• İstanbul 14 °C
  • Ankara 11 °C

Dr. Öğr. Üyesi Mert Öksüz: Ahmet Mithat Efendi’nin Zübdetü’l-Hakayık’ı ve Kitabın Bilinmeyen İki Çevirisi

Dr. Öğr. Üyesi Mert Öksüz: Ahmet Mithat Efendi’nin Zübdetü’l-Hakayık’ı ve Kitabın Bilinmeyen İki Çevirisi
TYB Akademi 29 / Mayıs 2020 / 21. Yüzyılda Türkçe

3 Mart 1878’de imzalanan Ayastefanos Antlaşması’nın üzerinden henüz bir ay geçmişken Ahmet Mithat Efendi Zübdetü’l-Hakayık adlı kitabını yayımlar. Kitap bir yıl sonra da Rusçaya çevrilir. On dokuzuncu yüzyılda Türkçe kitapların kısa sürelerde yabancı dillere çevrilmesi alışılmış bir durum değildir. Daha ilginci ise kitaba olan uluslararası ilginin bu çeviriyle sınırlı kalmamasıdır. Rusçasından bir yıl sonra kitabın Almanca çevirisi de çıkar.

Kitabın kısa sürede iki dile çevrilmesinin nedeni, askerî ve siyasi tarih bakımından taşıdığı değerdir. Zübdetü’l-Hakayık, 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı hakkında Türkçede yayımlanmış ilk kitaplardandır ve daha önemlisi kitabın neredeyse tamamı, Osmanlı Devleti’nin savaş sırasındaki resmî yazışmalarından oluşmaktadır.

Dört bölümden oluşan bu makalede önce Zübdetü’l-Hakayık içeriği açısından tanıtılacak, sonrasında “konum, hakikat ve mağlubiyet” kavramları bağlamında kitap yorumlanacaktır. Makalenin üçüncü ve dördüncü bölümündeyse Zübdetü’l-Hakayık’ın bugüne kadar Türk tarih, edebiyat ve çeviri literatüründe adı geçmemiş Rusça ve Almanca iki çevirisi tanıtılacaktır.

1. Mithat Efendi’nin Müverrihlikte İkinci Yılı: Zübdetü’l-Hakayık

Sultan Abdülaziz döneminde rejimle aynı dili konuşmayan, muhalif ve sürgün yazarlardan Ahmet Mithat Efendi, II. Abdülhamit’in cülusundan sonraysa genç sultana yakın olmuş ve onun teveccühünü kazanmıştır. Bunun sonucu olarak önce Takvim-i Vekayi sonrasında da Matbaa-i Amire müdürlüğüne getirilen Mithat Efendi, padişahın isteği ve onayı doğrultusunda iki tarih kitabı hazırlamıştır.

Kitaplardan ilki Üss-i İnkılap (I. cilt 1877-II. cilt 1878) ikincisi de Zübdetü’l-Hakayık’tır[1] (1878). Üss-i İnkılap, Ahmet Mithat Efendi’nin meşhur kitaplarındandır. “Yazar, iki cilt hâlinde neşrettiği bu çalışmasında Kırım Harbi’nden başlayarak Sultan II. Abdülhamit’in tahta geçtiği ilk seneye kadar olan dönemin manzarasını resmetmiş, bu çalkantılı dönemin siyasi olaylarını, ekonomik gelişmelerini ve bunların toplum hayatına yansımalarını kaleme almıştır.” (Uysal, 2013: 11). Üss-i İnkılap’ın ön sözü konuyla ilgili incelemelerde (Tanpınar, 2001: 452; Dayanç, 2012: 846), Osmanlıcılık ideolojisinin II. Abdülhamit’in onayından geçmiş bir beyannamesi, dolayısıyla resmî devlet anlayışının bir tezahürü olarak da görülür.

Üss-i İnkılap’ın tanınmasının önemli nedeni, yeni rejimin isteğiyle yazılan kitabın uyandırdığı muhalif tepkilerdir. Güncel siyasi gelişmelerle ilgili metinler üretildiğinde yazanın ve yazdıranın tercihleriyle ilgili olarak çeşitli tepkilerin doğacağı kesindir. “Üss-i İnkılap vesilesiyle veyahut bu kitap bağlamında Ahmet Midhat Efendi de ağır eleştirilere maruz kalmıştır. Abdülhamid’i temize çıkarmak, binlik banknotlara dayanamayarak Saray’a yaranmak gibi zaman zaman eleştiri sınırlarını da aşan itham”larla (Karataş, 2012: 313)[2] karşılaşmıştır. Siyasi iktidara yakın durarak üstüne aldığı Üss-i İnkılap yazarlığının Mithat Efendi’ye geri dönüşü, Türk edebiyat tarihindeki etiketleme örneklerinden de biridir. Birey ya da grup bir şekilde etiketlendiğinde, ikincil statüsü konumundaki etiket (örneğin Üss-i İnkılap yazarlığı) ona dair en önemli şey, birinci statü (üstat, hâce-i evvel, yazar, vb.) yerine geçebilmektedir[3]. Hüseyin Cahit’in Ahmet Mithat Efendi ihtifalindeki sözleri, grubu rahatsız ve rencide etmiş davranışları nedeniyle (Üss-i İnkılap’ı yazmak) öteki konumundaki bireyin ikincil statüsünün karakteristik hâline nasıl getirildiğini gösterir:

