• İstanbul 14 °C
  • Ankara 11 °C

Enver Çapar: Sadece binalar değil biz de ağır hasarlıyız

Enver Çapar: Sadece binalar değil biz de ağır hasarlıyız

Enkâzlar, yıkıntılar, tenhalaşmış boş binalar arasında gezerken bir duvarda gördüm: "Biz de ağır hasarlıyız". Bu duvar yazısını oraya nakşeden genç kim bilir neler yaşadı, hangi şartlarda, nasıl nakşetti oraya cümlesini, bilmiyorum. Fakat arabesk bir tonda ortaya çıkan bu cümle, yine de şehr-i Maraş'taki herkesin ruhundan bir akis taşıyor. Bütün duygularımız ağır yaralı gerçekten.

Kader coğrafyamız Maraş. Burada doğup büyüdük, burada yaşamaya devam edeceğiz ömrümüz oldukça. Maraş’ın deprem bölgesinde olduğu hep söylenegelirdi öteden beri. Çok eskiden yıkıcı bir deprem olduğu ve şehrin yerle bir olduğu anlatılırdı. Şimdilerde Maraş’ın bir mahallesi olan yerdeymiş o zaman şehir. Oraya yapılan evlerin temelleri kazılırken mozaik kalıntıları çıkmıştı. Daha sonra o bölge sit alanı ilan edildi. O bölgenin adı halk dilinde Kara Maraş’tır.  Neden Kara Maraş denildiğine dair çeşitli rivayetler var. En bilineni o kara günden dolayı böyle dendiği. Bir diğeri ise eski, arkaik manasına geldiği için zannımca.

 Zaman zaman ülkemizin farklı yerlerinde depremler oluyordu. O zamanlar bizim Maraş’ın deprem bölgesinde olduğu mevzusu daha çok gündeme gelirdi. İnsanlar bunu biliyordu ama elbette hiç kimse 6 Şubat’ta olan depremi hayal bile edemezdi. Evet, deprem gerçeği diye bir şey vardı ama herkese sanki çok uzak bir ihtimal gibi geliyordu bu gerçek. Fakat 6 Şubat 2023 tarihi bizim için artık bir milat oldu. Depremden öncesi ve sonrası olacak artık. Şehrin yapısı, görünüşü, zihinlerde uyanan anlamı kökten değişti. Bazı yerler tanınmaz hâle geldi. Şehre ruh katan eski camiler, evler yıkıldı. Hatıralarımız kayboldu. Yeryüzü mü yeraltımı kaynadı bilemedik. Kıyamet koptu sanmış birçok kişi. Yüzlerdeki o suskunluk yaşananın sözlerle anlatılamayacağının kanıtıydı. “ Allah’tan geldi, yapacak bir şey yok, Allah’a sığındık” diyebiliyordu sadece insanlar.

Ne ağır bir imtihandır başındaki ey Kahramanmaraş! Bu kadar acıyı bu zayıf bedenimiz nasıl taşıyacak. Yaralandık, yarım kaldık. Ruhumuzda çok derin yara izleri var artık. İnsan hayatında sevinçler, hüzünler, ayrılıklar, acılar olur mutlaka ama bu sefer yaşadığımız acı hepimizi darmadağın etti. Toparlanmamız epey uzun sürecek. 

Depreme Maraş’taki evimizde yakalandık. Saat 04.17… Hafızamıza kazınan o an, bedenimizle zihnimiz arasındaki farkın kapandığı işte o an… Sarsıntıyla uyandık, önce ne olduğunu anlayamadık. Hâlen uyku sersemliği var üzerimizde. Ayakta durmak ve yürümek imkânsız. Çocukları kucaklayıp yere oturduk. 6. katta olduğumuz için aşağı inme durumumuz yok. Dua edebiliyoruz sadece. Bitmek bilmiyor bir türlü sarsıntı. Bu sırada elektrikler de gitti. Nihayet deprem durdu. Hemen üzerimizi giyip aşağı inmeye başladık. Elektrikler olmamasına rağmen önümüzü görebiliyoruz enteresan bir şekilde. Dışarı çıktık dondurucu bir soğuk var. Karla karışık yağmur yağıyor. Arabaya bindik ve beklemeye başladık. Bu sırada evlerinden çıkanlar arabalarına binip gidiyor. Ciddi bir trafik var. İnsanlar şehri terk ediyor. Sabahın olmasını bekliyoruz.

Gün ağarmaya başladı. Araç trafiği devam ediyor. Akın akın gidiyor insanlar. Telefon hatları da kesildi. İlk anda birkaç akraba eş dostla görüşebildik. İyi olduğumuzu bildirdik ondan sonra irtibat kesildi. Etrafımızda çok şükür yıkılan bina yok, diğer yerle de böyledir zannediyoruz. Bizim bulunduğumuz mevki Maraş’ın kuzey tarafı Ahır Dağının etekleri. Zeminin sağlam olması ve buradaki evlerin yeni yapılar olmasından kaynaklı olacak etrafta yıkıntı yok. Aşağı mahallelerden gelenlerden duyduk yıkım çok büyükmüş. Arabanın radyosunu açmak aklımıza geldi. Haberler iyi değildi. Maraş merkezli 7,7 şiddetinde olan 10 ili etkileyen depremden söz ediliyordu.

Öğle saatlerinde ikinci bir deprem oldu. Elbistan merkezli 7,6 şiddetinde olduğunu haberlerden duyduk. Andırın ilçesindeki köyümüze gitmeye karar verdik. Orada durumun daha iyi olduğunu öğrendik. Yola revan olup köye ulaştık. Depremden en az etkilenen ilçenin Andırın olduğunu gördük. Burada telefonlar çekmeye başladı kısmen. Çok yakın dostlarımızın enkaz altında kaldıkları haberini aldık. Artık kenetlenmiş, tek vücut gibi hareket ettiğimiz ailemden ayrılmak vaktiydi. Hane halkını köye bırakıp şehre dönmeye karar verdim.

Bundan sonraki günlerimiz artık enkaz başlarında beklemekle geçecekti. Günlerce sürdü bu durum. O enkazdan o enkaza gezip durduk. Terkedilmiş bir şehir vardı artık karşımızda. Enkaz başlarında yakınlarını bekleyenlerden başka kimse yoktu. Deprem şehri ve insanları susturmuştu. Ölüm sessizliği hâkimdi artık. Yaşlı gözlerle ve bir umutla bekliyordu insanlar. Yıkımın ne kadar büyük bir alana yayıldığını gördüm şehri gezerken. Dondurucu soğuk etkisini sürdürüyordu bu arada. Enkaz başında bekleyenler ve üçüncü günden itibaren gelmeye başlayan görevliler ısınmak için ateş yakıyorlar. Küçük küçük kümelenmiş insanlar bir mucize bekler gibi bekliyorlar. Enkazlar o kadar kötü ki 7 – 8 katlı binalar yerle bir olmuş. Aralarda boşluk bile yok. Beşinci günden sonra artık umutlar yavaş yavaş tükenmeye başladı. İnsanlar öyle bir hâle geldi ki cenazesini bulup defnedebilenler sevinir oldu. Bitmek bilmeyen bekleyiş ve soğuk, acıları keskin bir iç sızıya dönüştürmüştü.

Yaşadığımız travma zihnimizi âdeta sıfırladı: Depremden öncesi çok uzakta kalmış gibi oldu. Hatıralarımız yok olunca hafızamız da silindi bir nevi. Herkes o an ne yaşadığını neler yaptığını anlatıyor birbirine. Donuk bir hâle geldik. Sadece susuyoruz ve bekliyoruz. Artçı sarsıntılar devam ediyor bu arada. Bir süre sonra onlara da alışıyoruz. Bir şey yeme içme ihtiyacı da pek hissetmiyoruz. Yaşıyor muyuz yaşamıyor muyuz belli değil. Üstadın tabiriyle “yaşamıyor gibi yaşıyoruz”.

Herkes uzaktan yakından bir akrabasını veya arkadaşını kaybetti Maraş’ta. Şairler ve yazarlar şehri olarak bilinen Maraş’ta birçok yazar ve şair de ebediyete göç etti bu depremde. İnsan bir akrabasını kaybettiği zaman “dostlar sağ olsun” der. Çok yakın dostlarımızı kaybettik aynı anda. Peki şimdi kim sağ olsun diyeceğiz. Ortak dostlarımızı kaybettiğimiz bir dostum böyle diyordu.

Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) Kahramanmaraş şubesi olarak bizim de üç canımız ebediyete göçtü bu depremde. Bu dostlarımızın başında, şubemizin kurucularından, kıymetli büyüğümüz, ağabeyimiz Ahmet Doğan İlbey geliyordu. Ahmet abi diye hitap ederdi herkes ona. Ağabeylik vasıflarını taşıyan biriydi. Dert sahibiydi. Usanmaz bir fikir işçisiydi. Türk fikir hayatında müstesna bir yer edindi kendine. Gayesi yazı yazmak değil derdini anlatmaktı. Yazı bir araçtı. Zihin dünyamıza yapılan saldırıları ve yapılan tahribatı ortaya çıkararak aydın mesuliyetini yerine getiriyordu. Tanzimat’tan beri süregelen batılılaşma, yabancılaşma, yozlaşma meselelerini tenkit ederek insanların uyanmalarını sağlamaya çalışırdı. Yalan ve yanlışlarla örülen yakın tarihi ve oluşturulan sahte kahramanların gerçek yüzünü gösterirdi. Fikrin namusunu çiğnetmedi hiçbir zaman. İnandığı yolda yürüdü. “Hakk’a tapan” Türk milletinden olduğunu haykırdı yazılarında. Onun eleştirilerini anlayacak kapasitede ve derinlikte olmayanlar şiddetle karşı çıktılar. Fakat o kozasını örmeye devam etti, eserler vücuda getirdi.

Ahmet abi son derece mütevazı ve münzevi bir hayat yaşadı. Dostlarından başka sermayesi yoktu. Bu gün onun arkasından herkes hayır dua ediyor. Gönül zenginliğinin numunesi idi. Gücünü türkülerden alırdı. Kendi tabiriyle “bin miligramlık türküler”di bunlar. Bir milletin ruhu, hafızası, macerası olan türküler. Ahmet abinin hayatını çay, tütün, dost, muhabbet ve türkü ile özetleyebiliriz. Herkeste olan çeşitli sıkıntılar kendisinde de vardı ama hiçbir zaman hâlinden şikâyet etmezdi. Hiç kimseyi incitmezdi. İnsani ilişkilere çok önem verirdi. Kimseyi kırmayın derdi her zaman. Hastası olanı, cenazesi olanı, dara düşeni mutlaka arar sorardı. Bu gibi konularda çok hassastı. Depremden birkaç saat önce yazdığı “Maraş’ta Bir Türkü Olsam” yazısıyla veda etti dostlarına.

TYB Kahramanmaraş’ın eski başkanı, şair Fazlı Bayram da ebediyete uğurladığımız bir diğer deprem şehidi dostumuz. Nevi şahsına münhasır biriydi. Tipik bir Anadolu delikanlısı gibi içe kapanık mahcup ve onurluydu. Ezelden aldığı yarayı şiirlerine nakşedenlerdendi. Bir kitap hacminde olan şiirleri inşallah kitaplaşır ve ondan bize bir hatıra olarak kalır. O da dost canlısı idi. İşi gereği memleketin birçok vilayetine gidiyordu. Gittiği yerde bir dost varsa mutlaka onunla oturup bir çay tütün içer öyle ayrılırdı oradan. Kimseye yük olmaz herkesin yükünü almaya çalışırdı. Anadolu’nun kara yağız, kara bahtlı bu yiğit evladı ailesiyle birlikte göçtü bu âlemden.  

Büyüklerimizin fikir ve gönül talimi yapılan dükkân diye tanımladığı TYB Kahramanmaraş şubesinin genç ve güler yüzlü müdavimi Ferhat Ağca da ebediyete göçtü bu depremde. Gül yüzlü Ferhat’ımız gençliğinin baharında bir delikanlı idi, “murad alıp murad vermeden” yalan dünyadan ayrıldı. Ziraat fakültesinde doktorasını tamamlamak üzereydi. Ömrü sınavlarla geçen gençlerden biriydi. Son zamanlarda, biraz da kendi ihtisas sahası olması hasebiyle, çiçekler üzerine güzel yazılar yazıyordu. Tambur çalmaya başlamış, Cemil Bey’in izine düşmüştü. Tasavvuf yolunda nasip arıyordu. Güler yüzlü idi daima. Onu ne zaman aklıma getirsem karşımda gülümseyen yüzü geliyor hemen gözümün önüne. Onu tanıyan herkes aynı şeyi söylüyor. Depremde verdiğimiz bu üç canımız inanıyoruz ki şehittir. Efendimiz aleyhisselâtüvesselâm’a komşu olurlar inşallah. Bütün deprem şehitlerine rahmet olsun.

 

Ayasofya Dergisi 28-29. Sayı. Mayıs 2023.

08553890-91da-42d9-b455-c7e29ac807d0-(1).jpg

Bu haber toplam 541 defa okunmuştur
  • Yorumlar 2
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Diğer Haberler
    Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
    Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim