• İstanbul 13 °C
  • Ankara 10 °C

‘Emrolunduğu Gibi Dosdoğru Yaşadı!’

Fatma Gülşen KOÇAK

Muhsin Yazıcıoğlu vefatın 12. Yılında toplumun bütün kesimleri tarafından anıldı.  Hakkında yazılanlara ve paylaşımlara baktığımızda milletimizin tamamının sevgisine mazhar olduğunu görüyoruz.

Mezarı günün her saatinde ziyaretçilerle dolup taşıyor. Merhum Yazıcıoğlu’nu vefatının 12. Yılında yakın arkadaşı sırdaşı Gönüllerde Birlik Vakfı Başkanı Kadir Mahir Damatlar ile konuştuk.

 

Fatma Gülşen Koçak

 

 Muhsin Yazıcıoğlu ile nasıl tanıştınız? O yılları anlatır mısınız?

Bizim Rahmetli Başkan ile tanışmamız 70’li yıllara dayanıyor. O zaman malum bir kaos, kavga ortamı vardı. Ben Yeni Mahalle Ülkü Ocakları Başkanı’ydım, Muhsin Başkan genel başkan yardımcısıydı. O zamanlar genel merkezde bir şekilde yollarımız kesişti. Onun genel başkanlığı döneminde de genel merkez yönetimindeydik, uzun bir süre beraberliğimiz oldu. Rahmetli Muhsin Başkan bir geçiş döneminde başkanlık etti. Ülkü Ocakları kapatıldı, Ülkücü Gençlik Derneği’nin de Genel Başkanlığı’nı yaptı. O dönemde de birlikte çalıştık. Daha sonra o görevi bırakıp eğitimci olarak devam ederken biz de Ülkücü Gençlik Derneği olarak devam ettik ve Ülkücü Gençlik Derneği’nin de kapatılma süreci başlayınca biz de resmi görevimizi bıraktık, biz de eğitimcilerden olduk. O dönemde beraber olduk. Biraz kan ve barutun hakim olduğu, kavganın ön planda olduğu bir dönemdi. Türkiye’nin bir daha yaşamasını arzu etmediğimiz bir dönemde kader bizi bir araya getirdi. O olayları beraber yaşadık, arkadaşlarımızın cenazelerini beraber kaldırdık. Yanımızda yöremizde arkadaşlarımız şehit oldu, onların kanları kolumuza, dizimize bulaştı. Böyle acı günleri beraber yaşadık ama ağlamaya, gözyaşı dökmeye bile fırsat bulamadık. Ondan sonraki süreçte de vefatına kadar beraber olduk.

Yazıcıoğlu hareket içinde nasıl lider haline geldi?

“Bir adım öne çıkayım da ben lider olayım.” gibi bir şey görmedik. Olaylar bazen insanı kendisinin öyle bir niyeti olmasa bile ön plana çıkarabiliyor. Yan yana yürüyorsun ama birileri kabiliyetiyle, duruşuyla bir adım önde oluyor. Rahmetli Muhsin Başkan olaylar sırasında, mesela MHP Genel Merkezi basıldığında iki arkadaşımız şehit olmuştu. O zaman Muhsin Başkan Eskişehir’deydi, miting yapıyorlardı. Baskın olan yerde biz 4-5 kişiydik, iki arkadaşımız şehit oldu. Muhsin Başkan geldiğinde, orada kimileri ağlıyordu o manzarayı görünce ama orada Muhsin Başkan bu mevcut hali nasıl kazasız belasız düze çıkarırız ve bunun hesabını nasıl sorabiliriz duruşunu gösteriyordu. Bu ısmarlama olacak bir şey değil. Liderlik, çok acılı bir dönemde kendini muhafaza edip dik durabilme özelliğini öne çıkarıyor. Rahmetli Başkan da hep bu özellikleri ile öndeydi. Onun için de kendisi çok arzu etmese bile şartlar onu liderlik konumuna getiriyordu. Cezaevindeki duruşu da böyleydi. Orada ekonomik olarak çok sıkıntı içerisindeydik. Beraberimizdeki arkadaşların çoğu yoksul ailelerin çocuklarıydı. Bir de Adana’dan, İstanbul’dan, Bafra’dan, Kütahya’dan ve Türkiye’nin çeşitli şehirlerinden arkadaşlarımız vardı. Bunların çok ziyaretçisi gelmiyordu, para da gelmiyordu. Dolayısıyla oradaki ihtiyaçlarımızda Muhsin Başkan hücresinde ne yiyip ne içiyordu… Mesela zaruri ihtiyaçlar var sabun, diş fırçası gibi onun dışında mesela maydanoz alırdı, limon alırdı, zeytinyağı alırdı, herkes birbirinin ne istediğinden haberdardı. Bir ortak kantinimiz vardı. Bu ortak kantine bir görevli arkadaş liste tutarak askerlere veriyor ve askerler gidip alıyordu. Orada isimler yok, numaralar var. Mesela 14 numarada Muhsin Başkan kalıyordu, “14 numara siparişleriniz geldi.” derlerdi. Mesela o maydanozu öyle bir anlatırdı ki sanki baklava yiyor. O maydanozu dal dal alıyor, bir kayık tabağa yatırıyor, üzerine hafif bir zeytinyağı dolandırıyor, sonra biraz limon sıkıyor. 3-5 bağ maydanoz, o zaman karton süt kutuları vardı, üst kısmını keser maydanozları onun içerisine koyuyor, onu da hücresinin kenarına koyuyor. “Şimdi bu maydanozlara bakarsın, yemyeşil. Hayal kurarsın. Kendini gümrah ormanların içerisinde kabul edersin. Hem göze faydalıdır hem de seni hayal dünyasında hürriyete götürür.” derdi. Sonra maydanozu nasıl yediğini anlatırdı. Maydanozun faydalarını anlatırdı. Bu arada da sol gruplarda da liderler vardı. Onlar açlık grevi yapıyorlardı ama bu açlık grevinde neler yediklerini biz aynı hücrelerde olduğumuz için görüyoruz. Mesela biz çikita muzu bilmezdik, o zaman yeni duyulmuştu. Onlar orada o muzdan yiyebiliyorlardı. Biz yiyemiyorduk. Bayramlarda baklava siparişi falan verilir, biz bayramlarda da yiyemiyorduk. Yani karavana bizim günlük hayatımızın bir parçasıydı. Ama bütün bunlarda lider konumundaki insanlar daha fazla fedakarlık yapacak ki arkadaşlar eğer gönlünden bir şey geçerse “Yahu Muhsin Başkan bir şey yiyip içmiyor. Yeme içme meselesini gündem etmeyelim.” derlerdi.

Hapisteyken de bile olayları stratejik olarak  değerlendiriyor değil mi?

Evet. Bir açlık grevi vardı, 1984 yılıydı. Artık uzadıkça uzuyordu açlık grevi, komünistler yapıyorlardı ve bunun önüne geçemiyordu idare, grevi kıramıyordu. “Bu nedir, ne değildir?” diye Muhsin Başkan ile görüşmek istiyorlar, Muhsin Başkan da diyor ki: “Ben prensip olarak idare ile yalnız görüşmüyorum. Yanımda falanca arkadaşlar da olursa görüşürüm.” Bunun üzerine o arkadaşlar da geliyor. Görüşme oluyor. Muhsin Başkan: “Bu bir organize harekettir, Rusya’nın Sesi Radyosu’ndan, Almanya’nın bilmem neresinden insan hakları kuruluşları vasıtasıyla ‘Türkiye’de işkence var’ düşüncesini savunmak için cezaevlerinde kademeli olarak organize bir şekilde açlık grevleri yapılacaktır. Bunun ilk örneği Mamak Cezaevi’nde yapılıyor. Daha sonra başka cezaevlerine sirayet edecek.” diyor. Biz de toplantılarımızı mahkeme salonlarında yapardık. Muhsin Başkan bu olayı toplantıda bize anlattı. İki gün sonra biz Kenan Evren’in ağzından Muhsin Başkan’ın o değerlendirmelerini duyduk. Bunu şunun için anlatıyorum: Hangi şartlardasın? Dibin de dibindesin, zindandasın, hücredesin. Ama oradan devlet başkanını senin değerlendirmelerini konuşturacak şekilde kabiliyet gösteriyorsun. Liderlik özelliği budur.