Ahmet Midhat Efendiye bu kadar hürmet ettiğimiz ve hizmetini bildiğimiz halde acaba edebiyat-ı cedide hareketiyle neden arasında bir münaferet çıkmıştır? Ve Fikret neden onun hakkında “timsal-i cehalet” hicviyesini yazmıştır? Bunu edebiyat-ı cedidecilerin hürriyet aşklarında ve istibdada karşı besledikleri nefrette aramalıdır. Saraya temas eden ve ona taraftarlıkta bulunan her şey ve her adam edebiyatı cedideciler nazarında menfurdu, bir düşmandı. İşte Ahmet Midhat Efendi bu bakımdan az çok, haklı haksız tarafımızdan muaheze ediliyordu. Çünkü Ahmet Mithat Efendi Üss-i İnkılâp muharriri idi.” (Yalçın, 1955: 72)

Üss-i İnkılap’ın birinci cildinden sonra çıkmış Zübdetü’l-Hakayık ise Ahmet Mithat Efendi’nin tarih yazıcılığı mesleğindeki ikinci yılının ürünüdür. Kitap, Üss-i İnkılap kadar dikkat çekmemiş ama onun gibi ağır eleştirilere de maruz kalmamıştır. Yine de konuyla ilgili kişi ve araştırmacılar kitabın taraflı tutumuna dair ileriki bölümde örneğini görebileceğiniz eleştiriler yöneltmişlerdir.

Eleştirilerin yanında Jön Türklerin önde gelenlerinden bu kitabı beğenen de olmuştur. Örneğin Namık Kemal, Zübdetü’l-Hakayık’ı uykusuz kalıp yedi saatte okuduktan sonra damadına şöyle yazar: “Mübarek kitap bana uykuyu terk ettirdi. (…) Kitap beni Mithat’a bile ‘Allah razı olsun!’ demek zorunda bıraktı. Eğer Zübde’yi baştan aşağı okumamış isen, bu sözlerime tabii taaccüp edersin.” (Tansel, 1969: 147). Namık Kemal, o dönemde Üss-i İnkılap nedeniyle hiç hoşlanmadığı Mithat Efendi’nin kitabını neden beğendi? Bu gerekçeyi de damadına açıklama ihtiyacı duyar. Beğenisinin Mithat Efendi’den değil, kitaptaki belgelerden kaynaklandığını belirtir.

Namık Kemal’in beğendiği Zübdetü’l-Hakayık, günümüz diliyle “hakikatlerin özü” demektir. Ayastefanos Antlaşması’nın (3 Mart 1878) hemen ardından 1878’in Nisan ayı başında yayımlanmıştır[4]. 534 sayfalık kitap, bugün 93 Harbi adıyla bildiğimiz 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı hakkında savaşın sonunda sıcağı sıcağına hazırlanan ender çalışmalardan biridir. Kitap, Matbaa-i Amire’de basılmıştır. En önemli mesleği gazetecilik ve yayıncılık olan Mithat Efendi, kitaplarını genelde kendine ait matbaalarda bastırır. Pek az kitabını ise resmî matbaalarda bastırmıştır. Üss-i İnkılap ve Zübdetü’l-Hakayık da bu pek az kitabın arasındadır. Şüphesiz bunun bir sebebi de her iki kitabın siyasi rejimin isteği ve onayıyla yayımlanmasıdır. Bir “Mukaddime”yle başlayan Zübdetü’l-Hakayık’ta yedi ana bölüm vardır. Yazar bunların her birine “Hakikat” adını vermiştir. Yedi hakikatten sonra da “Zübdetü’l-Hakayık” adındaki son bölüm gelir. Ardından “Cüz-i Mütemmim”, başka bir deyişle tamamlayıcı bir bölüm görünür. Buraya, “Asakir-i Mülkiye Nizamnamesi Layihası” ek olarak konmuştur. Son sayfada bir “Hatime” yani son söz bulunmaktadır, onun ardında da bir ihtar mevcuttur.

Mithat Efendi, Mukaddime’de kendi tarih yazıcılık serüveninden ve Zübdetü’l-Hakayık’ın ortaya çıkışından bahseder. Kısa süre önce yayımladığı Üss-i İnkılap’taki tarafsızlığı için övgüler almıştır. Bu övgüleri kendisine değil, belgelerin ve olayların ilgi çekiciliğine bağlar. Üss-i İnkılap’ın birinci cildinde II. Abdülhamit öncesinin tarihî olaylarına değinmiştir, ikinci ciltte de sultanın ilk yılını yazacaktır. Sonrasında aynı kitabın üçüncü cildi çıkacaktır. Orada da ikinci yılın olayları ele alınacaktır ama bu biraz uzun sürecektir, çünkü ikinci yılda hem ele alınması gereken belli başlı konular vardır hem de Osmanlı-Rus savaşı başlamıştır. Savaş hakkında herkesin farklı görüşleri olduğundan Mithat Efendi de üçüncü cildi beklemeden ayrı bir kitap olarak Zübdetü’l-Hakayık’ı hazırlayıp kamuoyunu belgelerle aydınlatmayı düşünmüştür. İşte kitap bu nedenle yayımlanmıştır. Daha sonra çıkacak Üss-i İnkılap’ın üçüncü cildine buradaki belgeler de eklenecektir (Ahmet Mithat, 1878: 2-8). Hatırlatılmalı ki Üss-i İnkılap’ın üçüncü cildi hiçbir zaman yayımlanmamıştır.

Zübdetü’l-Hakayık’taki yedi ana bölümün ilk dördü, savaşı hazırlayan olaylara kronolojik olarak değinir. Kırım Savaşı sonrasında imzalanan Paris Barış Antlaşması’nın Rusya’yı Karadeniz’de sınırlandıran bazı maddelerinin 1871 Londra Konferansı ile kaldırılması ile Rusya’nın güç kazanması, Balkanlar’daki karışıklıklar, Osmanlı Devleti’nin buralara müdahalesi sonucunda Rusya’nın ve Avrupa devletlerinin tutumları, Osmanlı Devleti’nin bunlara karşı almaya çalıştığı siyasi konumlar değerlendirilir. Kitabın girişinden bu bölümlerin sonuna kadarki yorumlarda Abdülaziz yönetimi eleştirilerek o sırada gerekli önlemler alınmadığından bunların başa geldiği belirtilir.

Beşinci bölüme geçildiğinde Rusya ile ilişkilerin kesilmesi ve savaş ilanı ele alınır. Savaşın başlangıcı hakkındaki altıncı bölümde öncelikle Doğu Cephesi’ndeki, sonrasındaysa Rumeli’deki gelişmelere değinilir. Burada savaşın ilk safhasındaki başarılardan da söz edilir. Yedinci ve son ana bölüm, savaşın ikinci kısmı hakkındadır. Burada daha çok yenilgilerden söz açılmaktadır. Bölümdeki en önemli konulardan biri ise Plevne savunmasıdır. En sondaki “zübdetü’l-hakayık” kısmında Ahmet Mithat Efendi belgelerin bir özetini yaparak kendi görüş ve yorumlarıyla kitabını tamamlar.

Bütün belge ve yorumlarıyla Zübdetü’l-Hakayık’ta büyük bir askerî, siyasi ve toplumsal facia daha sonra eleştirilere de konu olacak “hakikat”lerle yazılmıştır. Üstünden sadece haftalar geçtikten sonra büyük bir mağlubiyetin tarihini yazmak zordur. Hem nesnel değerlendirmeler için yaşananların üstünden biraz daha zaman geçmesi önemlidir hem de söz konusu hakikatler, meclisi açıp feshetmek durumunda kalmış ve ağır bir mağlubiyetle karşılaşmış genç sultanın oluruyla yazılacaktır. Kitabın bu hızlı yazımı ve resmî bakış açısıyla yakınlığı onun tarafsızlığını tartışmaya açarken içeriğinin anlatımla değil resmî belgelerle -tabii ki belli seçimlerle- inşa edilmesi o günlerde metne merak duyulmasını sağlamıştır. İkinci bölümde kitabın niteliği ve aldığı eleştiriler bu bağlamda değerlendirilecektir.

 

2. Konumlar, Hakikatler ve Mağlubiyeti Yazmak

Mağlubiyeti kimse sevmez ama edebiyat sanatçısı destanlar, ağıtlar, türküler ve tarihî romanlarda mağlubiyeti de yazar. İmgesel düşünmeye ve kurmacaya dayalı edebî metinler hakikatin amaç doğrultusunda üretilmesiyle ortaya çıkar, tarih metinleri ise öyle ortaya çıkmaz. Mağlubiyet sonrasında padişahın isteğine uygun biçimde güncel bir tarih metni yazması gereken Ahmet Mithat Efendi, bu defa müverrih koltuğunda Zübdetü’l-Hakayık’ı hazırlarken “seçtiği” belgelerin nesnelliği ışığında hakikatleri bir araya getirmeyi amaçlamıştır. Onun seçtiği belgelerle inşa ettiği hakikatlerse, II. Abdülhamit'in savaşa etkisi ve görüşleri sınırlarındadır. Yazar olarak bulunduğu söz konusu konumun çerçevesini kitapta okurlarıyla şöyle paylaşmıştır:

 “[B]u eserde ahval-i harbiyeye dair şuunat tarzında malumat vermek planımızın haricinde olup yalnız saltanat-ı seniye-i Osmaniye’nin ve bilhassa zat-ı şevket-simat-ı hazret-i padişahinin ahval-i siyasiye ve harbiyeden her hâle mukabil ne gûne tertibat ve harekâtta bulunduğunu irae edeceğiz ki maksad-ı aslimiz hakayık-ı ahvalin zübdesini arz eylemek olduğuna göre o maksadı dahi bu tarik ile istihsal mümkün olacaktır.” (Ahmet Mithat, 1878: 228)

Ahmet Mithat, kitabını Ayastefanos Antlaşması’ndan bir ay sonra yayımlamıştır ve o günlerde savaş henüz kendi güncel politik anlamını yitirip tarih olmamıştır. Yaşananlar yerli ve yabancı gazete sayfalarında gazeteci rahatlığıyla ve güncel savaş propagandası biçiminde yayımlanırken mağlup tarafın halkı da muhacir olarak bulundukları şehirlerde, özellikle İstanbul’da, kayıplarını ve başlarına gelen felaketi düşünmektedir. Kuntay’ın (2014: 10) Üç İstanbul’unda, halkın ve muhacirlerin hissettikleri Adnan’ın yazmaya çalıştığı romanın sayfalarında şöyle geçer: “Alevde iki göz, demirde 32 diş: Bu, Moskof ordusu, Moskof süngüsü idi! 93’te ölümün uykudan uyanmış gibi sersem bir hali vardı: Kudurmuş kurt bile, kazalaşan kader bile ölümü bu kadar haksız bir şekle koyamamıştır.”. Alıntıdaki sözler kurmaca da olsa o günlerdeki duyguları yansıtma iddiasındadır. Her şeyin henüz gerçekleştiği o günlerde Ahmet Mithat’ın resmî belgeleri kamuoyuyla “ba-irade-i seniye” paylaşması bugünkü bakışla “acele” bir eylemken elinden geleni yaptığını düşünen bir hükümdarın yaşadıklarını da ifade etmek istediği görülmektedir.

Marc Bloch, Tarih Savunusu veya Tarihçilik Mesleği adındaki kitabında “Birçok kez savaş ve muharebe hikâyeleri okumuş, anlatmıştım. Ama bu olayın iç bulandırıcı acımasızlığını bizzat hissetmeden önce, bir ordu için kuşatılmanın, bir halk için bozgunun ne anlama geldiğini, bilmek fiilinin gerçek manasında içeriden bilebilir miydim?” diyerek öz değerlendirmesini gerçekleştirdikten sonra tarih kitaplarındaki içeriğin o günlerde yaşanmışlıkların hesaba katılıp yorumlanması gerektiğini belirterek sorar: “Yok olmuş ruh hallerini, silinip gitmiş sosyal biçimleri nitelendirmek için kullandığımız isimler, eğer önce insanların yaşadığını görmemiş olsaydık, bizim için ne mana ifade ederlerdi?” (Bloch, 2013: 86). Bu alıntı ışığında görülmektedir ki siyasi otorite tarafından o günlerin bugün paylaşılması imkânsız duygu durumuyla yaşananlar kendi bakış açısıyla halka ve geleceğe gösterilmek istenmiştir.

Savaş sırasında yaşananları ve hakikatleri anlatma bağlamında Zübdetü’l-Hakayık dışında 93 Harbi’ne değinen kitaplardan önemli diğer ikisini hatırlamak gerekir: Mağlubiyetin sorumlularından görülen Süleyman Hüsnü Paşa’nın, Bağdat’ta sürgündeyken kaleme aldığı ama 1928’de birinci cildi yayımlanabilmiş Umdetu’l-Hakayık’ı ve Mahmut Celalettin Paşa’nın ölümünden sonra, 1908’de, yayımlanmış Mirat-ı Hakikat’i. Hemen hemen aynı konu hakkındaki bu üç kitapta da yaşanan trajedinin altındaki “hakikat” açıklanmaktadır. Yalnızca bu başlıklar ışığında bile rahatlıkla söylenebilir ki baş edilmesi ve kabullenilmesi güç bir trajediyle karşılaşıldığında kurumlar ve fertler bulundukları konumdan hakikati açıklama çabasına girmektedir. Ahmet Mithat Efendi de kendi günlerinin geleceğe kalacak tarihini hem bir gazeteci hem bir devlet memuru olarak bu şartlarda kaleme almıştır. Onun bu ikili yarı resmi kimliği akılda tutulmalıdır.

Mithat Efendi’nin hazırladığı kitap farklı çevrelerden yazar-iktidar ve hakikat ilişkisi dâhilinde eleştiriler almıştır. Onun sarayın yanında konumlanmış bir yazar olarak kişisel ve maddi çıkarları uğruna yaşananları çarpıttığı, II. Abdülhamit’in savaşa müdahalelerini haklı göstermeye çabaladığı belirtilmiştir. Bunları örneklemek için anılması gereken metinlerden biri Süleyman Hüsnü Paşa’nın Umdetu’l-Hakayık’ıdır. Paşa, kitabında her bakımdan kendini savunurken aleyhindeki metinlere cevap verir. Ona göre Ahmet Mithat, kişisel çıkar ve kazançları uğruna tarihî gerçekleri çarpıtmıştır:

[M]üelliflerden birtakımı, menafi-i zatiyye tamaıyla hakayık-ı tarihiyyeyi ketm ve tağyire cüretlendiler; Zübdetü’l-Hakâyık müellifi Mithat Efendi bu kabîl müellifin zümresindendir. Bir devletin, bir ümmet-i azîmenin tarihini, mesaisini, nihayet temin-i huzuzat-ı beşeriyyeye bir dereceye kadar hâdim olan bir menfaat-i hasise için tağlit ve tağyir etmek, hatırlanabilen cinayatın azamıdır. (Süleyman Hüsnü Paşa, 1928: 17)

Zübdetü’l-Hakayık ve Mithat Efendi’nin Üss-i İnkılap sonrasında geliştirdiği iktidara yakın konum Ahmet Hamdi Tanpınar tarafından da “Yeni Devrin Sözcüsü” başlığıyla ve eleştirilerle karşılanmıştır. Tanpınar (2001: 451), “Sarayın, Rus Muharebesinde orduların hareket serbestliğini men edecek şekilde müdahalelerini makbul ve yerinde bir iş gibi övecekti” diyerek Ahmet Mithat Efendi’yi Zübdetü’l-Hakayık’taki Mabeyn yazışmaları üzerinden inşa edilmiş taraflı tutum bakımından eleştirmiştir[5].

Tarih’in yalnızca ideolojik tutum ya da siyasi kabul biçiminde yorumlandığı teoriler bir yana tarihle ilgili çalışmalarda hakikatin ne olduğu ve taraflılık çokça tartışma konusu olmuştur. Bu incelemede “haklılaştırma” ya da postmodernist bir inşa edilmiş “imkânsız hakikat” söylemini ileri sürmek amacında değilim ama konumların gerektirdiği kabul ve önyargıların varlığı da tarihçiler tarafından olağan hatta olması gereken bir özellik şeklinde kabul edilir. Örneğin meşhur tarihçi R. G. Collingwood, tarih metinlerinin yazımında önyargının varlığını kabul edici bir konumdadır:

 

