Bu kavram genel olarak küçük devletlerin; büyük/hegemon devletlerin peşine takılarak, onların dümen suyundan ayrılmayarak onlardan çıkar sağlamaya çalıştıklarını açıklamak için kullanılır.
Disiplinin bazı ideologları İsrail’in de bu bağlamda ABD’nin peşine takıldığını/dümen suyuna girdiğini ve bu sayede mevcut uluslararası sistemi kendi lehine çevirdiğini iddia ederler.
Ancak uygulamaya baktığımız zaman bunun böyle olmadığını, hatta İsrail’in ABD’nin peşine takılmasını geçtik; ABD’nin Yahudi lobisinin ve İsrail’in peşine takılıp 2. Dünya Savaşı’ndan sonra büyük zahmetlerle kurduğu ve yaşatmak için yoğun mesai ve kaynak sarf ettiği mevcut sistemi hırpaladığı ve çöküşe sürüklediğini söylememiz mümkündür.
İsrail’in hiç hak etmediği hâlde sanki BM Güvenlik Konseyi’nin veya NATO’nun üyesiymiş gibi karar süreçlerine dâhil olduğu ve buna paralel olarak da küresel ve bölgesel kararların alındığı platformlarda İsrail’in çıkarlarına uymayacak hiçbir kararın alınamadığı gözlemlenmektedir.
Bunu nereden mi çıkarıyoruz?
Tabii ki ABD’nin uzun süredir uyguladığı Orta Doğu politikasından ve bölgede hayata geçirdiği veya geçirmeye çalıştığı projelerde İsrail’i merkeze oturtmasından.
Bir ülke düşünün ki herhangi bir konuda politika geliştirirken kendi çıkarlarından daha çok İsrail’in çıkarlarını öncelesin ve İsrail’in güvenliğini kendi varlığının ayrılmaz bir parçası olarak tanımlasın.
İşte bu ülke maalesef ki ABD’dir.
Hem de bunu gizli saklı değil, alenen ve gururla yapıyor.
Devamı: https://www.dirilispostasi.com/abd-netanyahunun-pesine-takilirsa
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.