- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
03 Kasım 2025- İstanbul17°C▼
- Ankara15°C
- İzmir18°C
- Konya16°C
- Sakarya17°C
- Şanlıurfa21°C
- Trabzon14°C
- Gaziantep19°C
ADEM ÇAYLAK'TAN: MUHALEFETSİZ HAKİKATE VASIL OLUNMAZ
Bu topraklarda muhalefet kavramı, hakiki bağlamına oturtulmamıştır. Kavram, toplum içinde “fitne” çıkarmak, şer ve şeytanla özdeş tutularak olumsuz bir içeriğe büründürülerek işlevsiz hale getirilmiştir.

Bu topraklarda muhalefet kavramı, hakiki bağlamına oturtulmamıştır. Kavram, toplum içinde “fitne” çıkarmak, şer ve şeytanla özdeş tutularak olumsuz bir içeriğe büründürülerek işlevsiz hale getirilmiştir. Halbuki “muhalefet” kavramı, “hilafet” kavramı ile aynı kökenden gelmiş olup, “sonradan gelen düşünce”, “bir konuda farklı yerde durmak” ve “öncekinden farklı olmak” anlamlarına gelmektedir. Hakikat, “tahkik etmek”le ilintili bir kavram olarak, “muhakame etmek”, “sorgulamak” ve “kritik etmek” anlamlarına gelmektedir. Hakikat kavramının, düşünce ve olguları “diyalektik süreçten geçirmekle” bağlantısı vardır. İman konusunda dahi Allah, kullarının cet, ana ve babadan kalma “taklidi-iman”larını değil, “tahkik-i iman”larını daha makbul saydığı düşünüldüğünde, entelektüel ve toplumsal ve siyasal arenada hakikat arayışını devreye sokacak “cehd” eksenli muhalefet merdiveni olmazsa olmaz şart haline gelmiştir.
Bu yüzden, var olan her durumdan ereksel anlamda bir başka aşamaya tekevvün etmek (hakikate vasıl olmak) ve bunu durmaksızın sürekli kılmak adına, entelektüel, toplumsal ve siyasal muhalefete büyük ihtiyaç vardır. Adeta muhalefet, hakikate giden yolun yürüyen merdivenidir. Bu bakımdan, muhalefete dönüştürücü, meşruiyet çizgisine getirici olumlu bir anlam yüklenmediği taktirde, Müslümanların iktidarla ve devletle imtihanı bitmeyecektir. Sürekli “akış” ve “oluş” içinde yürüyen merdiveninin yoksa, hakikate vasıl olmanız bir hayalden ibaret kalacaktır. Zaten, “cehd” kavramından mülhem içtihat kavramı, “an” ve “geleceğe” ilişkin sürekli bir sorgulama edimidir. Zamanla toplumun gömülü değerlerine bulaşmış ve ondan etkilenen var olan düşünüş biçimleri ve siyasal tutumları dönüştürmenin yolu, içtihadı önceleyen muhalefetten geçmektedir. İlim ve hikmetten beslenen içtihada dayalı muhalefete süreklilik kazandırılmadığı sürece, iktidarlar kurulu düzenlere ve sistemlere esir düşecek ve onları yeniden üretecektir.
Kur’an’da Allah’ın belirttiği gibi, “…Biz her “an” yaratmaktayız…” terkibinden anlaşıldığı gibi “Din”, bir sabiteler toplamı değildir. Bu yüzden bir Müslüman’ın statükocu ya da değişimi içerse de “muhafazakar” olması düşünülemez. Kur’an ve Sünnet’te özellikle toplumsal ve siyasal konularda net kontürlere kavuşturulmuş siyasal rejim tipi ve örgütlenme tarzı vaaz edilmemiş olduğu, şura, biat, adalet gibi temel prensipler üzerinden genel bir çerçeve çizildiği düşünüldüğünde, Müslümanlığın ahlak, adalet, erdem, hakkaniyetli bölüşüme dayalı olması gereken yönetimlerini inkişaf ettirmek ve temeddüne (medenileştirmeleri) sokmaları için her daim hakikati önceleyen ıslah edici muhalefete ihtiyacı elzemdir. Islah edici muhalefet olmadan, ahlak, adalet ve hakkaniyetli bölüşüme dayalı iktidarların oluşumu ve kendini yenilemeleri mümkün değildir. Muhalefetsiz iktidar, kurulu düzeni (establishment) perçinleyen ve yönetilenleri dağlayan bir “ok”a dönüşür.
Tüm bu hakikatlere rağmen, ne yazık ki, Arap-İslam ve Türk-İslam imparatorlukları geleneğinde Muaviye’den başlamak üzere, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Fatimiler, Memluklular ve Osmanlılar dönemlerinde, muhalefet kavramına pejoratif ve negatif bir anlam yüklenmiş, var olan halife, sultan ya da hükümdarların zulme sapan keyfi yönetimlerine ahlak, adalet ve hakkaniyetli bölüşüm adına itiraz eden tüm muhalefet hareketleri, şer ve şeytanla özdeş tutulmuş, “fitne” çıkarmakla suçlanmış ve toplum ile siyasal alanın dışına çıkarılmıştır. Başka bir deyişle, vahdet içinde kesreti haiz olması gereken kamusal alanın içi, toplumsal düzen ve siyasi birlik adına, aslına bakılırsa kendi iktidarlarının devamı adına, boşaltılmıştır. Ne yazık ki, Muaviye ile birlikte Pers ve Bizans’ın etkisiyle başta bulunan halifeler, kendilerini peygamberin halifesi (ardılı) olarak niteleyecekleri yerde, “zıllullahi fi’l alem” (Allah’ın yeryüzündeki gölgesi) olarak Allah’ın vekili ve Onun isteklerinin arzusu şeklinde sunmuş ve Batı’da ve İran’da ortaya çıkmış “hükümdarlığın kutsal hakları” düsturuna teslim olmuştur. İslam devlet ve siyaset anlayışı üzerine çalışan bir kısım Müslüman ulema da (İbn Mukaffa, Nizamülmülk, Maverdi, Gazali gibi) bu yanlış kavramsallaştırmayı perçinleyen eserler vermiştir.
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de İslam, maalesef muhalefetten ziyade iktidarla özdeş kılınmış ve iktidara eklemli bir din anlayışı yaratılmıştır. “Din ü devlet” ilkesinden hareketle dinin “temel”, devletin de “bekçi” olduğu vurgulanarak, güçlü bekçinin himayesinde olmayan “Din’in elden gideceği” vehmi yaratılmıştır. Halbuki, Kur’an’da Allah’ın, “Bu dini biz gönderdik ve onu koruyacak olan da biziz” vaadi olmasına rağmen, bu düşünceden mülhem kutsal ve ulu bir devlet düşüncesi yaratılmıştır.
Ak Parti iktidarı ile birlikte, “devlet”i ele geçiren Müslümanlar, devletin özüne ve iktidarın doğasına ilişkin bir muhalif sorgulamayı harekete geçirecekleri yerde, kendilerinin geldiği tarihsel ve geleneksel İslam siyaset düşüncesine teslim olmuş ve “devletin bekası”nı her şeyin üzerine yerleştirmiştir. Ak Parti iktidarı ile eklemlenen Müslümanların çoğunluğu ve özellikle “saray uleması” kılığında hareket eden organik Müslüman aydınların büyük çoğunluğu, “Ya devlet başa ya kuzgun leşe” mantığı çerçevesinde, dün iktidarda olmadıkları için eleştirdikleri devleti (aslına bakılırsa bizatihi devleti değil, o günlerde devlet iktidarını elinde tutanlara karşı “araçsal muhalefet” yapılmıştır) bugün sonuna kadar savunacak duruma gelmedikleri yetmiyormuş gibi devlet ve iktidarın ahlak, adalet ve hakkaniyetli bölüşümü zedeleyen kimi haksız uygulamaları karşısında ıslah edici ve hakkaniyete dayalı bir “duruş” sergileyen Müslümanları dahi “ihanet çemberi”nin içine dahil edecek bir savrulma noktasına gelmiştir.
Bu savrulmadan azade olmanın yolu, “araçsal muhalefet”ten değil, hakikate ve içtihada dayalı ıslah edici “amaçsal muhalefet”ten geçmektedir. Muhalefet kavramı, Kur’an’a ve Sünnet’e dayalı içeriğine kavuşturularak, hakikate vasıl olmanın bir yolu olarak sürekli yapılmadığı taktirde, Müslümanlık ve Müslümanların iş başında olduğu tüm iktidarlar, modernite ve kapitalizm ile eklemli kurulu düzenleri meşrulaştıran ve yeniden üreten bir aparata dönüşecek ve zaten Ak Parti iktidarının pratiğinde olduğu gibi muhafazakarlıkla zehirlenen bir Müslümanlık yaratacaktır. Bu yüzden tarih ve geleneğin iktidar adına meşrulaştırılan kirliliklerinden arınmak için ivedilikle hakikat ve onun merdiveni olan muhalefetin “Din”le buluşması elzemdir.
08.05.2014 Milat
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.