Muhsin Yazıcıoğlu Ülkücü harekete İslami şuur kazandırma noktasında nasıl bir fonksiyon üstlendi?

Muhsin Başkan’ı şöyle tarif edebiliriz: Türklük hamurunu İslam mayasıyla mayalandırmada müthiş bir fonksiyon ifa etmiştir. Dönem şartları, 70’li yılların ortası buna çok müsait bir ortamdı. O zamanlarda Alperen kavramı, Gazi Derviş kavramı, Hoca Ahmet Yesevi metodu ve üslubu Muhsin Başkan zamanında öne çıkmıştır ve harekete bu kavramlar girmiştir. Bir Ülkücü kendisini bir Alperen gibi, Gazi Derviş gibi, bir Horasan Ereni gibi hissetmeye başlamıştır. Horasan Ereni kimdir? Hoca Ahmet Yesevi’nin ta oralardan görevlendirip Balkanlar’ı, Anadolu’yu Türk-İslamlaştırmak için bir metot olarak kullanıyor. Muhsin Başkan döneminde bu işin yolları daha çok açıldı. Diyelim ki bir sanatçı Ülkü Ocakları’nın bir gecesinde türkü söylerken, şarkı söylerken : “Çile bülbülüm çile” diyor, millet “Allah” diyor. Bu öyle içten bir söyleyiş ki… Bir cihat hareketine dönüşüyor. Cihat hareketi ancak İslam muhtevasıyla mümkündür. Aynı yıllarda Üstad Necip Fazıl ve Osman Yüksel Serdengeçti de bizim hareketimize katılıyor ve müthiş bir muhteva katıyorlar. Sonra demişsin ki nizam-ı alem. Bunu da iki türlü yorumlamışsın, bir kendi iç alemine İslamca nizam vermek olarak bir de aleme nizam vermek. İlkini yapmadan ikincisini yapamazsın. Önce kendi iç aleminde İslam’ı hayatına nakşetmek sonra da ecdadın yapmaya çalıştığı, dünyaya adaleti yaymak. Sonrası İlayı Kelimetullah dediğimiz bir davaya sevdalanmışsın. Bunlar neyi gerektiriyor? Sen boyundan büyük laflar edince ister istemez kendini de ona göre ayarlamaya çalışıyorsun. “Ben bu lafları ediyorum onun için yanlış şeyler yapmaya hakkım yok.” diyorsun. O nizam kendi içinde başlıyor. Orada “parti şu oyu alıyor, şunlar milletvekili oluyor” falan diye konuşulurken bizim öyle bir meselemiz yoktu. Bütün bu unsurlar; parti, ocak, sendikamız, sivil toplum kuruluşlarımız, bunların hepsi bizim o yüce ideallerimize giden araçlardı. Bütün bunlar Muhsin Başkan’ın etkin olduğu dönemlerde hayata geçmeye başladı. Muhsin Başkan onun için biraz daha öne çıkmış oldu.

Siyasi anlamda Yazıcıoğlu neden beklenilen başarıyı elde edemedi?

 Başarı dediğimiz şey eğer oy almaksa biz bu konuda çok başarısız ve beceriksiziz. Bunu Muhsin Başkan da söylerdi. Eğer başarı kıstası buysa Muhsin Başkan da çok beceriksiz bir politikacı bu manada. Bunu şöyle anlıyor bazıları, “Ya o dürüsttü, başkaları dürüst değil.” diyor. Elbette dürüst birçok insan var mecliste de diğer partilerde de. Ama bir politikacı şunu söyler: “Ey ahali ben geleceğim, senin refah seviyeni yükselteceğim. Seni kiradan kurtaracağım, bir evin olacak, bir araban olacak.” Politikacılar bunu söyleyecek, vaat edecek. Peki Muhsin Başkan ne diyor: “Ey ahali, iki saniyesine hakim olamadığın bir dünya için fırıldak olunur mu?” Kulvarlar farklı. Muhsin Başkan politikacı olamayacak kadar farklı bir insandı. Başkalarını üzememek için şöyle söyleyelim: “Muhsin Başkan beceriksiz bir politikacı ama müthiş bir dava adamı. Gerçek alemdeki kazancı ön planda tutan bir insan.” diyebiliriz. “Burada evin olacağına gerçek alemde sarayların olsun. Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” davası buydu. Şimdi Muhsin Yazıcıoğlu’nu bana birkaç kelime ile ifade et deseler ben hemen bu ayeti alırım, “Muhsin Başkan emrolunduğu gibi dosdoğru olma hayretinde olan bir insandı. Sizin en hayırlınız insanlara en faydalı olanınızdır hadisinin muhatabı olmak isterdi.” derim. Aleviymiş, Sünniymiş, Çerkesmiş, Lazmış onun için fark etmezdi, faydalı olmak için çırpınırdı, bunu hayat nizamı yapmıştı.

Bir de partiyi kutsallaştırmıyor araç olarak görüyor değil mi?

 “Partiyi kurduk, 99 kişi. Adını sanını koyduk, resmiyete kavuştu, bitti.” Hatta onun ilk sözü şu olmuştu partiyi kurduktan sonra: “Arkadaşlar partiyi kurduk, parti bizim putumuz değil. İmza attık, kurduk. İmza atarız, kapatırız. Bu bizim aracımız, amacımız değil. Biz bu araçla inandığımız değerleri seslendireceğiz. Bu bizim mikrofonumuz.” dedi.

Kapıya gelen hiçbir insanı boş çevirmediğini herkese yardım olmak için çırpındığını biliyoruz. Bu hususta ne dersiniz?

Tabi ki. Bazen derdik: “Biraz sonra biri gelecek ve seni dolandıracak.” çünkü ben önce konuşuyorum adamla, “ben özel görüşmek istiyorum” diyor. Anlıyorum ki başkanı çarpacak. Sonra akşam divanımız var, toplanıyoruz. Divan toplantımızdan sonra “Başkan, bugün şöyle bir insan geldi. ‘Seni dolandıracak’ demiştim. Ne oldu?” diyorum, “1000 Mark’ım vardı verdim. ‘Paraya ihtiyacım var’ dedi ben de verdim.” diyor. “Ama o dolandırıcı.” diyorum, “Ben ağayım, ‘Muhsin Yazıcıoğlu’nun karşısında gittim, istedim, vermedi.’ dedirtmem.” diyor. Oradan bir başka arkadaş: “Ağam bana da versene.” diyor, Muhsin Başkan: “Vallahi hepsi oydu.” diyor. Bazen birine yardım etmek istersin, 20 lira vereceksindir, 100 lira çıkar cebinden ayıp olmasın diye 100 lirayı verirsin. Başkanın da 1000 Mark’ı varmış çıkarmış vermiş. Yani o “dolandırıldım” diye bakmıyor olaya. “Benim kapıma gelen birisini ben boş çevirmeyim.” diye bakıyor.

Mezarına ziyaretçi akını olmasını nasıl yorumluyorsunuz?

“Kabri neden bu kadar ziyaretçiyle dolu, türbe gibi” dendiğinde diyorum ki: “12’den vuracak işler yapmıştır.” Yoksa Muhsin Başkan da Allah’ın bir aciz kulu, bizim gibi hataları olan bir insan. Ama bazen öyle bir iş yaparsın ki Allah’ın çok hoşuna gider. İşte böyle mükafatlandırır. Kısacası Muhsin Başkan o iddia ettiği şeyleri gerçekten hayatına nakşeden, konuştuğu zaman doğru konuşan, asla yalan konuşmayan, söz verirse mutlaka yerine getiren, verdiği sözü bir yeminmiş gibi addedip sadakat gösteren, emanete asla ihanet etmeyen bir insandı. Muhsin Başkan böyle tarif edilir. Peki bunlarla oy alınabilir mi? Allah canını alsın oyların, onun oy derdi yoktu ki…

Vefat haberini nasıl aldınız? O anda neler yaşadınız?

Vefat haberinden önce helikopterdeki arkadaş haber verdi. Herkes haberdar olmadan önce duydum. O an: “Burada noktayı koymuştur.” dedim. Sonra “bulundu” dendi “ulaşılamadı” dendi, ola ki diye bir umut besledik. Eğer İsmail kadar sıhhatli olabilseydi o coğrafi şartlarda hayatını devam ettirebilecek kabiliyetleri vardı başkanın. Ama çok az bir umuttu. Nihayetinde 3 gün sonra ulaşıldığında da acı ile gururu bir arada yaşadık. Cuma günü henüz daha bulunmamış, hutbede imam çıkmış dua ediyor oradan “Ulaşılsın ve inşallah sağlık sıhhat içerisinde bulunsun.” diye. Ben şöyle düşünüyorum o hutbeyi dinlerken: “Hocanın bahsettiği o adam benim arkadaşım.” diyorum. “Acaba bu nasıl bir şey? Bize de nasip olacak mı böyle bir şey?” diye düşünüyorum. Sonra öğreniyorum ki Türkiye’de bütün camilerde dua ediliyor bulunsun diye. Bazen ölüm o kadar güzel oluyor ki. Biz ölüme can attık, bunu edebiyat olsun diye söylemiyorum. Bu virüs geldi ya ben bu virüsü atlatamayacağım diye düşünüyordum. Çünkü ciğerlerdeki yıllarca sigara içmişliğin verdiği tahribat öldürür diye düşünüyordum. “Bir gün beni bulacak ve bulduğu zaman da götürür.” diyordum. “Ama ben böyle ölmek istemiyorum. Ben başka türlü ölmek istiyorum.” diyorum. Halid Bin Velid’i unutuyorum ben. Allah Rasulü’nün bütün savaşlarına katılmış ama yatakta vefat etmiş olduğunu unutuyorum. Şimdi Muhsin Başkan yatakta vefat etseydi vallahi yakıştıramazdım, “Yahu Başkan böyle de ölünmezdi ki…” derdim. Aslan gibi öldü. O şimdi öyle olduğu için bu rağbet var. Bizim için asıl önemli olan onun mübarekliğinin delili, bu kadar insanın muhabbeti… Peki onun idamını isteyen Kenan Evren ve o çoğunun ismini milletin unuttuğu beşli çete ve o işkence yapanlar acaba nasıl öldü? Cenazeleri adeta kaçırıldı. Yani Muhsin Başkan’ın kellesini isteyenlerin cenazeleri camiye formalite icabı getirildi, cenazeleri oradan süratle kaçırıldı. Ama Muhsin Yazıcıoğlu’nun cenazesine gelenler eğer oy vermiş olsaydı iyi bir oy çıkardı. Ama iyi ki oy vermediler, şimdi dua ediyorlar. Sen oyu mu tercih edersin duayı mı? Ey Muhsin Başkan, şu anda külliyede olmak ister misin yoksa şu andaki yerinde mi diye sorsak “takılmayın bana, benim yerim rahat” derdi. Biz bunu arzu ettik. Bu bir işarettir. Eğer birileri hayırla yad edip dua ediyorsa ve yıl dönümünde başkanın vefat ettiğinde çocuk yaşta olanlar şimdi kabrine gelip gözyaşı döküyorsa eğer demek ki doğru yoldaymış. Evet başkan iyi bir adamdı. Delikanlı adamdı. Ben delikanlı kelimesinin içine çok şey sığdırıyorum, isterseniz yiğido deyin, isterseniz gakko deyin, ister dadaş deyin. Bütün o kavramlarda kendisini bulurdu. Her nefis ölümü tadacaktı o da tattı. Bizde bir ıstırap varsa o da ayrılığın ıstırabıdır. Bizim çok güzel günlerimiz geçti, acı ama çok güzel günlerdi. Hiç yanıltmadık birbirimizi.

img-2929.jpg

Bu yazı toplam 1061 defa okunmuştur.
Yazarın Diğer Yazıları
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim