09 Kasım 2025
  • İstanbul19°C
  • Ankara15°C
  • İzmir18°C
  • Konya12°C
  • Sakarya18°C
  • Şanlıurfa20°C
  • Trabzon15°C
  • Gaziantep20°C

A. ALİ URAL : DOĞAMAMIŞ BEBEKLER

Sonbaharın eşiğine kadar gelip de yaprağın döküldüğünü görmeden, yağmurun ıslaklığını duymadan, rüzgârın serinliğiyle ürpermeden geri dönmek.

A. Ali Ural : Doğamamış bebekler

Bulutların üzerinde onlarca kez turladıktan sonra menziline doğru inişe geçmişken, çıldıran ibreleri yatıştıramayıp konacağı yere çakılmak.

Uzun bir yolculuğun sonunda direksiyonla bütünleşip, yönetmenin hazzıyla gelecek zamanlara kanatlanmışken, kudret virajını alamayarak boşluğa savrulmak.

Her karışından altın yüklü başaklar fışkırıp da, sarraf neşesiyle üstünde uçuşacak tırpanları beklerken, kulakları sağır eden bir uğultuyla konan çekirge bulutlarının altında bütün servetini kaybetmek.

Simurg'un sırrını çözmek için yola çıkıp da, binlerce kanadı tarumar ettikten sonra yollarda, Simurg'un kendilerinden başka bir şey olmadığının farkına varmak.

Aynı kıbleye doğru yüzlerce yıl yan yana namaz kılıp da, yalancı peygamberler aramak şirk kıtalarında!

Aynı köprüye doğru yol alıyoruz, yanımızda taşıyarak varsa aydınlığımız.

Geç kalmadık mı? Bizi daha ne kadar bekleyebilir Burak!

Masalın başından sonuna kadar kulak kesilip de, kızaran gök elmaları dinleyenlerin sepetlerini dolduracakken, boş bir sepet içinde uykunun nehrine bırakıldığımızdan haberimiz var mı!

Bu nasıl bir yalnızlık! Kardeş değilsiniz diyorlar bize.

Bu nasıl bir nehir! Nereye götürüyor bizi. Sarayında büyütüleceğimiz adamın Firavun olduğunu bilen kim?

Karanlık örtmeden üstümüzü, diri diri gömmeden kardeşleri yan yana, lahitlerimizin kapaklarını açalım. Gacırtıyla açalım kepenkleri, aynı anda ışık düşsün göz bebeklerimize. Kulaklarımız mı, demek kulaklarımız var. Ezberleyelim masalı o halde, unutmayalım tek bir harf, kardeşlik zamanı.

Doğamamış bebeklerin masallarını sonuna kadar dinlemeye hazır değiliz. Avuçlarını rozetler gibi taşıyoruz, yakalarımızdan tutmuşlardı halbuki. Soru sormalarını bekledik. Bekliyoruz hâlâ, tehirli tren. Bekliyoruz ah, birer soruydu elleri. Yakamızdan silkemezdik, yeri göğü yakardı vebal. Mağaralar bile saklayamaz. Peşimizdeyken peşinde soru işareti olmayan o sorular:

Bu yumurtaların içinde civcivler vardı; cıvıl cıvıl sapsarı civcivler, hepsi kırık.

Bu dalgaların içinde inciler vardı, ışıl ışıl bembeyaz inciler, hepsi çatlak.

Bu ırmakların içinde balıklar vardı, pullu pullu gümüşten balıklar, hepsi kara.

Bu ağaçların içinde elmalar vardı, alev alev kıpkırmızı elmalar, hepsi kurtlu.

Bu yatakların içinde nehirler vardı, köpük köpük, billurdan nehirler, hepsi kurudu.

Bu sandıkların içinde hazineler vardı, hepsi farelerle dolu.

Bu evlerin içinde sağlam akıl sahipleri vardı, hepsi malul.

Yalancı peygamberler kadim zamanlarda güldürüyorlardı kendilerine, şimdi ağlatıyorlar. Abbasi Halifesi Me'mun zamanında bir adam peygamberlik iddiasında bulunmuş. O halde mucizeni göster demişler. "Suya bir taş atayım erisin!" demiş adam. Cebinden bir taş çıkarmış sahte peygamber ve atmış suya. Erimesin mi taş! "O halde sana başka bir taş verelim onu da erit bakalım," deyince insanlar, suratını asmış hilekâr. Pişkin pişkin söylenmiş: "Firavun Musa'ya asan ile yaptığını kabul etmiyorum. Bırak ben sana bir asa vereyim de onu yılan yap mı dedi ki benden bunu istiyorsunuz!" Gülmüş halk, gülmüş Me'mun, "Salın gitsin melunu!"

Yalancı peygamberler kadim zamanlarda güldürüyorlardı kendilerine, şimdi ağlatıyorlar.

Ceplerinden çıkarıyorlar mermileri bir bir, erisin diye suda.

Sudan yaratıldıysa da,

Doğmamış bebeğe atılan kurşun erimez.

02.10.2011 Zaman
Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.