Kadim din ve ahlak anlayışının dayandığı 'seçkinci' ve 'sıradan' taksimini aşarak dini tüm kesimlere eşit sorumluluk ölçüsünce ulaştırabilmeyi amaçlayan Hristiyanlık ile İslam'ın ilkelerine kabaca göz attığımızda akla gelebilecek ilk şey, dinin toplumsal sınıf ayrımını ciddiye alır gibi hareket etmediği olabilir: Ademoğlu olmanın iktiza ettiği sorunlar ve imkanlar insanlar arasında ortak olduğu kadar, herkes Allah'ın kuludur ve herkes bu bakımdan 'kardeştir.' Buna bağlı olarak her insan ilahi kurallarca belirlenmiş sorumluluk ve haklarla yükümlüdür, dolayısıyla bulunduğu sınıfı ve tabakayı dikkate almadan her insan 'sınırlı' iktidar ve sorumluluklarla hareket etmek zorundadır. Böyle bir söylemin akabinde dinin sınıfsal yapıların ortaya çıkartabileceği çatışmaları, ayrımları, zihinsel ve ahlaki yaklaşımları 'meşru' ve mazur görmek bir yana bunları behemehal aşılması gereken sorunlar olarak göreceği aşikardır. Din için her şey ya inanç sorunudur veya inanç yoksunluğunun yol açtığı bir bela ve imtihandır. Vakıa din ilkelerini 'duvarları' ve ayrımları aşabilecek bir kesinlikle vaz etmiş olsa bile tarihsel tecrübe böyle olmamıştır, bu da açıktır. Uzun süredir Müslüman aydınlar, tarih ile din, gelenekler ile sahih inanç arasında açık bir ayrım koyarak dini belli belirsiz bir özne gibi -daha çok müstağni ve kırılgan bir özne- telakki ederek eleştirilerini geleneklere yöneltmiştir. Onlara göre din yapmak istediğini ortaya koymuş, fakat gelenekler ve bireysel zaafların etkisi altındaki insan dinden yüz çevirmiş, sonra da tarihte yaşananlar yaşanmıştır. Çağımızda br çok aydın, tarih boyunca Müslüman toplumlarda yaşanan sorunları ve bilhassa 'geri kalma' sorununu gelenek ile 'müstağni din' arasındaki gerilimden hareketle açıklamak istemiştir. Buradaki duygusal ve irrasyonel yaklaşım bir yana toplumsal yapılar ve gelenekler bir takım kurallar ile değiştirilecek kadar esnek veya arızı yapılar değillerdir. En azından günümüzdeki teorilerle birlikte bu konuyu biraz daha iyi öğrenmiş olmalıyız. Toplum ve gelenek direnir, direnme sürecinde bazen uzlaşır gibi görünse bile kendi gerçekliğini dayatır. Bu bakımdan herhangi bir meseleyi ele alırken ideal ile vakıa arasında şekillenen 'gerçekçilik' ilkesini göz önünde tutmak gerekir.
Devamı: https://www.fikriyat.com/yazarlar/ekrem-demirli/2023/05/01/din-ve-toplumsal-siniflar
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.