün Nâmık Kemal’den Mehmet Âkif’e, Nâzım Hikmet’ten Necip Fazıl’a kadar çok sayıda sanatkârda ve eserlerinde yaşanmaktadır. Oysa eser merkezli okuma metnin ne söylediğini ortaya koyacak, insanları slogancı ve ideolojik bakıştan uzaklaştıracaktır. Eser merkezli okuma sanatkârın tamamen yok sayılmasını gerektirmeyecek, sanat eserini anlamlandırmada katkı sağladığı ölçüde sanatkâra yer verilecektir. Bu sebeple çalışmamızda metin merkezli okuma/anlamlandırma yapmak arzusundayız.
Mehmet Âkif’in 1921’de kaleme aldığı İstiklâl Marşı, Kurtuluş Savaşı’nın ruhunu ve Türk insanının bağımsızlık düşüncesini toplayıp ifade alanına taşıyan bir metindir. Bunu yaparken de kolektif bilinci yansıtan, içinde bulunulan güç şartları dile getiren, geleceğe olan umudu kuvvetle ifade eden epik bir metin olma özelliğine sahiptir. Nâzım Hikmet’in, bir tarafıyla İstiklâl Marşı’nın karşısında yer alan, İstiklâl Marşı’yla karşılaştırmalı edebiyat ve metinlerarasılık çerçevesinde okunabilecek olan Kuvâyi Milliye Destanı, farklı bir paradigma üzerine oturan modern bir destandır.
İstiklâl Marşı’nın dayandığı paradigma, millî ve dinî değerler çerçevesinde kolektif bilinci toplayarak işgale karşı oluşu ifade ederken, Kuvâyi Milliye Destanı’nda söz konusu paradigma, kaynağını maddeci dünya görüşünde bulan tarzda Batı emperyalizmine karşı oluş, yaşama arzusu ve hayatın yüceltilmesi şeklinde anlamını bulur. Kurtuluş Savaşı’nı konu alan, birincisi Kurtuluş Savaşı’nın içinde, ikincisi sonraki yıllarda doğan her iki metin de kurtuluşu ve bağımsızlığı öngörmekte birleşir. Fakat hareket noktalarında, metinlerin derin yapısında ve bunlara bağlı olarak vardıkları sonuçta ayrıntıda kalan dikkate değer farklar bulunmaktadır. İstiklâl Marşı, kaynağını moral değerlerde bulan hürriyet ve bağımsızlık düşüncesine bağlanırken, içinde İstiklâl Marşı’na ve Mehmet Âkif’in dünya algısına karşı oluşu da barındıran Kuvâyi Milliye Destanı, maddeci dünya görüşü çerçevesinde emperyalizme karşı oluşa ve yaşama arzusuna bağlanır.
Kurtuluş Savaşı’nın sürdüğü, henüz büyük mücadelenin yapılmadığı sırada, 1921 başlarında yazılan ve meclis tarafından millî marş olarak kabul edilen İstiklâl Marşı, Türk halkının Batılı işgal güçlerine karşı verdiği mücadelenin ruhunu geniş olarak yansıtır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açtığı millî marş yarışmasına gönderilen 724 metnin beğenilmemesi üzerine Mehmet Âkif’ten bir şiir yazması istenmesi, bunun sonucu “Kahraman Ordumuza” ithafıyla yazdığı şiirin önce cephedeki askerlere gönderilip görüşlerine başvurulması, cephedeki askerler tarafından beğeniyle karşılanması, sonra 12 Mart 1921’de mecliste arka arkaya defalarca okunarak millî marş olarak ayakta alkışlanmak suretiyle “ittifaka yakın bir ekseriyet-i azime ile ve pek sürekli alkışlarla kabul edilmiş”[1] olması da bunu gösterir.
İstiklâl Marşı gibi Kuvâyi Milliye Destanı’nın da istek üzerine yazıldığı ifade edilmektedir. Memet Fuat, Kuvâyi Milliye Destanı’nın Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer ile Ali Fuat Cebesoy’un teşvik ve isteği ile yazılmaya başlandığını ifade eder.[2] Yalçın Küçük de KuvâyiMilliye Destanı için “(...) af vaatleriyle, hapisteki büyük şaire ‘sipariş’ verildiğini bili- yoruz.”[3] demektedir. Nâzım Hikmet’in Bursa Cezaevi’nden Kemal Tahir’e gönderdiği “13. 9. 941” tarihli mektupta “Bilirsin ya Milli Kurtuluş hareketine dair bir büyük ve yazılmakta olan destanım vardı, hani bizim dayı Ali Fuat Paşa ile İsmet Paşa pek beğenmişlerdi, işte onu devam ettiriyorum.”[4] cümleleri kayıtlıdır. Nâzım Hikmet’in ifade ettiği gibi, dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün henüz bitmemiş bir destanın parçalarını okuması Yalçın Küçük’ün ileri sürdüğü görüşün doğru olabileceği anlamını taşır.
Kaynağını inanç sisteminde ve millî duygularda bulan İstiklâl Marşı, estetik değeri yüksek epik ve lirik bir metin olma özelliğine sahiptir. Halkın kolektif duyuş ve düşünüşünü yansıtacak mahiyettedir. Bu konuda Mehmet Kaplan,
“İstiklâl Savaşı’na bütün varlığı ile katılan Âkif, bu savaşa iştirak edenlerin duygu ve inançlarına bizzat sahip olduğu için, onlara en iyi tercüman olmuştur. Şiiri söyleyen Âkif olmakla beraber, aslında o, kendi beni ile birleştirdiği Türk milletinin duygu ve inancını dile getirir. Burada Âkif’in yaptığı, o yıllarda en olgun seviyeye ulaşan şiir kudretiyle bu ortak imana bütün milletin benimseyebileceği bir şekilde üslûp ve ifâde vermek olmuştur.”[5]
demektedir. Mehmet Kaplan’ın “bu ortak imana bütün milletin benimseyebileceği bir şekilde üslûp ve ifâde vermek olmuştur” şeklindeki genellemesinde yer alan “bütün milletin” kelime grubu Türk halkının büyük çoğunluğu şeklinde değerlendirildiğinde anlam kazanır. İstiklâl Marşı’nın mecliste oylanması sırasında bu metnin millî marş olarak kabulüne karşı çıkanların bulunduğu, daha sonraki yıllarda da zaman zaman İstiklâl Marşı’na karşı bazı girişimlerin ortaya çıktığı bilinmektedir. Ayrıca Kurtuluş Savaşı’na katılmayan ve hatta karşı çıkan kesimlerin olduğu da tarihî bir gerçektir. Fakat bütün bunlar İstiklâl Marşı’nın toplumun büyük kesimince millî marş olarak kabul gördüğü, Kurtuluş Savaşı’na da halkın büyük kesiminin katıldığı gerçeğini değiştirmez.
Burada öncelikle İstiklâl Marşı’nın anlamı ve mesaj değeri üzerinde durmak gerekecektir. İstiklâl Marşı, her şeyden önce millî romantik duyuş ve düşünüş tarzıyla kaleme alınmış bir metindir. Türk edebiyatında Nâmık Kemal’den itibaren kökleşmeye başlayan vatan, millet, hürriyet ve devlet kavramları çevresindeki epistemoloji üzerine oturur. Bu epistemolojide milletin değerler bütünüyle birlikte varlığını sürdürebilmesi hürriyetle, vatanla ve devletle mümkündür. Bunlardan birinin olmadığı yerde diğerlerinin gereğince varlık kazanması mümkün değildir. Millet varlığının sürdürülebilmesinde vatan, merkezi rol üstlenir. Bu merkezi rolde başlıca iki öge söz konusudur. Bunlardan biri üzerinde yaşanan coğrafya yani vatanlaşmış bir mekân olmadığı sürece millet olma sürecini tamam- layamama veya sürdürememe durumu, diğeri ise emperyalist güçlerin sömürü ve işgal alanı olarak vatan coğrafyasını görmesidir. Millet varlığının süreklilik kazanması vatanla mümkün olduğu gibi, hür ve bağımsız yaşamak, bir devlete sahip olmak da vatanla mümkündür. Ayrıca, inanç sistemi de vatan sevgisini öngörür. Romantik duyarlılıkla birleşen böyle bir bilinç, vatanı yüceltmeye (sublime) yönelir, ona üstün değerler yükleyerek farkındalığını artırır. Bu noktada millet varlığının kendisini gerçekleştirdiği mekân olan vatana işgalci güçlerin yönelmesi tehdit ögesini yaratır ve bütün dikkatlerin onun üzerinde toplanmasına zemin hazırlar. Bu da kuvvetli bir savunma mekanizmasının devreye girmesini sağlar. İstiklâl Marşı’nı temel anlam çerçevesinde okuduğumuzda,
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır; hakka tapan, milletimin istiklâl.[6]
mısralarında görüldüğü üzere, başlangıcı bilinmeyen zamandan bu yana hür yaşamış olan Türk milletinin zorlu günleri aşarak yine hür yaşayacağı, hür ve bağımsız yaşamanın Hakk’a inandığı için onun hakkı olduğu ifade edilir. İstiklâl Marşı’nın böyle bir anlam ilgisi üzerine kurulması, geleceğe yönelik anlam taşıması, içinde bulunulan işgâl şartlarıyla doğrudan ilgilidir. İşgal edilmiş bir ülkenin bağımsızlık mücadelesi içinden söylenmektedir. Daha çok gelecek zaman ve geniş zaman kipi üzerine kurulan metin, adına ve yazılışına uygun olarak geleceği olumlayan mesaj yüklenir.
İstiklâl Marşı gibi kurtuluşu ve bağımsızlığı öngören Kuvâyi Milliye Destanı, Kurtuluş Savaşı’ndan yaklaşık yirmi yıl sonra yazıldığı için sonuçlanmış olaylar dizisini belirli bir bakış açısından canlandırır ve buna bağlı bir anlam çerçevesi kurar. Bu canlandırma daha çok geçmiş zaman ve şimdiki zaman kipi üzerine kurulur. Esasen Nâzım Hikmet de Türk halkını tarihî sürece bağlı olarak geçmişten yaşanan zamana kadar geçirdiği safhaları toplayan bir bakışla kavrama yoluna gider. Türk halkını tarihî süreç içerisinde Kurtuluş Savaşı yıllarında konumlandıran Kuvâyi Milliye Destanı’nın da ucu geleceğe doğru açılır. Mehmet Âkif’in tarihî sürecin dinamiği olarak moral değerleri kurgulamasına karşılık Nâzım Hikmet, diyalektik materyalizmi bu sürecin merkezine yerleştirir.
Manzum hikâyelerinde ve diyaloglarında natüralist anlayışa yaklaşan Mehmet Âkif, lirik ve epik söyleyişlerinde genellikle romantik bir idealist sanatkâr kişiliğine bürünür. Manzum hikâyelerinde ve diyaloglarında olayları ve olguları belirleyici olan akıldır. Lirik ve epik söyleyişlerde ise belirleyici öge duygudur. Onun asıl şiir sanatı dairesinde değerlendirilebilecek kalem ürünleri de bu lirik ve epik söyleyişe bağlı kalınarak yazılanlardır. İstiklâl Marşı’nı bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
İstiklâl Marşı, milletin bağımsızlık mücadelesini ifadeye yönelik bütünlük gösteren bir metindir. Şiirsel söylem üzerine kurulmuştur. İçinde bir öykü barındırmaz. Kurtuluş Savaşı yıllarının çeşitli tablolarını canlandıran Nâzım Hikmet’in Kuvâyi Milliye Destanı ise yer yer şiirsel söyleme bağlı lirik özellik kazanmakla ve içinde romantik ögeler barındırmakla birlikte iç içe geçmiş çok sayıda realist öyküden oluşan epik bir metindir. Bu sebeple edebî metin olarak Kuvâyi Milliye Destanı iç içe geçmiş öyküler bütünü şeklinde metin halkalarına ayrılarak okunmaya müsaittir. Bu metin halkalarından her biri Kurtuluş Savaşı’nın bir cephesini ve Anadolu insanının çeşitli özelliklerini göstermeye yönelik anlam taşır. Metin halkaları birleştirildiğinde de Kuvâyi Milliye Destanı’nın topluca anlamı ortaya çıkar.
İstiklâl Marşı’nda kişi, şehir, ülke isimleri ve bunların kahramanlıkları yer almaz. Şair, bayrağı kişileştirir ve ona sembolik anlam yükleyerek soyutlama yoluyla metnini kurar. Buna karşılık Kuvâyi Milliye Destanı’nda ülke, millet, şehir, deniz, nehir ve çok sayıda kişi adı yer alır. Bu ülkeler, milletler, şehirler, denizler, nehirler çoğu kez birkaç fırça darbesiyle özellikleri belirginleştirilen yapıda karşımıza çıkar. Önemli bir kısmı yaşanan hayattan alınmış izlenimi uyandıran adı geçen kişiler tasvir ve tahlil metoduyla edebî eserin dünyasında bir tip veya karaktere dönüşür. Nâzım Hikmet, böyle bir teknikle bağımsızlık mücadelesini yapan kişileri çoğu kez birer somut varlık hâlinde edebî eserin dünyasına taşıma yoluna gider. Bu durum, romantik sanatkârların soyutlamaya gitmesi ilkesine karşılık realistlerin somut olanı ifadeye yönelmesiyle ilişkilendirilebilir.
İstiklâl Marşı’nın sunduğu kahraman imgesi, bütünlük taşıyan millet varlığını gösterir.
Kuvâyi Milliye Destanı’nda kahraman tipini daha çok Türk köylüsü, emekçi sınıf oluşturur. “Nâzım Hikmet’in Kuvâyi Milliye’sinde köylüler, hem bağımsızlık savaşının öncü gücünü temsil ederler, hem de sınıf çatışmalarını barındıran bir tarihsel sürecin öznelerine dö- nüşürler.”[7] Kurtuluş Savaşı’nı yapan komutanların yerlerine sıradan insanların, özellikle köylülerin seçilmesi şairin bağlı olduğu dünya anlayışının ve gerçekliği kavrayışının bir sonucudur. Metinde Kocatepe’de taarruzdan önce birkaç fırça darbesiyle çizilen Mustafa Kemal imgesinin ve Darülmuallimin mezunu Nurettin Eşfak’ın dışında aydın kesimden pek kimse yer almaz. Şair,
“destânımızda yalnız onların mâceraları vardır.”[8]
derken geniş halk kitlesinin destanını yazacağını açıkça belirtir.
O, Türk insanını, Türk köylülerini, durağan ve belirginlik kazanmış kahraman tipi yerine çelişkileri, bocalamaları, cesaretleri, korkuları, ihaneti ve sadakatiyle hareketli, değişken karakterler şeklinde çizme yoluna gider. Bu geniş manzara içerisinde kağnılar ve âletlerle birlikte kadınlar da yerini alır. Bu da onun gerçekçilik kavrayışıyla tarihsel ve diyalektik materyalizm anlayışının sonucudur.
İstiklâl Marşı millet kavramı çerçevesinde varlık kazanır. Metinde dört defa geçen millet kelimesinin kavram alanı şairin Türk insanına bütüncül bakışını yansıtma gücüne sahiptir. Kuvâyi Milliye Destanı’nında millet kavramı geçmekle birlikte halk daha geniş yer tutar. İstiklâl Marşı’nda halk kelimesinin hiç yer almamasına karşılık Kuvâyi Milliye Destanı’nında altı defa halk kelimesi yer alır. Millet kelimesine ise beş defa yer verilir. Nâzım Hikmet’in millet kelimesinden çok halk kelimesine yer vermesi onun hayat algısı ve ideolojik arka planı yanında Türk insanını çeşitli yönleri ve toplum kesimleriyle yansıtmak istemesinden kaynaklandığı söylenebilir.
İstiklâl Marşı’nda geleneğe bağlı olarak millet varlığında kahramanlık idealize edilir. Millet, sınıfsız ve çelişkisiz bütünlük gösterir. Bunda romantizmin idealize etme ve yüceltme ilkesinin rol oynadığı söylenebilir. Şair, kolektif duyuş ve düşünüşü metnin merkezine yerleştirerek kahraman imgesi çevresinde millet varlığını idealize eder. Metinde yer alan şu mısralar öz güvenin yanında “Ben” zamiri çevresinde idealize edilmiş insan tipini sergilemeye yarar:
“Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.”[9]
Kuvâyi Milliye Destanı’nda ise tek insan kütlesinden değil, parçalılıktan söz edilebilir. Nâzım Hikmet, bir tarafıyla alışılmış kahraman tipini yaşatırken diğer yandan geleneğin belirlediği kahraman tipini yıkar. Kurtuluş Savaşı’nı yapan insanlar, Türk köylüsü hem cesurdur, mücadelecidir, korkusuzca önüne çıkan engeli aşar, hem de savaştan kaçan, korkan, yılgın kişilerdir. Metinde bunu “Türk Köylüsü” ve aşağıya aktaracağımız karşıtlıkların birlikteliğini sergileyen “Onlar” başlıklı başlangıç kısmı başta olmak üzere destanın bütününde görmek mümkündür:
“Onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
câhil,
hakîm
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır,
destânımızda yalnız onların mâceraları vardır.
Onlar ki uyup hainin iğvâsına
sancaklarını elden yere düşürürler
ve düşmanı meydanda koyup
kaçarlar evlerine
ve onlar ki bir nice murtada hançer üşürürler
ve yeşil bir ağaç gibi gülen
ve merasimsiz ağlayan
ve ana avrat küfreden ki onlardır,
destânımızda yalnız onların mâceraları vardır.
Demir,
kömür
ve şeker
ve kırmızı bakır
ve mensucat
ve sevda ve zulüm ve hayat
ve bilcümle sanayi kollarının
ve gökyüzü
ve sahra
ve mavi okyanus
ve kederli nehir yollarının,
sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı bir şafak vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenarından onlar ağır ellerini toprağa basıp doğruldukları zaman.
En bilgin aynalara
en renkli şekilleri aksettiren onlardır.
Asırda onlar yendi, onlar yenildi.
Çok sözler edildi onlara dair
ve onlar için:
zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur, denildi.”[10]
Nâzım Hikmet’in, bir tarafıyla İstiklâl Marşı’nın karşısına konabilecek ve metinlerarasılık çerçevesinde okunabilecek olan Kuvâyi Milliye Destanı, farklı bir paradigma üzerine kurulur. İstiklâl Marşı’nın dayandığı paradigma, millî ve dinî değerler çerçevesinde kolektif bilinci toplayarak işgale karşı oluşu ifade ederken, Kuvâyi Milliye Destanı’nda söz konusu paradigma, Batı emperyalizmine karşı oluş, yaşama arzusu ve hayatın yüceltilmesi şeklinde anlamını bulur. Kurtuluş Savaşı’nı konu alan yahut daha doğru söyleyişle Kurtuluş Savaşı’nın içinden doğan her iki metin de kahramanlık temi etrafında kurtuluşu öngörür. Fakat, hareket noktalarında ve vardıkları sonuçta ayrıntıda kalan dikkate değer farklar bulunmaktadır.
Kuvâyi Milliye Destanı’nda Nâzım Hikmet, İstiklâl Marşı’nın millî ve dinî referanslı söyleminden farklı, kapitalist-emperyalist Batı karşıtı, Türk halkının kurtuluşunu ifadeye yönelik ideolojik temele yaslanan bir söylem geliştirir. İdeolojik katmanı örtük bir dille ifade alanına taşıyan bu söylem, sosyalist düşünce çerçevesinde Marksist dünya görüşünde kaynağını bulur. Böyle olunca da o, Kurtuluş Savaşı’na “alışılmış ‘kahramanlık öyküsü’ anlayışından farklı” bakar.[11] Metin, anlamını açıkça vermese de materyalist, sosyalist dünya görüşü eserin “iç örgülerinde” kuvvetle hissedilir.[12] Durum böyle olunca da Nâzım Hikmet’in Kuvâyi Milliye Destanı’nda İstiklâl Marşı’na ve onun şairi Mehmet Âkif’e karşı geliştirdiği söylem de anlamını bulur. Alâattin Karaca’nın da ifade ettiği gibi, Kuvâyi Milliye Destanı’nda,
"(...) çok net olarak ifade edilmese de Sosyalist bakış açısı, bu yapıtın iç örgülerinde de kuvvetle duyumsanmaktadır. Kurtuluş Savaşı’nı ele alan dindar ya da ulusçu yazar ve şairlerin yapıtları göz önüne alındığında, bu bakış açısı farkı hemen kendini göstermektedir. Ulusçu veya dindar yazarların bu tür yapıtlarında, savaşın dinsel ve ulusal değerleri korumak için yapıldığı, dinsel ve ulusal değerlerin askere güç kattığı görüşü egemendir. Bunun için çoğu kez, dinsel ve ulusal değerlere göndermeler yapılır. Oysa Nâzım Hikmet, yapıtında bu tür referanslara yer vermez, hatta Nurettin Eşfak’ın ağzından İstiklâl Marşı’yla ilgili yaptığı değerlendirmelerde, savaşta dinsel inançlara yer olmadığını, yazgının yine insan tarafından belirlendiği düşüncesini”[13]
dile getirir:
Nâzım Hikmet, Kuvâyi Milliye Destanı’yla Kurtuluş Savaşı yılları Türkiye’sinin iç tarihini yazmayı dener. O, Türkiye’nin iç tarihini belirli bir perspektiften, ideolojinin zeminini kurduğu bakış açısından dikkatlere sunar. Daha baştan destanın merkezine tarım işçisi durumundaki köylüyü, emekçi sınıfı öne çıkaracak şekilde alması, “Başlangıç” bölümünde Türk köylüsü, bir başka söyleyişle tarım işçisi için,
zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,[14]
mısraını Karl Marks’tan ödünçlemiş olması bunu gösterir. Türkiye’nin iç tarihinin yazımında Kurtuluş Savaşı öncesinden başlayarak İttihat ve Terakki mensuplarının yurt dışına kaçışı, İstanbul’un işgali, İzmir’in işgali, Erzurum ve Sivas Kongreleri, Maraş, Urfa, Antep direnişleri gibi çeşitli gelişmeler geniş perspektiften küçük temaslarla dikkatlere sunulur. Kronolojik çizgide çeşitli gelişmeler, işgale karşı direnişin örgütlenişi kişilerin dramıyla birlikte nakledilir. Savaşın safhaları, kahramanlık duygusuyla destansı ifadeye kavuşturularak coşkun bir söyleyişle ifade alanına taşınır. Sonunda Türk halkı emperyalist işgalci güçlere karşı var olma ve yaşama savaşını kazanır. İstiklâl Marşı’nda savaşın safhaları ve tarihi hikâye edilmez. Kazanılmış bir mücadeleden değil, kazanılacak bir mücadeleden söz edilir.
Anadolu insanının tarihsel gerçekliğini kavramayı hedefleyen Nâzım Hikmet’in Kuvâyi Milliye Destanı, bir tarafıyla İstiklâl Marşı’nın karşında yer alır. O, Kuvâyi Milliye Destanı’nda İstiklâl Marşı’na ve Mehmet Âkif’e karşı ironik bir dil geliştirir. Şair, Kuvâyi Milliye Destanı’nın “Sekizinci Bab”ında “Darülmuallimin mezunu Nurettin Eşfak”ı bulunduğu şartlar içerisinde önce tanıtır, sonra da onun gözüyle İstiklâl Marşı’na bakış getirir:
“Saat beşe on var.
Kırk dakka sonra şafak
sökecek.
‘Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak’.
Tınaztepe’ye karşı Kömürtepe güneyinde
On beşinci Piyade Fırkası’ndan iki ihtiyat zabiti
ve onların genci, uzunu, Darülmuallimin mezunu Nurettin Eşfak, mavzer tabancasının emniyetiyle oynayarak konuşuyor:
- Bizim İstiklâl Marşı'nda aksıyan bir taraf var, bilmem, nasıl anlatsam, Âkif, büyük şair, inanmış adam, fakat onun, ben, inandıklarının hepsine inanmıyorum.
Beni burda tutan şey, şehit olmak vecdi mi, sanmıyorum.
Meselâ, bakın:
“Gelecektir sana vaadettiği günler Hakkın.”
Hayır, gelecek günler için gökten âyet inmedi bize.
Onu biz, kendimiz vaadettik kendimize.”[15] metnin özellikle, “Hayır, Gelecek günler için gökten âyet inmedi bize. Onu biz, kendimiz vaadettik kendimize.”
kısmında İstiklâl Marşı’nın taşıdığı inanç merkezli anlam dünyasına karşı çıkışı ifade eder. Bu da Marksist-materyalist dünya görüşüne bağlanan şairin genel davranışının bir parçası olarak anlam kazanır. O, yine Mehmet Âkif’i kastederek,
“fakat onun, ben, inandıklarının hepsine inanmıyorum.
Beni burda tutan şey, şehit olmak vecdi mi, sanmıyorum.” derken, Mehmet Âkif’in, İstiklâl Marşı’nın genelinde ve özellikle de, “Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.”[16]
mısralarında ifadesini bulan şehitlik konusu çerçevesindeki inanç merkezli bakışına eleştiri getirir. Bu, aynı zamanda kaynağını inanç sisteminden alan Türk halkının şehitlik algısına yöneltilen bir eleştiridir. Oysa millî değerleri ve inanç sistemini merkeze alan anlayışa göre “İstiklâl Savaşı’nın kazanılmasında dini inancın büyük rolü olmuştur.”[17] Bu çerçevede Nâzım Hikmet’in İstiklâl Savaşı’na bakışında tarihin gerçekliğinden çok ideolojinin belirleyiciliğine dayandığını söylemek doğru olacaktır. Onun getirdiği ironik ve eleştirel bakışın temelinde bağlanmış olduğu Marksist-materyalist dünya görüşünün yattığını ifade etmek gerekir. Kuvâyi Milliye Destanı’ndan yukarıya aktardığımız mısraları takiben İstiklâl Marşı’ndaki,
“Kim bilir belki yarın belki yarından da yakın...”
mısraından hareketle Nâzım Hikmet, İstiklâl Marşı’yla ironik düzlemde metinlerarasılık kuran bir üslûpla şunları ilâve eder:
“Bir şarkı istiyorum
zaferden sonrasına dair.
‘Kim bilir belki yarın...’ ”[18]
Böylece Nâzım Hikmet, İstiklâl Harbi’ni yapan Meclis’in, henüz Sakarya Meydan Savaşı’nın kazanılmadığı, Büyük Taarruz’un yapılmadığı bir sırada (12 Mart 1921) büyük çoğunlukla kabul etmiş olduğu İstiklâl Marşı’nı, onun dayandığı fikrî temelleri ve taşıdığı mesajı ironik ifadenin sınırlarını genişleterek açık ironiye dönüştürür ve olumsuzlar.[19]
Nâzım Hikmet’in Kurtuluş Savaşı’nı konu alan metni Kuvâyi Milliye Destanı’yla sınırlı kalmaz. Onun Kuvâyi Milliye Destanı’nın metin dışı kalmış uzantısı veya parçası olarak değerlendirilebilecek Ressam Avni Arbaş’ın Kuvâyi Milliye tablosundan hareketle Sovyet Bloğunda yer alan Çekeslovakya’da 1958’de yazdığı Avni’nin Atları’nda,
“Kuvâyi Milliye gelecek yine,
şahin atlar aşarak yeli
Çiğneyecek gâvuru da, Anzavur’u da
Kuvâyi Milliye gelecek yine
hem bu sefer ayyıldızlı bayrağı da orakçekiçli.”[20]
derken özellikle son mısrada, “hem bu sefer ayyıldızlı bayrağı da orakçekiçli” söyleyişinde ideolojik anlam kendini açıkça ortaya koyar. Şair, eksik kalmış bir “kuvayi milliye” algısı içinde onu tamamlamak ister görünmektedir.
Buraya kadar söylediklerimizi de dikkate alarak İstiklâl Marşı’nın anlamını son iki mısra- nın,
“Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır; hakka tapan, milletimin istiklâl.”[21] topladığını söylemek doğru olacaktır. Kuvâyi Milliye Destanı’nın ise temel anlamı,
“Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak ve ipek bir halıya benziyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, yok edin insanın insana kulluğunu, bu dâvet bizim...
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim...”[22]
mısraları etrafında toplamak mümkün görünmektedir.
Bütün bu söylediklerimizden sonra İstiklâl Marşı ile Kuvâyi Milliye Destanı’ndan çıkanları şu maddeler etrafında toplamak mümkün görünmektedir:
- İstiklâl Marşı, Kurtuluş Savaşı’nın içinde varlık kazanmıştır. Buna karşılık Kuvâyi Milliye Destanı, Kurtuluş Savaşı’ndan yaklaşık yirmi yıl sonra yazılmıştır.
- İstiklâl Marşı, millî ve dinî değerler etrafında varlık kazanır. Bağımsızlığı ve hürriyeti öngörür. Kuvâyi Milliye Destanı, diyalektik materyalizme bağlı olarak yaşama arzusu etrafında varlık kazanır. Bağımsızlığı ve hürriyeti öngörür.
- İstiklâl Marşı, romantizme ve idealist dünya görüşüne bağlıdır. Kuvâyi Milliye Destanı, sosyalist realizme ve maddeci dünya görüşüne bağlıdır. Bunun yanında yer yer destan kişilerinin moral değerlerine yer verilir.
- İstiklâl Marşı, şiir formunda yazılmıştır ve şiirsel söyleme sahiptir. İçinde öykü yer almaz. Kuvâyi Milliye Destanı, serbest şiir formunda yazılmış, şiirsel söylemle düzyazıya özgü söylemin iç içe geçtiği bir metindir. İçinde çeşitli öyküleri barındırır.
- İstiklâl Marşı, Türk milletini tarihî süreciyle birlikte, bilinmeyen uzak geçmişten ucu açık gelecek zamana doğru genişleyen bir akışın içerisinde bayrak sembolü etrafında anlamlandırır. Kuvâyi Milliye Destanı’nda merkezîleşen sembolik varlık yer almaz. Halk mer- kezîleştirilir. Türk halkını İstiklâl Marşı gibi Kuvâyi Milliye Destanı da tarihin akışı içerisinde karakteristik yanlarıyla yansıtma çabası içindedir.
- İstiklâl Marşı’nda millet, Kuvâyi Milliye Destanı’nda halk kavramı öne çıkar.
- İstiklâl Marşı, Türk milletini bir bütün olarak sunan, farklı toplum katmanlarını dile getirmeyen bir metindir. Kuvâyi Milliye Destanı ise Türk halkının çeşitli kesimlerini kendi gerçekliği ve çelişkileri içerisinde sergilemeye yönelen bir metindir.
- İstiklâl Marşı, geleneğin belirlediği kahraman tipi etrafında varlık kazanır. Kuvâyi Milliye Destanı’nda ise şair, geleneğin yüklediği kahramanın olağanüstülüğünü yıkarak onu insanîleştirir, sıradanlaştırır.
Kaynakça
Akın, Cahit, “Nazım Hikmetin Kuvâyi Milliyesi’nde Köylüye Toplumcu Gerçekçi Bakış”, Littera Edebiyat Yazıları, S. 18, 2003, s. 213-230.
Ersoy, Mehmet Âkif, Safahat, (Haz. Orhan Okay-Mustafa İsen), Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1992.
Kaplan, Mehmet, “İstiklâl Marşı’nın Tahlili”, Türk Edebiyatı, nr. 158, Aralık 1986, s. 56-58.
Karaca, Alâattin, “Efsane Şair Nâzım Hikmet’in Kuvâ-yı Milliye Destanı’na Efsanenin Dışından Bakmaya Çalışmak”, Hece Türkçenin Sürgün Şairi Nâzım Hikmet Özel Sayısı, nr. 121, Ocak 2007, s. 185-193.
Küçük, Yalçın, Sırlar, Salyangoz Yayınları, İstanbul 2006.
Memet Fuat, Nâzım Hikmet, Adam Yayınları, İstanbul 2000.
Nâzım Hikmet, Kuvâyi Milliye, Şiirler: 3, Adam Yayınları, İstanbul 1987.
Kemal Tahir’e Mapusaneden Mektuplar, Ad Yayıncılık A. Ş., İstanbul 1996.
Bursa Cezaevinden Vâ-Nû’lara Mektuplar, Cem Yayınları, İstanbul 1970.
Yazılar (1937-1962) Yazılar 5, Adam Yayınları, 7. Baskı, İstanbul 1996.
Yeni Şiirler Şiirler 6, YKY, İstanbul 2002.
Sebilü’r-Reşad, 21 Mart 1337-11 Recep 1339, C. 19, S. 472, s. 38.
Türkiye Yazarlar Birliği'nin vefatının 90. yılında Âkif'i anmak için düzenlediği bilgi şöleninin tebliğlerini içeren kitap, TYB'nin 45., Mehmet Âkif Ersoy Araştırmaları Merkezi'nin 6. kitabı...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.