Tarihçiler önyargısız olabilirler mi? Tartıştıkları sorular pratik bir insan olarak ilgilendikleri şeylere dokunduğunda hatta bunları yansıttığında açık ki olamazlar. Aktif siyasi yaşamları ve kendilerine özgü siyasi görüşleriyle Grotius, Macaulay, Momsen gibi insanlar kendi siyasi deneyimlerini ve ideallerini yazdıkları tarihe yansıtırlar. Filozofların (bunun ileri sürüldüğüne tanık oldum) felsefe tarihi yazmaması gerekir, çünkü kendilerininkine benzeyen felsefelerin lehine peşin hükümlü davranırlar; ve benzeri. Bütün bunlardan çıkan ilke yeteri kadar açıktır. Önyargıdan sakınmak için, bir konuya kişisel olarak ilgi duyan birinin bu konunun tarihini yazamayacağı kuralı konmalıdır. Yegane önyargısız siyaset tarihçisi kendine ait siyasi görüşleri olmayan kimsedir; sanat tarihçisi sanatsal zevki olmayan bir kişi olmalıdır…” (Collingwood, 2005: 302)

Mithat Efendi’nin ön yargısız ve konumunun getirdiği kabullerin dışında davranmadığı görülmektedir. Örneğin kitabında başa gelenlerin sorumlusu olarak hemen her zaman Sultan Abdülaziz devrinin politikalarını gösterirken II. Abdülhamit’in elinden geleni yapması dışında bir sorumluluğu olmadığını belirtir. Bu yaklaşımına örnek olarak son bölümden şu pasaj değerlendirilebilir:

Mesele-i Şarkiye’nin bir buçuk asırlığa varan kıdeminden kat-ı nazar fakat bu defa şu son sadmesinin meydana çıkışındaki mukaddime ve mebde bu devr-i Hamidî’nin vukuatından değildir. Mebde-i mezkûr devr-i Abdülaziz Hani’nin sonlarına tesadüf edip devr-i Hamidî ise tamam-ı kuvvetini derece-i gayesine iblağ eylemiş olan işbu sadme-i şedideye karşı göğüs vermek nasibiyle küşad edilerek bu bapta olanca vüs’ ve kudretini sarf eylemiştir. Şu davayı yukarıdan beri derç edilegelen yüzlerce evrak-ı resmiye ispata kâfi olduğu cihetle burada keyfiyetin icmali emrinde ol kadar tatvil-i kelama ihtiyaç messetmeyecektir.” (Ahmet Mithat, 1878: 504)

Bu bölümde örneklenmeye çalışıldığı gibi Zübdetü’l-Hakayık’ta sarayın bakış açısının sınırlayıcılığı bulunmakla beraber savaş sonu paylaşılan belgeler, salt aklayıcı değil gerçekleşmiş yazışmalardır. Bu bakımdan Ahmet Mithat Efendi, doğru bir metin iskeleti seçmiştir. Kitabı kendi anlatıcı ağızından yazmamış, yalnızca belge başları ve sonlarında kendi yaklaşımı gereği açıklamalarda bulunmuştur. Bununla beraber kitabın sonuç kısmı niteliğindeki “Zübdetü’l-Hakayık” bölümünde yorumlar yaptığı görülmektedir. Kitapta yer alan üstlerinde herhangi bir tahrifat yapılmamış belgelerse içeriği nesnelleştirmektir. Kitap üstüne hazırlanmış önemli bir incelemede de (Can, 2015: 18) metindeki “seçme” belgelerin değerlendirilmesi yoluyla kitabın işlevli olduğu belirtilmiştir. İşte belgelere dayalı bu yapı, Ahmet Mithat’tan “nefret eden” Namık Kemal’i ona “Allah Razı Olsun!” dedirtirken sadece Osmanlı-Türk tarihi için değil aynı zamanda Rus ve Alman tarihleri için de kitabın ilgi çekici bir belge neşriyatı olarak önemli görülmesini sağlamıştır. Sarayın yaklaşımıyla yazılmış kitap taraflıdır ama belgeleriyle uluslararası bir ilgi görmüş ve farklı dillere çevrilmiştir. İlerideki bölümde bu çeviriler tanıtılacaktır.

 

3. 93 Harbi’nin Hemen Sonrasında Kitap Rusçada: Зубдетуль–хакаик[6]

Savaşın galip tarafı Rusya’da da 93 Harbi’ne dair farklı değerlendirme ve yayınlar yapılırken Çarlık döneminin önemli askerî dergilerinden Voennıy sbornik (Askerî Mecmua) 1879 yılının 4 ve 5 numaralı sayılarının eki olarak Ahmet Mithat Efendi’nin Zübdetü’l-Hakayık kitabının 129 sayfalık bir çevirisini yayımlar[7]. Dergide kitabın Rus okurları daha fazla ilgilendireceği düşünülen bölümlerinin yayımlanması tercih edilmiştir. Bu amaç doğrultusunda savaşın öncesini anlatan bölümler atlanmış ve savaş hakkındaki hacimli bölümler olan 5, 6 ve 7. hakikatler çevrilmiştir. Rusça tercümede tercümanın ismi belirtilmemiştir. Bu baskının ön sözü savaşın galip tarafının 93 Harbi’ne ve Zübdetü’l-Hakayık’a yaklaşımları hakkında fikir vereceğinden aşağıya eklenmiştir:

Mukaddime

Seçilen belgelerin derlenmesi”-Zübdetü’l-Hakayık, Konstantinopoliste geçen 1878’in yazında yayımlandı. Bu koleksiyonun derleyicisi, Mabeyn-i Hûmayun’un eski bir memuru ve daha sonra Konstantinopolisteki İttihad gazetesinin muhabiri olan Ahmet Midhat Efendi’dir.

Yaptığı iş, belgelerin belirli bir sistematikleştirilmesinden, aralarındaki bağlantılar için kısa eklemelerden ve -kısmen belli ki- öznel küçük ön sözlerin veya son sözlerin eklemesinden oluşmaktadır.

Derlemenin ön sözünde, metnin Majesteleri Sultanın izniyle derlendiği söylenmektedir ve görülüyor ki hem ihtiva ettiği belgelere hem de yazarın eklerinden birine göre, koleksiyonun neredeyse tamamı savaş boyunca askerî düzenlere sürekli müdahale eden Sultan’ın Mabeyn arşivlerinden seçilen materyalleri içermektedir.

Hem bu son nedenle, hem de şüphesiz, şansölyenin tüm belgelerinin kamuya açıklanabilmesi olanak dışında bulunduğu için, Zübdetü’l-Hakayık’ta önemli boşluklar bulunmaktadır. Ama her şeye rağmen bu derleme, bilindiği kadarıyla, son savaşın tüm sahnelerinin tarihi hakkındaki en eksiksiz ve ayrıca resmî Türk materyalidir.

Bu derlemenin çevirisi sunulurken unutulmamalıdır ki, çeviriyi yapan kişinin geniş bilgi sahibi olmasına ve işine karşı sahip olduğu vicdani iyi niyetine rağmen, genel olarak Türk resmî dilini çevirmenin zorluğu göz önüne alındığında, çevirinin kusursuz doğruluğuna kefil olmak imkânsızdır.

Sonuçta, takdim edilen çeviride yer alan tüm belgeler 1877 olayları ile ilgili olduğu için yıl ibareleri atlanmış; buna ek olarak, ayların sayıları ve isimleri orijinalinde, bazen Gregoryen takvimine (çoğunlukla diplomatik belgelerde) ve bazen de Julyen veya Müslüman takvimine göre belirtilmiştir. İlk iki sayı basamağı, orijinalde belirtildiği gibi, yani eski veya yeni stilde bir işaret olmadan çevirideki biçimde bırakılmış; Müslüman takviminin numaraları ise çeviride her yerde eski stile karşılık gelen sayının yanında yazılmıştır.

Genel olarak, metindeki tarihler sık sık karıştırılmış ve karşılık gelen belgelere uymadığı için mümkün olan yerlerde gerekli itiraz ve açıklamalar yapılmıştır.

4. Almanca Çeviri: Subdetul-Chakaik[8]

Kitabın Voennıy sbornik’teki Rusça çevirisi, Berlin Konferansına ev sahipliği yapacak Almanya’da kısa süre sonra, 1880’de, Subdetul-Chakaik adıyla yayımlanır. Alman ordusu subaylarından, üsteğmen Albert Von Drygalski, hem Rusya hem de savaş tarihi ve metodolojisiyle ilgili telif ve tercüme kitapları bulunan bir araştırmacı olarak Almanca çeviriyi üstlenmiştir. Drygalski kitabı Rusçasından çevirmiş ve savaş hakkındaki aynı üç bölümü olduğu gibi yayımlamıştır. Fakat Rusça çeviriye ek olarak her kısmın başına detaylı içindekiler bölümleri koymuştur. Almanca ön sözde Rusça çeviriden bahsedilirken Zübdetü’l-Hakayık’tan yola çıkılarak Osmanlı Devleti’nin mağlubiyetine dair bazı yorumların yapıldığı görülmektedir:

Mukaddime[9]

Rus Voennıy sbornik’in yazdığı gibi son savaşla ilgili Türk vesikalarının oldukça kapsamlı bir külliyatı İstanbul’da 1878 yazında Subdetul-Chakaik adıyla yayımlandı. Bu külliyatı derleyen Ahmet Mithat Efendi, Divan-ı Humayun’un sabık bir memuru ve daha sonra İstanbul’da yayımlanan “İttihat” gazetesinin muhabiridir.

Kitabın mukaddimesinde, derlemenin sultan majestenin buyruğu üzerine bir araya getirildiğinden bahsedilmektedir. İhtiva ettiği vesikalardan anlaşılıyor ki külliyatın neredeyse tamamı savaş boyunca sürekli askeri meselelerin içine karışan Mabeyn’in arşivlerinden alınmıştır. Şüphesiz Mabeyn’in tüm vesikaları halka açıklanamadığı için Subtedul-Chakaik ufak tefek eksiklikler içermiyor değil. Yine de Süleyman Paşa davasının kamuya arz edilen dava dosyaları haricinde, bu külliyat son savaşın tüm sahnelerine kaynaklık edebilen bir tarih ve şimdiye kadarki en eksiksiz yarı resmî Türkçe dokümandır.

Biz burada yarı resmî niteliğini tamamen inkâr etmeyen külliyatın biraz kısaltılmış fakat neredeyse Rusçasından kelime kelime tercüme edilmiş hâlini sunmaktayız. Ama belirtmeliyiz ki Türk belgeleri Rus takvimiyle tam olarak örtüşmeyen bir takvimle tarihlendiği için tashih edilmelidir.

Yerden tasarruf sebebiyle ve daha önemlisi savaşla ilgili okuyucular olaylara başka kaynaklardan aşina oldukları için, burada uzun uzadıya yorumlamalardan kaçınılmıştır. Belgeler kendini anlatmaktadır, yine de genel bakışı kolaylaştırmak adına, her üç bölümün öncesinde dikkate değer noktaların koyu renkle vurgulandığı kısa bir içindekiler tablosu eklenmiştir.

Konuya vakıf okuyucu, derlemeden edindiği bilgiden sonra Türk ordu komutanının bazı anlaşılmaz görünen eylem ve kararlarını açıklanabilir, hatta kısmen haklı bulacak ve Türk ordu yapılanmasının son derece beceriksiz ve perişan organizasyonunu ve tüm yönetime geçici çarelerle daha çok askeri harekât gücü bahşetmek için Sultan’ın şahsen tereddüt etmeden giriştiği faydasız çabaları öğrenecektir. Bu faydasız çabaların neredeyse hepsinde eksik olan şey, Sultan tarafından atanan ve devamlı Mabeyn tarafından yönlendirilen bir savaş şurasına sahip koordineli bir merkezî üstyönetim, tabiri caizse sabit ve etkili bir sistemdir. Kısacası biz bu kaynaktan açık bir şekilde şu kıssayı çıkarıyoruz: “Savaşlar nasıl yönetilmemeli”.

A. von Drygalski

 

Sonuç

II. Abdülhamit yönetimiyle aynı düşünce hattını izleyen ve sultanın teveccühünü kazanmış Ahmet Mithat Efendi, sultanın olur ve isteğiyle iki tarih çalışması yayımlamıştır. Bunlardan ilki Üss-i İnkılap, ikincisi de bu makalenin konusu olan Zübdetü’l-Hakayık’tır.

Ahmet Mithat’ın 93 Harbi hakkındaki kitabı giriş niteliğindeki bölümleri hariç tutulursa savaşta yaşanan olaylardan çok, II. Abdülhamit'in savaşa yönelik bakış açısı ve tutumu doğrultusunda gerçekleşmiş yazışmalarla ilgilidir. Mithat Efendi bir yandan 93 Harbi’nde alınan mağlubiyetin sultan ve Mabeyn tarafındaki görünümünü belgelerle açıklayarak kitabın yayımlanmasında etkisi olan II. Abdülhamit’in tutumlarını gerekçelendirmiş bir yandan da kendisini sürgüne göndermiş Abdülaziz yönetimindeki zaaf ve hataları savaşın sebebi olarak göstermiştir. Fakat kitap bir II. Abdülhamit güzellemesi değildir. Yönetimdeki ikinci yılındaki sultanın oluruyla yayımlanmış belgeler savaşın arka planında nelerin yaşandığına dair pek çok noktaya da ışık tutmaktadır.

Zübdetü’l-Hakayık alışılmış bir tarih kitabı değildir. Zira çoğu devlet yöneticisi savaşın hemen bitiminde kendine bağlı makamlarla gerçekleştirdiği yazışmaları kamuoyuyla paylaşmayacağı için kitap türü ve dönemi itibarıyla merak uyandırıcı bölüm ve bilgilere sahiptir. Bu nedenle Namık Kemal gibi bu kitabı bir oturuşta bitirmiş başka okurların da bulunması kuvvetle muhtemeldir. Resmî yazışmalardan oluşan içeriğiyle kitabı sadece Osmanlılar merak etmemiş, sırasıyla Ruslar ve Almanlar da kendileriyle ilgili gördükleri ve savaşa dair kısımlar olan 5, 6.ve 7. bölümü dillerine aktarmışlardır.

Bu makalede çok hızlı yayımlanması ve sultanın devlet yazışmalarını paylaşması nedenleriyle döneminde ulusal ve uluslararası merak uyandırmış bir tarih kitabı öznelliği, taraflılığı ve eleştirileriyle yorumlandıktan sonra Ahmet Mithat Efendi'nin Türk tarih, edebiyat ve çeviri çalışmalarında bilinmeyen iki çevirisi tanıtılarak farklı alanlara katkılar sağlanmıştır.

 

Kaynakça

Ahmet Mithat Efendi (1878/1295), Zübdetü’l-Hakayık, İstanbul: Takvimhane-i Amire.

_________________ (1879), Сборник турецких документов о последней войне. Пер. с турецк.трех последних глав сборн. “Зубдетуль –хакаик” сост. Ахмед-Мидхатом -Эффенди. Спб. 1879.

_________________ (1880), Subdetul-Chakaik, (Sammlung auserwählter Dokumente aus den türkischen Staats-Archiven), (Çev: A. von Drygalski), Berlin: Luckhardt'sche Verlagshandlung.

Becker, S. Howard (2013), Sosyal Bilimcilerin Yazma Çilesi, (Çev: Şerife Geniş), Ankara: Heretik Y.

________________ (2015), Haricîler (Outsiders), (Çev: Şerife Geniş-Levent Ünsaldı), Ankara: Heretik Y.

Bloch, Marc (2013), Tarih Savunusu veya Tarihçilik Mesleği, (Çev: Ali Berktay), İstanbul: İletişim Y.

Can, Ömer Faruk (2015), “Giriş”, Zübdetü’l-Hakâyık, Ankara: TTK Y, s. 5-19.

Collingwood, Robin George (2005), Tarihin İlkeleri, (Çev: Ahmet Hamdi Aydoğan), İstanbul: YKY.

Dayanç, Muharrem (2012), “Ahmet Midhat Efendi Ve Üss-i İnkılâp Üzerine”, Turkish Studies, C. 7/1, s. 837-847.

İmzasız (1878/1295), “İlan”, Ceride-i Havadis, Nr. 3272, 5 Rebiülahir, s. 4.

Karataş, Turan (2012), “Üss-i İnkılâp Çevresinde”, Ahmet Midhat Efendi, Ankara: Kültür Bakanlığı Y, s. 308-317.

Köroğlu, Erol (2006), “Tanpınar’a Göre Ahmet Mithat: Esere Hayattan Girmek Yahut Eseri Hayatla Yargılamak”, Merhaba Ey Muharrir! Ahmet Mithat Üzerine Eleştirel Yazılar, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Y, s. 329-337.

Kuntay, Mithat Cemal (2014), Üç İstanbul, İstanbul: Oğlak Y.

Süleyman Hüsnü Paşa (1928), Umdetu’l-Hakayık, (69 numaralı Askerî Mecmua’ya mülhak olarak neşrolunmuştur.), İstanbul: Askerî Matbaa.

Tanpınar, Ahmet Hamdi (2001), 19uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Çağlayan Kitabevi.

Tansel, Fevziye Abdullah (1969), Namık Kemal’in Husûsî Mektupları II, Ankara: TTK Basımevi.

Uysal, İdris Nebi (2013), “Üss-i İnkılap Hakkında”, Üss-i İnkılap, İstanbul: Dergâh Y, s. 11-13.

Yalçın, Hüseyin Cahit (1955), “hüseyin cahid yalçın’ın sözleri”, bir jübilenin intıba‘ları: ahmed midhat’ı anıyoruz!, (Haz: Hakkı Tarık Us), İstanbul: Vakit Matbaası, s. 72-73.

 

 

 

 

 

 

 

Ek 1:

Rusça Çevirinin Kapağı ve İçindekiler Kısmı


a1.png  a2.png

 

Ek 2:

Almanca Çevirinin Kapağı ve Birinci Bölümün İçindekiler Kısmı

 


a3.png  a4.png

 


[1] Ahmet Mithat Efendi, 93 Harbi hakkında bir kitap yazma isteğini sultana açmış ve ondan yalnızca onay almamış, teşvik de görmüştür. Yazarın Mukaddime kısmında okurlarıyla paylaştığına göre yönetiminin bir asr-ı hürriyet olmasını arzulayan genç sultan, böyle bir kitabın yazılmasını haber alma özgürlüğü bakımından istemiştir: “Asr-ı celil-i şehriyarilerini bir asr-ı hürriyet olmak üzere küşat buyurmuş olan zat-ı sütude-sıfat-ı cenab-ı hilafet-penahi efkârıumumiye-i Osmaniye’nin semt-i hakayık-ı ahvale teveccüh ve husulü mecrası demek olan bu misilli âsârın yalnız teshil değil, tesri-i husullerini dahi fevka’l-had iltizamda bulundukları ve herkesi hakayık-ı ahvalden doğrudan doğruya haberdar etmeyi hürriyet-i Osmaniye’nin esbab-ı mütemmimesinden addeyledikleri münasebetle Zübdetü’l-Hakayık serlevhası altında olarak bu eser-i âcizanenin tab ve neşri emrinde mazhar-ı teshilat oldum.” (Ahmet Mithat, 1878: 7-8). Ayrıca yayımlandığı günlerde çıkan reklamında ve kapağında da metnin ba-irade-i seniye yayımlandığı ifade edilmektedir. Kitabı Latin harflerine aktaran Ömer Faruk Can (2015: 7) ise kaleme aldığı giriş bölümünde Midhat Efendi’nin kitabı yazma fikriyle saraya başvurup kitabın basılıp yayımlanması hususunda da saraydan izin aldığını belirtir.

[2] Aynı yazıda Üss-i İnkılap’ın aldığı eleştiriler, Ahmet Mithat Efendi ve saray ilişkisi bağlamında daha geniş yorumlarla açıklanmıştır. Bunlar için bk. Karataş, 2012.

[3] Hakkında geniş bir literatür bulunan etiketleme kuramı hakkında bu tespiti yapmamı olanaklı kılan kısa ve açıklayıcı pasaj için Becker’a (2013: 183-184) başvurulabilir. Yine Becker’ın (2015) diğer bir incelemesindeyse konuyla ilgili daha detaylı yorumlar bulunmaktadır.

[4] Fevziye Abdullah Tansel’in (1969: 147) tespitine göre kitabın çıktığını haber veren ilk ilan 5 Rebiülahir 1295 (8 Nisan 1878) tarihli Ceride-i Havadis’te yayımlanmıştır. Gazetenin bu tarihli sayısındaki tanıtım metni şöyledir: “Zübdetü’l-Hakayık: Muharebe-i hazıranın menşeiyle akd-i muahedeye kadar sebkat eden ahval-i diplomatikiye ve askeriyede herkesin matlubu olan hakaik-i ahvali cami nüsha-ı mahsusadır. Muharriri Ahmet Mithat. Birkaç yüz parça asar u muharrerat-ı resmiyenin de zam ve ilavesiyle ba-irade-i seniye kaleme alınıp neşredilmiştir. Fiyatı 2 yirmilik kaime.” (İmzasız, 1878: 4).

[5] Ahmet Hamdi Tanpınar’ın 19uncu Asır Türk Edebiyat Tarihi’nde Ahmet Mithat’a karşı yönelttiği eleştiriler bu alıntıyla sınırlı kalmaz. Tanpınar’ın eleştiri ve yorumlarını tartışan bir yazı için bk. Köroğlu 2006: 329-337.

[6] Rusça çeviri için Maria Demirsoy ve Eda Peri Erbaş’a teşekkür ederim.

[7] Ahmet Mithat Efendi (1879), Сборник турецких документов о последней войне. Пер. с турецк.трех последних глав сборн. “Зубдетуль –хакаик” сост. Ахмед-Мидхатом -Эффенди. Спб. 1879.

[8] Ahmet Mithat Efendi (1880), Subdetul-Chakaik, (Sammlung auserwählter Dokumente aus den türkischen Staats-Archiven), (Çev: A. von Drygalski), Berlin: Luckhardt'sche Verlagshandlung.

[9] Almanca çeviri için Fırat Soysal’a teşekkür ederim.

Bu haber toplam 2173 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim