• İstanbul 18 °C
  • Ankara 20 °C

Fahri Tuna: Tekirdağ; Sarı Saçlı, Mavi Gözlü, Lavanta Kokulu Prensesimiz

Fahri Tuna: Tekirdağ; Sarı Saçlı, Mavi Gözlü, Lavanta Kokulu Prensesimiz
Türkiye bir lezzet cennetidir; amenna. Hiç su götürmez bir gerçek, bir doğrudur bu. Edirne’den Mardin’e, Adapazarı’ndan Konya’ya, Bursa’dan Urfa’ya, Kütahya’dan Trabzon’a, Bolu’dan Diyarbakır’a… bizzat tarafımızdan denenmiş de hüküm verilmiştir bu konuda.

Peki, köfte denince nereleri gelir aklınıza? Hadi gelin, birlikte bir düşünelim: İzmir köfte; çok beğenirim. Çocukluğumuzdan bilir - severiz, hafif sulu patatesli salçalıdır. İnegöl köfte; yuvarlak ince sucuk aromalıdır. Nefistir de. Adapazarı’nın ıslama köftesi; herkesi şaşırtır aslında, ıslama olan ekmeğidir, salçalı kemik suyuna batırılıp kızartılmıştır. Köftesi de lezizdir, o ayrı. Akçaabat köfte; etli,  irice, yuvarlakçadır. O da nefistir. Edirne köfte; görünümü Akçaabat köfteye benzer. Daha da kalıncadır, az da küçükçedir. Tadına doyum olmaz. Hele de Adnan’da yenirse. Güney ve güneydoğulu köfte bilmez; oraları kebap cennetidir. Adana da Urfa da Mardin de tam bir lezzet cennetidir. Bilirim. İyi bilirim. Kırk kere denenmiştir tarafımızdan. Bihakkın bu cümleyi hak etmişlerdir.

‘Ya Tekirdağ köfte?’ dediğinizi duyar gibiyim. Eyvallah. Çok özel bir köftedir, evet. Çok lezzetlidir. Akçaabat / Edirne köftesine benzer dışarıdan. Daha kırmızı, daha uzunca, daha kalıncadır. Lezzeti mi? Şahanedir, diyeyim size.

Hatta köfte denilince, - itiraf edelim - hepsinden önce Tekirdağ gelir akla. Sonra dizilir sıraya ötekileri, İnegöl, Akçaabat, İzmir, Adapazarı diye. Edirne ise önce önce ciğerdir mâlum, sonra  köftedir.

Anlaştık uzlaştık sanıyorum: Köfte Tekirdağ’dır; Tekirdağ’da köfte.

Sonra mavidir Tekirdağ. Mavi masmavi. Parlement mavi. Gün batımında enfes mavi. İpsala, Keşan, Malkara’dan geçip İstanbul’a doğru yol alırken, Tekirdağ görünmüşse eğer ve güneş de yeni batmışsa harikulade bir mavi sarıp sarmalamıştır gözleriniz kadar gönüllerinizi de; pırıl pırıl, ışıl ışıl, göz göz.

Plajları da mavi bayraklıdır bu arada. Öyle temiz, öyle güvenilir, öyle güzel. Gönlünüz rahat olsun.

Şimdi size on puanlık bir uzmanlık sorusu, buyurun: Bârıkayı hakikat, müsademe-i efkardan doğar mı doğmaz mı? Lütfen cevap verin. Haydi. Ben doğmaz diyenlerdenim. Doğmalı ama doğmuyor diyorum hatta. Kim mi söylemiş bu ünlü sözü: Asıl adı Mehmet Kemal olan ünlü şairimiz Namık Kemal. Günümüz Türkçesiyle ne mi demiş: Hakikat şimşeği fikirlerin çatışmasından doğar demiş hazret. Ama tecrübe bize bunun böyle olmadığını göstermiştir, maalesef: 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat bize bunun doğru olmadığını göstermiştir maalesef; bizim ülkemizde fikirlerin çatışmasından anarşi/terör doğuyor.

Unutmadan; Hürriyet şairi Namık Kemal de Tekirdağlıdır. Tekirdağ’da doğup büyümüş, Sakız Adası’nda mutasarrıfken (bir tür kaymakamlık) vefat etmiş vasiyeti üzerine, hayranı olduğu Gazi Süleyman Paşa’nın Tekirdağ Bolayır’daki türbesi yakınına defnedilmiştir.

On beş yaşında da Nazife Hanımın birilerine aldandığı şehirdir Tekirdağ. Sevdiğini görünce, insanın bir hoş olduğu yerdir de. Aşrı aşrı memlekete kız vermenin büyük yanlışlığını ilk Tekirdağlılar ifşa etmiştir insanlık tarihinde. Başka şehirleri bilemeyiz, ama kesin olan bir şey vardır; gelinle görümcenin oynadığı şehre Tekirdağ denir. Bu şehirde kızlar kızılcık mevsimde çorap gönderir sevdiklerine. Türküler yalan söylemez demişti Neşet (Ertaş) Baba bana bir söyleşimizde. Ben türkünün yalancısıyım, Tekirdağ’ın kızları selvi boyludur, erkekleri yanında kısa kalabilir. Aman dikkat.

Bir şey daha; - kulak hissiyatımdır, uzmanı hiç değilim - Zonguldak’ın Karadır kaşların ferman yazdırırı, Bolu’nun Tombalacık Halime’mi, Adapazarı’nın Elmayı top top yapalımı, İzmit’in Sendeki kaşlar bende de olaydısı, İstanbul’un Kadifeden kesesi / kahveden gelir sesisi, Bursa’nın Zeytin yağlı yiyememi, Çanakkale’nin Evreşe yolları dar / Bana bakma benim yârim varı, Edirne’nin Sevdiğim iki gözüm ellere yâr oldu da(Babuba), bana hep, hareketli oyun havası gibi gelir: Batı Karadeniz, Doğu Marmara ve Trakya türküleri ne kadar çok birbirine benzer; bu türün şaheseri ise bir Tekirdağ türküsüdür bence; bütün bir Anadolu, bütün bir Rumeli’de kına gecelerinin baş tacı olan türkü: Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar / Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler…

Gittiğinizde bir milyon Tekirdağlıdan birinin yolunu çevirin ve sorun; şehirliyi ne yıkar? Cevap verecektir: Ad. Yine sorun; köylüyü? Cevap verecektir: İnat. Ve Tekirdağlıların, bütün insanlığa, hepimizin altına imza atabileceğimiz, bilgece bir hatırlatmaları da var: Arpa unun yoksa tatlı dilin de mi yok!

Ha, bir de üzümü meşhurdur Tekirdağ’ın. Türkülere bile konu olmuştur. Ve tabii üzüm ürünleri. Buraya yazmaya gelmez. Anladın sen onu, ey okur. Geçelim.

Rahat huzurlu çalışkan insanlardır. Etliye sütlüye karışmayı pek sevmezler. İşinde gücünde düzgün insanlardır. Keyiflerine düşkün insanlardır Tekirdağlılar. Hatta hatta Malkara Keşan / Hoppala paşam sözü bile onlarındır.

Bilirsiniz; şehirler binalar kadar, camiler kadar, tarihi eserler kadar, dostlarımdır biraz da benim için.

Tekirdağ deyince nefis bir yaz ikindisinde, Şarköy’de yazlığının bahçesinde, leziz kavunlar karpuzlar eşliğinde muhabbet sofrasında şair Faik Baysal’dan dinlediğimiz tadına doyulmaz edebiyat hatıralarıdır ilkin.

Sonra yıllar yıllar önce, - 2004 veya 2005 olmalı,- o radyodan anlatmak, ben de yorumlamak üzere, spiker Oktay Sarı ve arkadaşlarıyla Çanakkale Dardanel - Sakaryaspor maçına giderken, harikulade Tekirdağ köftesiyle iftar açışımızdır. (Oktay gibi ömrü ‘az pilav üstü az kuru’ yemekle geçmiş birinin iftar iştahını unutamam. Anladın sen onu Oktay.)

2013 yılı. Edirne’de, Meriç kıyısında, sonraları ağbi - kardeş olacağımız Kemal’in restoranında, sarışın temiz yüzlü garsona soruyorum: Adın nedir? Cevap veriyor: Akan. Anlıyorum ki adı Hakan. Tanışıyoruz. Ne tatlın var Hakan? Trakya’nın o şirin mi şirin, tatlı mı atlı, doğal mı doğal telaffuzuyla cevap veriyor: Ayrabolu tatlısı. Vereyim mi? Bu güzel ve içten soruya, ne cevap verilir: Ver tabii ki.  Ben de öyle yaptım. Bu arada bir şeyi de öğrendim: Bizim Hakan da (o kendisine Akan diyor), getirdiği nefis peynir tatlısı da Hayrabolulu. Yani ikisi de Tekirdağlı.

Bir de büyük salgından kısa süre önce Tekirdağ İl Kültür ve Turizm Müdürü olarak göreve başlayan Ahmet Hacıoğlu kardeşimdir benim için. Enerjik karizmatik çalışkan yöneticidir Hacıoğlu. Açtım, sordum ona: Üç cümleyle Tekirdağ nedir senin için? İşte cevabı bizim Ahmet Müdürün: Bir prenses düşünün; gözleri mavi (deniz), saçları sarı (ayçiçeği), kokusu lavanta. İşte size Tekirdağ.

Bir de hatırla(t)ma; lisede dört sene birlikte parasız yatılı okuduğumuz muhacir yüzlü sarışın delikanlı, çeyrek asırdır Van’da üniversitede tarih akademisyeni Abdürrahim Tufantoz’dur Tekirdağ benim için. Sonraları bizim Serdivan’a damat olunca, biraz unuttuk onun Tekirdağlılığını ama. Olsun. Muzip, neşeli, sevimli bir Tekirdağlıdır Tufantoz’umuz bizim.

Tarih dedik de, Kanuni’nin damadı Sadrazam (Başbakan) Topal Rüstem Paşa’nın en nadide eserleri Tekirdağ’dadır. Emin olunuz öyledir.

Evet; Şarköy’dür Mürefte’dir Tekirdağ.

Mavidir (Marmara Denizi mavisi hem de), yeşildir (Ganos Dağları yeşili hem de).

Nişantepe’dir, Ayvasıl plajıdır.

Tekirdağ tarihtir, tatildir, huzurdur.

Tekirdağ; mavi gözlü, sarı saçlı, lavanta kokulu bir prensestir.

Marmara’nın en güzel prensesi.

Bu haber toplam 500 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim