• İstanbul 19 °C
  • Ankara 22 °C

Memiş Okuyucu: Tıp Dili Bizim Neyimiz Olur?

Memiş Okuyucu: Tıp Dili Bizim Neyimiz Olur?

Ülkemizde Avrupai tarzda eğitim-öğretim yapan ilk Tıp Mektebi 14 Mart 1827’ de kuruldu. İlk kuruluşundan itibaren kırk yıl süre ile Fransızca tedrisat yaptıktan sonra 1867’de Türkçe öğretime geçildi.

Tıbbiye, ülkemizin ilmi geleneği en eski kurumlarından biridir. İlk açılanı askeri tıbbiye olduğu için tıp literatüründe askeri terimler de bulunmaktadır. Bütün tıp dünyasının varlık nedeni ve varlık hedefi sağlığına kavuşmayı/kavuşturmayı ifade için kullanılan  ‘iyileşmek/iyileşti/iyi diye bir kavram vardır. İşte bu kavramın karşılığı olarak hastanelerden iyileşerek ayrılanları anlatmak için dilimize yerleşmiş olan ‘taburcu olmak’ da askeri tıbbiyeden günümüze miras kalmış bir deyimdir. 

Bu kısa girişten sonra asıl sorumuza gelelim.

Tıp dilinde bu gidiş nereye?

İlaçların tanıtım yazıları dahil tıp dilinin geldiği durumu gördükçe, bu soruyu sormak zorunda hissettim.

Gidişat, bizi sormaya ve sorgulamaya itmekte.

Tıp, bizim köklü bilim kollarımızdan biridir. Geleneği de en eski bir bilim alanımız. Ancak bu durum tıp dilinde aynı birikimi muhafaza edip, geliştirdiğimiz anlamına gelmemekte. Tıbbın kelime ve kavramları nerede ise bütünüyle Latince ve İngilizce halleri ile kullanılmaya doğru gidiyor.

Adını tam ve doğru olarak koymak gerekirse tıp dili, dilimiz olmaktan çıkmak üzere.

Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir ülkede, hiçbir bilim dalında o bilim dalının literatürü tümüyle başka dillerin kelime ve kavramları ile kurul/a/maz. Bu duruma o ülkenin hafızası da, bilgisi asla müsade etmez. Olsa olsa böyle bir uygulamaya ancak sömürge ülkelerinde rastlanabilir.

Kavramlar hakikatleri kavrama aletlerimizdir. Dünyayı kavramlarla anlar ve anlamlandırırız. Pek âla bize tıbbın hakikatlerini, anlam ve anlama alanını anlatan kavramlar ne durumda?

Nerede ise kapı duvar.

Günümüze gelene kadar özellikle son asırda binlerce kelime ve kavram  tıp lisanından çıkarılmış durumda.

Halbuki bizim kuraklığa değil berekete, sığlığa değil zenginliğe, azlığa değil çokluğa ihtiyacımız var. Fazla kelime ve kavram demek, zengin düşünme ve kavrayış alanı demektir.
 

Bir taraftan yeni kavramlar üretirken, diğer yandan da mevcudu muhafaza etsek. Böylelikle hem lisanımıza hem de kültürümüze ve irfanımıza pek büyük bir hizmet yapmış olacağız.

Bu arada ülkemizdeki tıbbiyenin kuruluş yıllarında oluşturulmuş bir tıp literatürü bulunduğunu da belirtelim.

Kelime ve kavramlaştırmalarımızı kendi kültür ve irfanımıza dayanarak yapmanın yollarını aramalıyız.

Var olan kavramlarımızın mümkün olanlarını,  kazanabileceklerimizi, dilimize kazandırmalıyız. Böylelikle düşünce, anlama ve muhakeme alanımızı Türkçe'mizin zenginlikleri ile geliştirmeye bir güzel katkı yapmış oluruz.


Bu yolla hem geçmişle, hem de gelecekle köprü kurulmuş olacaktır.
Tıp dilinin gittikçe ve tümüyle başka dil ve kavramlarla kurulması, cemiyetle anlam ve anlama ilişkisini zayıflatmakta.
Ortalama insanlarımız artık ilaçların içinden çıkan tanıtım yazıları ile anlam ilişkisi kuramaz durumda. Nerede ise tercüman gerekiyor.
Cemiyetten ayrıştırılarak sanki sadece mütehassısların anlayabildiği bir tıp dili oluşturulmuş durumda.


Şu başlık geçenlerde bir Ortopedi Klinik şefi hocanın danışmanlığını yaptığı Tıp Doktora programının sunumundan alındı:

‘’Kas-iskelet Sistemi ve Rejeneratif Tıp Doktora programı sunumu: Eklem Kıkırdak Hasarlarının Tedavisinde Mezenkimal Kök Hücre İle Kombine Olarak Termojel Skafold Uygulaması” ve “Hayvan Modelleri Üzerinde Oluşturulan Menisküs Defektlerinin Biyo-Uyumlu Bir Jel Kullanılarak Onarılması”

Gördüğünüz gibi dilimize de dimağımıza da oldukça uzak, cemiyetimizle anlam ilişkisi hemen hemen kalmayan bir literatür.

 

Hekimlerimize ve Türkçe’yi seven herkese bir ses olsun. Ülkeme bir seda kalsın diye. Tarihe bir not düşmek üzere yazıyorum.

Tıp alanımızda tabii ki yeni kavramlaştırmalar olacak. Yeni yeni kavramlar üretilecek. Burası tamam.

Ancak tıp adamlarımız, tıp lisanımıza klasik sistemimizdeki literatürü de ekleseler. Semptom yerine, belirti deseler, araz deseler. Pandemi yerine salgın deseler, kıran deseler...

Bir zamanlar nisaiye vardı, asabiye vardı, bevliye vardı, cildiye vardı, dahiliye vardı, hariciye vardı. Bütün bu kavramlara hiç yokmuş muamelesi yapmak yerine bir kısmını kullansalar.

Teşhisi, tedaviyi unutmasalar. Böylelikle hem bedenimiz, kültürümüz,  irfanımız ve  ruhumuz da   şifa bulsa!. Deva bulsa.


Tıp hocalarımızın da her vatandaş gibi ülke ve millet sevdası elbette bütün Türkiye’nin malumu. Son korona salgını ile meslekî şecaat ve liyakatlerini de bir kez daha bütün âleme ispat ettiler. Bu durum bütün âleme malum oldu. Malumu ilama lüzum yok.

Tıp Hocalarımızın bir borcu da ana dilimize sahip çıkmaktır.

Ey ehibba, etıbba ve cümle ehli vatan!

Artık sormak zorundayız.

Sahi hekimler bizim ama şu tıp dili bizim neyimiz  olur?

‘Ayrı düştük vatanımızın tıp dilinden’ türküsü söylemeyelim.

Dilimiz ses bayrağımızdır. Anavatanımızdır. Bize düşen geliştirmek, yukarılara taşımaktır.

Bir tek Türkiye’miz var. Bir tek Türkçemiz var. Hep beraber sahip çıkalım.

Sağlıcakla kalın.

 

Bu haber toplam 334 defa okunmuştur
  • Yorumlar 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Tel : 0312 232 05 71 - 72 | Faks : 0312 232 05 71-72 | Haber Scripti: CM Bilişim