Türkiye'de bir kutuplaşmadan bahsedenler, liderlerin birbirlerine karşı kullandıkları dili, sosyal medyadaki bitmek tükenmek bilmeyen didişmeleri ve özellikle Gezi'den sonra ayyuka çıkan, bir kesimin Başbakan'a ve destekçisi halka karşı hınç ve nefretini, Başbakan'ın da onlara verdiği tepkileri gerekçe gösteriyorlar. Tüm bunlar, toplumda bir kutuplaşma olduğunu asla kanıtı olamazlar ama siyasi kültürümüzde bir sorun olduğuna kesinlikle işaret ederler. 'Siyaset'in gerçek anlamını yerli yerine koymayınca, ne sağlıklı bir müzakere ortamı oluşturabiliyor ne dertlerimizi el birliği içinde çözmeye çalışıyoruz. Siyasi müzakereyi beceremeyince psikolojiye batıyoruz. Psikolojiye gömülmek, birbirimizi suçlayıp durmamıza, siyasi anlayışlara değil de kişiliklere insafsız saldırılar düzenlememize neden oluyor.
Bu tablodan nedense çoğu zaman iktidarın, özellikle Başbakan'ın gerilimden medet umduğu söylenen tavırları sorumlu tutuluyor. Bu düşünce tarzındaki sakatlığı, mantık hatasını görmeliyiz. Böyle düşünmek, aslında iktidarı ve Başbakan'ı değil de her zaman olduğu gibi yine halkı suçlamanın bir şeklidir. 'Makarnaya, kömüre kandın ey halk!' demenin bir diğer versiyonudur. Böyle düşünenler, halkı her daim kandırılacak cahil yığını olarak görmekten vazgeçmeliler. Milletin kendileri hakkında böylesi düşmanca tutumları olanları tanıdığını, siyasetimizdeki üslup sorununun farkında olduğunu ama sürekli laf üretendense hiç değilse kendisine saygı göstereni ve icraat yapanı yeğlediğini düşünmeye başlamalılar. Kendisinden hazzetmediği her halinden belli olan, ne yapılsa eleştirilecek, eğlencelik bir nokta bulan, mütemadiyen taşın altına elini sokmamanın tadını çıkarmaya bakan ve üstelik iktidarla aynı üslup sorunundan malul bir muhalefete millet neden destek olsun?
Yazının devamı için:http://yenisafak.com.tr/yazarlar/ErolG%C3%B6ka/siyasetin-itibari-hepimizin-itibari/54236































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.