05 Kasım 2025
  • İstanbul17°C
  • Ankara18°C
  • İzmir22°C
  • Konya19°C
  • Sakarya19°C
  • Şanlıurfa26°C
  • Trabzon18°C
  • Gaziantep24°C

ADEM ÇAYLAK'TAN: "KARGA"YI BESLERSEN...

Bu köşeyi takip edenler yakından şahittir ki, iki yılı aşkın süredir sahih İslam’ın içini boşaltmak ve Müslümanlığı muhafazakarlaştırarak hadım edilmiş hale getirmek üzere örgütlen(diril)en ve bir tür “dine karşı din” hareketi ile gerdeğe girmenin kısa va

Adem Çaylak'tan: "Karga"yı Beslersen...

Modernleşmeci, Protestan ahlakını ve emek sömürüsünü ekonomi politikası olarak bellemiş, İslam’ın Protestan Hıristiyanlığa uymayan taraflarını reddeden, uluslararası güç dengelerinde mazlumun değil derin ABD ve İsrail’in yanında yer alan ve ona tüm dünyada okulları vasıtasıyla hizmet etmeye yemin etmiş bir camianın gücünün ulaştığı son nokta bu kadarla sınırlı değil. On yıllık iktidarında emniyet ve yargı içindeki mensupları eliyle hükümetin her adımını izleyen, bugünlerde kullanılmak üzere dokümante edip kayıt altına alan, siyaseti yönlendirmek için yargıdaki mensupları eliyle soruşturmalar açan derin tetikçi makine, ABD’nin onayı ve emri ile Erdoğan’ı siyaseten bitirmek ve Ak Parti’yi etkisizleştirmek için ölümüne bir savaşa girişmiş bulunmaktadır. Şimdiye kadar askeri darbelerde ve özellikle 28 şubat darbesinde “hizmet”in neden böyle direnişçi bir tavır sergilemek şöyle dursun, 28 Şubat’ın sivil ayağı olduğu halde,  bugün Erdoğan’ın kellesini almak için ülkeden tamamen silinme pahasına harekete geçmiş olmaları şu basit denklemle açıklanabilir.

2003 sonrası Türkiye’yi uluslararası sistemden koparmaya çalışan darbe planları hariç, önceki tüm darbeler ABD’nin emrindeki cuntalar tarafından yapılmıştı. Zaten derin ABD ve İsrail’in “hizmet”indeki bir makinenin patronun diğer adamlarına (askeri cunta) başkaldırması saçma olurdu. Hem cunta hem de camia aynı büyük şeytanın yani ABD’nin emrindeydi. Bu gerçeğin camia farkındaydı ama dar kafalı cuntacılara bu konu yeterince izah edilemedi. Sonuç olarak “seküler” askeri vesayet yerini yargı ve emniyetteki “dinci” camia vesayetine bırakmak üzere ABD tarafından sahneden kovuldu. Erdoğan’ın ancak 7 şubat “balyoz”u ile anlayabildiği ama geri çevirmeye gücünün yetmediği bu gerçeği yıllar öncesinden sezip uyaran benim gibilere o günlerde ne yazık ki “bu kadar da değil, komplocu bir bakış açısı, fitne çıkarmanın alemi yok” gözüyle bakılmaktaydı.

Olayın hükümet tarafındaysa, yıllardır inşaat sektörüne aşırı yüklenmeden kaynaklanan zaafa düşme ve rant ekonomisi çerçevesinde yolsuzlukların dibine batma durumu göze çarpmaktadır. Betonlaşan bir ülkeden ve onun yarattığı ekonomi ve siyasal güçten nemalanan kabız siyasetin Erdoğan’ı düşürdüğü durum vehamet arz etmektedir. İran’a yapılan altın ticareti üzerinden yürütülen operasyonsa, camia tarafından ABD ve İsrail’in güçlü desteğinin alınmış olduğunun kanıtıdır. İran’la yapılan ticaret, bir halkı açlığa ve ölüme terk eden ambargoların hafifletiliyor olması nedeniyle ahlaken doğrudur. Hükümetin geçmişteki en büyük günahı ise, Hanefi Avcı, Ahmet Şık, Büşra Ersanlı, Ragıp Zarakolu gibi Ergenekon ve KCK soruşturmalarında tutuklanan mazlumlara karşı yapılan hak ihlallerine yeterince ses çıkarmamış olmasıdır.

Tıpkı Mısır ve Suriye’de İhvan-ı Müslimin’in ve nükleer müzakerelerde İran’ın derin ABD ve Siyonizme ağır şekilde yenilmiş olduğu gibi, Erdoğan’ın arkasındaki büyük güce rağmen camiayı alt etmesi mümkün değildir.Bu badire atlatılsa bir başkası, o atlatılsa bir yenisi ortaya çıkarılacak ve en nihayetinde hükümet bir şekilde zayıflatılacaktır. Ne yazık ki hükümetin elinde camia ve derin ABD’yi geriletecek pek fazla koz olmadığı halde karşı tarafın elinde Ak Parti hükümetlerinin 11 yıllık icraatlarının ayrıntılı dökümleri ve olmayan olayları bile varmış gibi gösterme yeteneğine sahip emniyet ve yargı “camiası” bulunmaktadır. Erdoğan, İsrail ve ABD’nin emrine uygun hareket etmediği için siyaseten infaz edilmesi imkan dahiline girmiştir.

Bununla birlikte dövüşmeden teslim olmak ne Erdoğan’a ne de onun temsil ettiği damara yakışmayacağı için, kısa vadede yapılması gereken, yüksek yargıyı hemen ilga edip yerine bir Temyiz mahkemesi kuracak ve tıpkı RTÜK gibi siyasal parti temsilcileri eliyle düzenleyen yeni bir HSYK kurmak için tüm partilerle anayasa uzlaşması aramak ve yargı içindeki vesayetin yarattığı hak ihlallerini ortadan kaldıracak radikal bir anayasal dönüşümü gerçekleştirmektir. Bu bile kesin çözüm alınmasını sağlamayacak bir öneridir ama en azından bundan sonraki dönemde “yargısal vesayet”in olmadığı bir Türkiye’nin önünü açabileceği için önemli olsa gerektir.

19.12.2013 Milat Gazetesi

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.