- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
04 Kasım 2025- İstanbul16°C▼
- Ankara12°C
- İzmir18°C
- Konya12°C
- Sakarya13°C
- Şanlıurfa18°C
- Trabzon16°C
- Gaziantep13°C
ADEM ÇAYLAK'TAN: SİSTEM KAN TAZELEMEYE DEVAM EDİYOR
Türk-İslam imparatorlukları geleneğinin bir ürünü olan Türkiye’deki devlet aklı, uluslararası güç odakları ile bağlantılı bir şekilde her daim kurulu düzeni (establishment) ayakta tutacak kan tazeleme operasyonlarına imza atmıştır.

Türk-İslam imparatorlukları geleneğinin bir ürünü olan Türkiye’deki devlet aklı, uluslararası güç odakları ile bağlantılı bir şekilde her daim kurulu düzeni (establishment) ayakta tutacak kan tazeleme operasyonlarına imza atmıştır. Dünyada esen hegemonik güç dengesindeki değişimlere paralel dönüşümlere imza atan devlet sistemi, kimi zaman “cumhuriyetçi/tekçi” Kemalizm (CHP) kimi zaman “demokrat/çoğulcu” Kemalizm (DP) ya da onların türevleri ile bağırsaklarını temizlemiştir. 1945 Yalta Konferansı’nda (Şubat 1945) çizilen plan gereğince ABD’nin nüfuz alanına bırakılan Türkiye, aynı yıl içinde yapılan San Fransisko Konferansı’nın (Nisan 1945) itici gücü ile “çok partili” siyasal hayata geçiş kararı almış ve ikinci dünya savaşının esas galibi olan ABD’nin hegemonyasında bir siyaset izlemeye başlamıştır. 1950’de iktidara gelen Menderes’in meclisteki ilk konuşmasında, “devr-i sabık yaratmayacağız” sözü, sistemin “milliyetçi” Kemalizm’den “halkçı/popülist” Kemalizm’e evrildiği ve Türkiye’nin ABD yörüngesinde bir siyaset izleyeceğinin karinesi olarak okunmalıdır.
Dünyada esen rüzgara koşut bir biçimde, çizgi dışına çıktığını varsaydığı önceki müttefiklerini yer ile yeksan eden 1960 darbesi sonrası “sol” Kemalist kan ile “abdestini” tazeleyen sistem, İran devriminin Türkiye’de yaratacağı İslami uyanışa ön almak ve yön vermek adına 1980 darbesi sonrası “Türk-İslam” sentezli “sağ” Kemalizm kanda yıkandıktan sonra, görünüşteki “tehdit unsuru” olan SSCB’nin yıkılması ile bölgede hakiki “tehdit unsuru” olabilecek İslam’ı çift kanattan kontrol edecek mekanizmaları devreye sokmuştur. Bir yandan siyasal parti hüviyetinde gittikçe yükselen “siyasal İslamcı” Refah Partisi’ne iktidar ortaklığı sahnesinde geçit vermeyen sistem, öte yandan 1990’ların kaotik ortamında, bizzat “seküler Kemalizm”in kucağında büyütülen “Gülen” Kemalizm’in desteklediği 28 Şubat darbesinin sillesini yiyen toplum kesimlerinin tepkisinin bir ürünü olan Ak Parti ile “hizmet” hareketinin gerdek evliliğinde, küresel güçler için artık işlevini yitirmeye başlayan “seküler” Kemalizm’in tasfiyesi için düğmeye basmıştır. Ergenekon ve Balyoz gibi “bağırsak temizleme operasyonları”nı bu minvalde değerlendirmek gereklidir.
Bölgede ve Türkiye’de uzun vadeli planları olan İngiliz aklı ve Amerikan neo-concu denklemle uzlaşan sistem, 1980’lerden itibaren küresel güçlerce 2000’li yıllar için beslenip büyütülen “dinci” Kemalistlerle girilen gerdek evliliğinde, sembolik düzeyde ve iktidarı elde etmek adına da olsa, İslam’ı referans almayan bir “ihtiyati çekingenlik”le Ak Parti eliyle bir tür “muhafazakar kapitalizm” inşa etmiştir. Başka bir deyişle, dünya küresel kapitalizmini tehdit etme potansiyelini haiz “amaçsal Müslümanlığın” önünü alacak politik hamlelerin bir ürünü olarak ortaya çıkan Ak Parti iktidarı, 28 Şubat’ın darbesini yemiş ve muhafaza ederek modernleşmek isteyen toplum kesimlerinin taleplerine karşılık gelen bir siyasal pratiğin adıdır. Toplum kesimlerinin Erdoğan’a yönelen ilgisine oynayan küresel odakların istenci ile kurulu sistemin yeni kan ile devamlılığında uzlaşan devlet aklı, modernleşmeye aç muhafazar toplum kesimlerinin önünü açmıştır. Aslına bakılırsa, Ak Parti’nin kucağında bulduğu bu türden bir modernleşmeci “muhafazakar İslamcılık”, 1980’lerde temeli Özal tarafından atılan cendere içinde büyüyen İslamcılığın güce susamışlığına ve sınıfsal açlığına denk gelmekteydi.
Ak Parti’nin yükselişe geçmesini böylesi bir gelişmenin ürünü olarak okumak, Ak Parti iktidarında, eline geçtiği imkan ve mevkileri Müslümanlığının gereği olan sorumlulukla kullanacağı yerde tam bir talan kültürü ile hareket eden kimilerinin halinden anlamak mümkündür. Ak Parti iktidarında, İslam’ı Protestanlaştırmak ve bağlamından uzak “ılımlı bir din” yaratmak isteyen “dinci” Kemalizm’in rehberliğinde her geçen gün muhafazakarlaşan Müslümanlık, kalkınmanın yarattığı refah ile adaleti satın almaya başladıkça, farklı toplum kesimlerinin tepkileri ile karşılaşmaya başlamıştır. Ak Parti iktidarını bekleyen en büyük tehlike de burada yatmaktadır. Ak Parti’yi, zaten “yıkım ekibi” olarak devreye sürülerek, tasfiyesine karar verilmiş “hizmet” şebekesi ile yıkmak mümkün değildir. Her geçen gün, kendi geldiği muhalif damarı ihmal eden, devletleştikçe otoriter bir dile salınan, zor zamandan geçiyoruz diyerek en küçük eleştiriyi bile ihanetle suçlayan “organik” ve “yandaş” kültüründe boğulma tehlikesi geçiren Ak Parti’nin yumuşak karnı, kendisini var eden muhalif damarı ve eleştiriye tahammülü terk etmiş olmasıdır.
Ak Parti iktidarında, “seküler” Kemalizm’i tasfiye etmede araç olarak kullanılan “dinci” Kemalist ve muhafazakarlıkla kan tazeleyen sistem, özellikle Gezi süreci ile başlayan ve 17 Aralık’la devam eden süreçte, Erdoğan eliyle Türkiye’de “hizmet” şebekesinin ipini çekerken, Erdoğan’ın da kırmızı çizgiyi geçen kontrolsüz hareketlerini dizginleyecek yeni manevraların peşinde olacağı aşikardır.
Başka bir deyişle, İngiliz jeopolitiği ve Amerikan sermayesi ile uzlaşan Türkiye’de yeni özün oluşumu, Erdoğan eliyle pek”ala” kurulurken, Erdoğansız yeni Türkiye özünün temelleri atılmaktadır. “Hizmet” şebekesine karşı giriştiği mücadelede, Erdoğan’ın eski Türkiye’nin derin ülkücü damarlarına sarılması ile Ergenekon davasındaki tutukluların tahliye edilmesi, Türkiye’de özellikle 30 Mart 2014 yerel seçimler sonrası ve cumhurbaşkanlığı seçimi ile birlikte, “hizmet”siz ve Erdoğansız din soslu neo-faşist yeni bir özün kurulmasının önündeki engellerin kaldırılması anlamına gelmektedir. Uluslararası güç odakları ile paralel gelişmeleri tetikleyen Türkiye’deki devlet aklı, değişimin yönünü kanalize ve manipüle edecek zinde kanların dünyasında yıkandığı ve sistemin bizatihi kendisinde özsel dönüşüm sağlanmadığı taktirde, Türkiye’de Müslümanlığın daha çok sıkıntı çekeceği aşikardır.
Tüm bu süreçte, Ak Parti iktidarı ile birlikte tarihi yenilmişliğin büyük sorumluluğu ve bilinci ile farklılıkları barış ve adalet içinde bir arada yaşatma iradesi göstermesi gereken Müslümanlık, muhafazakar kapitalist yönelimli pozisyoncu ve talan kültürüne teslim olmuş İslamcılığın esaret zincirleri altında tarihinin en sefil dönemini yaşamakta olup, bilerek ya da bilmeyerek ölüm fermanını imzalamaktadır. Murdar gitmemesi adına cenaze namazının bile gönül rahatlığı içinde kılınmasına izin verilmeyen pozisyoncu İslamcılık bir an önce ölse de, yenilen darbelerin etkisiyle nefsi ve toplumsal muhasebeye yatırılması gereken ahlak ve adalete dayanan yeniden dirilişçi Müslümanlığın ortaya çıkması imkan dahiline girebilse. Tek temennimiz budur. Aksi taktirde, dünün zalimlerini döve döve mağdur ve kahraman haline getiren pozisyoncu İslamcılığın, başımıza daha büyük felaketler açacağı aşikardır. Rabbim, her hal ve şartta iktidarı onaylayan organik aydın kitlesinin “beyinsizliği” yüzünden bizleri de helak etme ne olur (Araf, 155). Helaka müstehak olmamak adına, artık vicdanlı Müslümanlığın ortaya çıkarak “isyan ahlakı”na uygun sessiz uyarısını yapması, hem ümmetin bekası hem Türkiye’nin geleceği adına elzemdir.
13.03.2014 Milat Gazetesi
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.