Sadece şiirimizde değil, edebiyatımızda da etkisini hâlâ sürdüren bir eski-yeni kavgası var. Gerçi bu kavga sadece edebiyatımızla da sınırlı değil, neredeyse iki yüz yıla yakın bir zamandan beri hayatımızı da derin bir şekilde etkiliyor bu kavga. Bu kavganın adı, Batılılaşma kavgası.
“Durdurulan bir medeniyet olan Osmanlı”nın Batı karşısındaki yürek burkan yenilgileri, bu yenilgiden kurtulma yollarını arayışlar ve elbette ki Batının sinsi dönüştürme çabaları insanımız üzerinde etkisini gösterip Batı lehine bir kitle oluşmasına yol açtı zamanla. Osmanlının kurtuluşunu, kendisini yenen güce benzemekte bulmuştur bazıları. Tanzimat’tan başlayarak içimizdeki bazılarına göre, Osmanlının hem bilimde hem de teknolojide ‘kıblesi’ Batı olmuştur. Hatta bununla da yetinmeyip inançta da Batılılaşması gerektiğini savunanlar da çıkmıştır.
Elbette bu düşünceler bu kadar net ve yalın sözlerle ifade edilmemiş, farklı veçhelere büründürülerek ifade edilmiştir. Ama halkımızın irfanı bu dönüştürme çabalarını aşikar kılmış, irfan sahipleri, bu çabaların aslında bir ‘kıble’ döndürme çabası olduğunu sezmiş ve seslendirmiştir ülkenin kılcal damarlarında ve buna direnmiştir. Bugün nasıl sessiz ve sakin bir şekilde buna direniyorsa millet, o zaman da sessiz ve sakin bir şekilde direnişini sahnelemiştir.
Edebiyatımızda yerli olana düşmanlığın en önemli örneği Tevfik Fikret’tir. Fikret, Osmanlı sultanına suikast düzenleyip başarılı olamayan Ermeni komitacıyı ‘şanlı avcı’ olarak ilan etmekte tereddüt etmemiştir. Bu, günümüzde de karşılığını sıkça gördüğümüz ‘mankurtlaşma’ ya da kendinden olana düşmanlığın en uç örneklerinden biridir kuşkusuz.
Bu tip örnekler yanında, kendine özgü bir seyir takip eden örnekler de yok değildir. Cenab Şahabettin de kendine özgü bir seyir takip eden örneklerden biridir. Cenap Şahabettin’e bakıldığında, onun en fazla dikkat çeken yönünün, samimiyeti olduğu görülecektir. Mualllim Naci’nin etrafında eski şiiri savunurken de samimidir Cenab, Recaizade’nin safına geçip yeni şiiri savunurken de samimidir. 
Bir eli göklere uzanan şair
Edebiyatımızda ömrü kısa ama etkisi uzun olan bir edebiyat akımı olarak tarif edilen Servet-i Fünun akımının önemli temsilcilerinden biridir Cenab Şahabettin. Parlak zekası, dile karşı yatkınlığı ve naif ruhunun onü götüreceği yer şairlikti ve elbette o da şair oldu.
Daha tıp fakültesinde öğrenciyken şiir vadisinde at koşturur. Bu dönemde klasik edebiyat-yeni edebiyat tartışması başlamıştır ve Cenab, samimi bir şekilde klasik edebiyatın yanında tavır alır. Muallim Nacilerin gölgesinde yetişir ve bu dönemde klasik şiirimizin inceliklerini öğrenerek bu şiire hakim olur.
Ama Cenab Şahabettin, her ırmağın suyundan beslenen verimli bir toprak gibi, edebiyata ve şiire dair ne varsa hepsini incelemekten de geri kalmaz. Bu incelemeler onu kısa zamanda Recaizade Mahmut Ekrem ve Abdulhak Hamid Tarhan’ın da içinde bulunduğu “modern şiir” safına götürür.
Daha sonra da bir hekim olarak başarılı bulunması ve uzman olması için yurt dışına, Paris’e gönderilmesi, Batıyı ve Batı şiirini erken yaşta tanımasına yol açar Cenap Şahabettin’in.
Prof. Dr. Hasan Akay, Cenab Şahabettin’in kendine özgü metafizik ürpertileri olduğunu “Cenab Şahabeddin, akşamdan daha ziyade gece âlemlerine, dolayısıyla kozmik âleme aşinalığı olan, bu âlemi yakından hisseden bir şairdir.” (s.50) diyerek net bir şekilde belirtir. Ki zaten bu vurgu, kitabın sayfalarında sık sık tekrarlanacak, özellikle de Cenab Şahabettin ile Tevfik Fikret’in karşılaştırıldığı sayfalarda daha da dikkat çekici bir hal alacaktır.
Devamı için: http://www.dunyabizim.com/Manset/21477/kozmik-lemi-yakindan-hisseden-bir-sair.html































Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.