01 Kasım 2025
  • İstanbul10°C
  • Ankara9°C
  • İzmir12°C
  • Konya3°C
  • Sakarya2°C
  • Şanlıurfa12°C
  • Trabzon15°C
  • Gaziantep8°C

“AHLÂKİ ÇÜRÜMENİN TEMELİNDE DIŞ BASKILARDAN ÇOK İNSANIN VE VARLIĞIN PARÇALANMASI HADİSESİ VAR”

Prof. Muhammed Enes Kala, “Hakiki dinin, sadece ritüellerde değil; ticarette, siyasette, aile hayatında, insanın insana muamelesinde, insanın kainata muhatap oluşunda aranması ve tanınması gerektiğini unutmamak gerekir.” diyor.

“Ahlâki çürümenin temelinde dış baskılardan çok insanın ve varlığın parçalanması hadisesi var”

15 Mayıs 2025 Perşembe 20:11

Gülcan Tezcan

Bu yıl altıncısı gerçekleştirilecek olan Ahlâk Şurası, "Çağın Meydan Okumaları Karşısında Ahlâk ve Din" temasıyla toplanıyor. Cuma günü Hasan Kalyoncu Üniversitesi'nde başlayacak şûra D. Mehmet Doğan'a ithaf edilecek. Şûra Koordinatörü Prof. Muhammed Enes Kala ile hem dünden bugüne Ahlak Şûrası'nın ele aldığı gündemleri hem de dünyada ve ülkemizde herkesin rahatsızlık duyduğu ahlâkî çürümenin nedenlerini konuştuk.

Ahlâk şûrası bugüne kadar hangi başlıklarla toplandı, neler konuşuldu? Bu hafta sonu yapılacak şûranın ana gündemi nedir?

Türkiye Yazarlar Birliği, 15 sene önce büyük ahlâk düşünürümüz Nureddin Topçu'nun doğumunun 100. yılı dolayısıyla 1. Ahlâk Şûrası'nı düzenledi. Nureddin Topçu, 20. yüzyılın barbar pozitivizmine karşı ahlâk nizamını güçlü fikirlerle müdafaa etmeye çalışmış, en önemli meselemizin ahlâk olması gerektiğine inanmıştı. "İsyan ahlâkı" kavramı ile hem yerli hem evrensel bir düşünce ve hareket yolunu açmış, bizlere örneklik teşkil etmişti. 1. Ahlâk Şûrası'nın uyandırdığı heyecan, iki yıl sonra 2. Ahlâk Şûrası'nın düzenlenmesine zemin hazırladı. 2. Ahlâk Şûrası "Siyaset ve Ahlâk" başlığı altında alanlarının uzmanlarının iştirakiyle Konya'da yapıldı ve şûra Mevlânâ Celâdeddin Rûmî'nin aziz hâtırasına ithaf edildi. Bu şûrada yerel ve küresel siyasetin ahlâkîliği tartışıldı. O dönemde şûra sonunda kaleme alınan sonuç bildirgesi şu anda hâlâ câridir.

İnsan yetiştirme düzenimizi tartışmakta geç kalmamak için 3. Ahlâk Şûrası, "Eğitim ve Ahlâk"a ayrıldı. Merhum Mehmet Âkif İnan'a ithaf edilen bu şûra, ülkemizin en önemli meseleleri olan eğitim ve ahlâkı ortak zeminde bir araya getirmek üzere tertip edildi. Şûrada alanların uzmanlarıyla eğitimin ahlâkı, ahlâkın eğitimi bahisleri ön plana çıkarılarak eğitim ve ahlâk meselemiz bizlere bir gelecek tasavvuru sunabilecek eksende tartışıldı.

Türkiye'nin ekonomik olarak gelişimi ve bu bağlamda ortaya çıkan meseleleri masaya yatırmak için 4. Ahlâk Şûrası'nın iktisat eksenli olması gerektiği kanaatine varıldı. Sabahattin Zâim Hocamızın hâtırasına ithaf edilen 4. Ahlâk Şûrası "Ahlâk ve İktisat" temasıyla nitelikli, geniş bir katılımla ülkemizin önemli medeniyet kavşaklarından birisi olan Hatay'da hayat buldu. Ana tema olarak "İş Ahlâkı" konusunu ele aldığımız 5. Ahlâk Şûrası da İstiklâl Marşımızın şairi Mehmed Âkif Ersoy'a ithaf edildi.

Bu yıl gerçekleştirilecek 6. Ahlâk Şûra'mızın konusu ise "Çağın Meydan Okumaları Karşısında Ahlâk ve Din" olarak belirlendi. Bu şûrada işaret ettiğimiz hususlara dâir bir tartışma ve müzâkere ortamı hazırlayıp din ve ahlâk ilişkisini etraflı bir şekilde ele alıp etüt etmek ve bu konuda vardığımız sonuçları kamuoyuyla paylaşmak arzusundayız. D. Mehmet Doğan'ın aziz hatırasına ithaf edeceğimiz şûramızı ahlâkî bir hayat nizamının yeniden inşâsının büyük bir ehemmiyet arz ettiğini düşünen, bu minvalde söz konusu meselelere ilişkin önemli çalışmalar ortaya koyan İslâm Düşünce Enstitüsü (İDE) ve Hasan Kalyoncu Üniversitesi İslam Medeniyetini Araştırma ve Uygulama Merkezi iş birliği ile 16-18 Mayıs 2025 tarihlerinde Gaziantep'te Hasan Kalyoncu Üniversitesi'nin ev sahipliğinde gerçekleştireceğiz.

SAHİP OLMA HIRSI, İYİ İNSAN OLMAYI GÖLGELER HALE GELDİ

Son dönemlerde sıklıkla bir ahlâki çürümeden söz eder olduk. Aslında insanlık tarihi boyunca yakınılan bir konu. Ancak bu çağda yaşanan çürümenin nedeni nedir sizce?

Modern insanın hızla akan hayatın ritmine uyum sağlarken, farkında olmadan deruni derinliğiyle birlikte bir bütünlük oluşturması gereken yaşam serüveninin manevi pusulasını yitirmeye başladığını müşahede ediyoruz. Konforun ve bayağı hazzın cazibesi, mücadele azminin önüne geçti. Yüksek idealler uğruna direnmek ve mücadele etmek yerine rehavet ve sefahat gönülleri istila etti sanki. Ruhumuzu yoğurarak bize iyi gelen ancak pahaya gelmeyen şeylerden uzaklaşmak, bizi yüzeyde tutarken derinlikten kopardı. Bize iyi gelecek sandığımız çok şey bizde bir mahkumiyete, mahrumiyete ve mağduriyete sebebiyet verdi.

Bir de sanki şu var; bugünün dünyasında ahlâklı olmak ve kalmak çok zorlaştı, zira ahlâksızlıkların çoğu zaman ödüllendirilir olduğu dikkat çekiyor. Burada ahlâka dair motivasyonu sağlayan ahiret inancı da zayıflayınca adeta bir çıkmaza saplanılmışlık hissiyatı zuhur ediyor. Kuşkusuz tüketim kültürü, köksüz bireycilik ve şehevi haz odaklı yaşam biçimi, bizi biz yapan kıymetlerimizi, inanç sistemini içten içe kemirmekte. Ahlâk, asil bir varoluş biçimi olmaktan çıktı; ya kişisel tercihlere indirgenmiş basit bir seçeneğe ya da akademilerde hakkında büyük büyük laf ebeliği yaptığımız spekülatif bir alana dönüştü. Aslında bu çürümenin temelinde dış baskılardan çok, iç dünyamızda yaşadığımız kopuş, insanın ve varlığın parçalanması hadisesi var. Madde ile mananın terazisi şaştı; ferdi selamet ve sosyal maslahat arasına uçurumlar girdi; başarıyı anlamla ve şahsiyet tekamülüyle değil, maddi kazançla ölçer olduk. Sahip olma hırsı, iyi insan olmayı gölgeler hale geldi. Oysa insanın ruhunu ayakta tutan şey, inandığı değerler uğruna gösterdiği samimiyet, sebat ve fedakârlıktır. Aytmatov'un dediği gibi, dünyanın en zor şeyi, her gün insan olabilmek ve kalabilmektir. Bu mücadelenin başladığı o kutlu eşik ahlâkîliktir.

DİNÎ VE AHLAKÎ DEĞERLER BİREYİN İÇ DÜNYASINA HAPSEDİLDİ

İnançlar, kapitalist sistem, inanç krizi mi ve insan egoizminin sınır tanımazlığı ile baş etmede etkisini mi kaybetti? Dini anlama ve yaşama biçimimiz mi değişti?

Modern çağda inançlar, kapitalist sistemin, köksüz ve aşırı bireyci yaşam anlayışının karşısında güç ve nüfuz kaybına uğramaktadır. İnsanlık takriben son iki yüzyılda seküler aklın ve piyasa dinamiklerinin merkezde olduğu zayıfa yaşam hakkı tanımakta zorlanan bir dünya kurdu. Bu yeni düzende kadim inançların toplumsal hayata yön verme kapasitesinin zayıflamış, dinî ve ahlâkî değerlerin ise bireyin iç dünyasına hapsedilmiş olduğu dikkat çeker. Toplumsal ölçekte bakıldığında, ahlâkî referansların etkisinin ciddi biçimde piyasa karşısında kadükleştiği ve erozyona uğramış olduğu da fark edilebilir. Kutadgu Bilig'de gümüşün (paranın) ayarının bozulmaması, şehirlerin ve yolların güvenliği, dostu dost, düşmanı düşman olarak görmenin önemi her şeyden ziyade ahlâkî eksende dile getirilir. Bu hatırlayış küresel sistem ve yerel siyaset biçimleri için son derece önemlidir. Modern kapitalist sistem, para düzenini tekelleştirmek suretiyle manipülasyonlarla ve nüfuz sahibinin gücünü tahkim etmek için paraların ayarıyla oynayabiliyor, güvenlik duvarlarını tahrip edebiliyor, şehirlerin özgül ağırlıklarını tek bir format çerçevesinde mahvedebiliyor, dostluk erdemini reel politiğin karanlık dehlizlerine gömebiliyor. Böylesi bir girdabı ve çıkış yollarını tefekkür ve tedebbürle tanımamız gerekir.

KUL HAKKINI GÖZETEN HASLETLER İKİNCİ PLANA İTİLDİ

Kapitalist sistem her şeyi kâr, çıkar ve menfaat etrafında ve seküler eksende şekillendirdiği için, inançtan ve vicdandan doğan ahlâk duygusunun ehemmiyetini zayıflatmıştır. Türkiye Yazarlar Birliği'nin Hatay'da gerçekleştirdiği "Ahlâk ve İktisat" Şûrası'nda da açıkça ifade edildiği gibi, bu sistem saadet değil çokça zulüm üretmiş; insanı hem eşya karşısında değersizleştirmiş, ruhunu ticarileştirmiş ve her açıdan sömürülmeye hazır hale getirmiştir. Ahlâkî ölçüler, piyasanın çıkar merkezli mantığıyla çatıştıkça geri çekilmiş, yerini hazza, rehavete, tüketimle var olma iştiyakına ve kör rekabet duygusuna bırakmıştır. Toplumsal şuur ve maslahat, sadece ferdi menfaatin kutsandığı bir zemine kaymış; maslahatı, "ortak iyiyi" önceleyen, kul hakkını gözeten inanç temelli hasletler ikinci plana itilmiştir.

Bu kayışın bir diğer boyutunu, dini yaşama ve anlama biçimimizdeki dönüşümle anlamlandırmak mümkündür. Tenzili ayet, tekvini ayet ve de tedvini külliyatın birlikte, hakikate meftun olan insanın mana dünyasını inşa ediciliklerinin parçalanması üzerinde hususen düşünmek gerekir. Dini anlamak ve yaşamak için tenzili ve tekvini ayetleri birlikte anlamlandırma sürecini ihmal etmemek gerekir. Bununla birlikte Batı dünyasında neşet eden özellikle Fransız aydınlanmasının izdüşümü olan sekülerleşme dalgası, dini, kamusal alanın dışına doğru itmiş; din, giderek özel alanla sınırlandırılmış bir "inanç pratiği"ne indirgenmiştir.

BUGÜN DİNİ PRATİKLER AHLAK ÜRETEMİYOR

Dinin ferdi vicdanlara hapsedilip hayat kurucu rolünün sınırlandırılması, onun özdeşi kabul edilen ahlâkın da dışlanmasını peşi sıra getirmiştir. Ahlâk yerine hukuk ikame edilmeye çalışılsa da güçlü ahlâkî şahsiyetlerin inşa edilemediği bir toplumda hukukun boş bıraktığı, dolduramadığı alanlar sürekli "modern" sorunlar üretmiştir. Oysa ahlâk, Nureddin Topçu'nun da vurguladığı gibi, insanın her an yaşadığı bir gerçekliktir. Çağımızda güç olarak kabul edilen veri ve malumatın bilgeliğe ulaşamaması ve ulaştıramaması üzerinde de ciddiyetle durulmalıdır. Malumat ancak fayda ile bilgiye, bilgi ise ancak ahlâkla yoğrulduğunda hikmete dönüşebilir.

İslâm'ın mahza ahlâk olduğu gerçeğini unutmamak gerekir. Bugünün dini pratiklerinin çoğu zaman biçimsel formlarla sınırlanmış olduğunu; biçimsel formlara indirgendiğini ve ahlâk üretemediğini yaşamakta olduğumuz trajik hadiselerle üzülerek fark ediyoruz. Zira ibadetler taşıması gereken ruh özünden mahrum bırakıldığı için ubudiyet üzerinden bir ahlâkî zemin inşa etmekte zorlanıyoruz. Hakiki dinin, sadece ritüellerde değil; ticarette, siyasette, aile hayatında, insanın insana muamelesinde, insanın kainata muhatap oluşunda aranması ve tanınması gerektiğini unutmamak gerekir. İslâm'ın hikmet, hidayet ve yüksek ahlâk ideali taşıdığını ve bunun ancak Müslümanlar üzerinden tezahür edebileceği gerçeği fark edilmeli ve gösterilmelidir.

Felsefe ve dinlerin temel meselesi ahlâk olduğu halde neden insanlık hâlâ ahlâk konusunda sınırlarını zorluyor?

Felsefenin de dinin de en temel meselesi ahlâktır. Hakikate vasıl olma yollarından hikmet, ahlâkî bir fazilettir. Hem felsefe hem de din, insanın gerçek saadeti için bu erdemle tezyin olması gerektiğini hatırlatır. İnsanlık tarihine, bu tarihte meydana getirilmiş külliyata baktığımızda, asırlardır adalet, merhamet, iffet, cesaret, mesuliyet, hürriyet, sadakat, samimiyet gibi erdemlerin ve değerlerin öğütlenmiş; iyi bir hayatın yolunun hem akılla hem vahiy ile tarif edilmiş olduğu görülebilir. Ancak insanoğlu bugün hâlâ bu sınırları zorlamaktadır. Bunun nedenlerini yalnızca insanın zaaflarında değil, aynı zamanda içinde yaşadığımız sosyal kürenin kötüyü meşrulaştıran telkinlerinde gizli olduğunu ifade edebiliriz. Özellikle bu hayat küre, cehalet, rehavet, sefahat ve yeis ile karartılmışsa bu kötülük girdabı daha da derinleşir ve insanın buradan çıkması o kadar zorlaşır. Modern dünyanın, ahlâkî değerleri sadece teoride yüceltirken, pratikte ise hazza, güce, kör rekabete ve maddi kazanıma tapınan bir sistem kurmuş olduğunu, bunun ise felsefenin ve dinin yücelttiği hayat pratiğini tahrip ettiğini söyleyebiliriz. Sanki bugün kötülük, çoğu zaman estetize edilerek rağbet toplamakta; çarpıklık, hoyratlık, kurnazlık, çıkarcılık ise zeka olarak pazarlanmaktadır. Yeniden hakikate, hikmete, fazilete dönebilmenin birlikte yollarını arayıp bulmak, kadim olanın sesine kulaklarımızı kabartmak gerekiyor. Kuşkusuz duymak, görmek ve bilmek yetmiyor. Tüm bunları eyleme dökmek ve varoluş haline getirmek gerekiyor. Nureddin Topçu'nun ifadesiyle, "öğrenmek zekânın işi, yapmak ahlâkın." Malumat biriktirdik, ama tüm canlara iyi gelecek bir şahsiyet inşa etmekte zorlandık, zorlanıyoruz.

AHLAKÎ BİR PUSULA OLMADAN İLERLEMEK SAVRULMAK DEMEKTİR

Dijital çağ beraberinde yeni etik ve ahlâki sorunları getiriyor. Sizce insanlık artık varlığını hedef alan sorunlar karşısında neye tutunmalı?

Dijital çağ, insanlığı daha önce karşılaşmadığı ahlâkî imtihanlarla yüz yüze getiriyor. Yapay zekânın tarafsızlığı ve ulaşabileceği sınırlar sorgulanırken, sosyal medya, hakikat adına yalanı hızla yayabiliyor; mahremiyetin sınırları siliniyor, adaletin yerini algoritmaların soğuk hesapları alabiliyor. Bu baş döndürücü dönüşüm içinde insanlık, yönünü kaybetmemek için sağlam bir zemine tutunmak, kendisine limana salimen ulaştırabilecek bir pusula bulmak zorunda.

İşte tam bu noktada, bir şifa olarak ahlâk karşımızda beliriyor. Türkiye Yazarlar Birliği'nin Ahlâk Şûraları'nda vurgulandığı gibi, dijital dünyada bile doğruluk, dürüstlük, emek, adalet, hürriyet, mesuliyet, fıtrat, mahremiyet, sadakat, samimiyet ve insan şerefine saygı gibi büyük faziletler hâlâ yolumuzu aydınlatabilecek güçlü deniz fenerleridir. İnsan tabiatı ve fıtratı değişmiyor; sadece araçlarımız değişiyor. Güce bu denli kolay erişilen bir çağda, ahlâkî bir pusula olmadan ilerlemek savrulmak demektir. Kanunlar, algoritmalar ve sistemler yeniden yazılsa da, onları yönlendirecek olan ahlâkî bir şuur olmazsa insanlık dijital olsun olmasın karanlıkta selamet yolunu yitirebilir.

Dünya artık dijital savaşların yaşandığı ve insanın yapay zekaya teslim olmak için can attığı bir noktaya geldi. Böyle bir gelecekte neden ahlâk üzerine konuşmalı ve düşünmeliyiz?

Yapay zekânın hızla yaşamın merkezine yerleştiği bir geleceğe doğru hızla ilerliyoruz. Algoritmalar artık yalnızca önerilerde bulunmuyor; karar veriyor, yönlendiriyor, sistem kuruyor. Trafik akışını düzenliyor, finansal yatırımları şekillendiriyor, eğitim süreçlerine ve hatta tıbbi teşhislere müdahil oluyor. Günlük rutinleri bizim adımıza oluşturuyor. Bu tablo, birçoklarına göre teknolojik ilerlemenin zirvesi gibi görünse de aslında yeni bir soruyu kaçınılmaz kılıyor: Bu olup bitene karşı insan olarak ne yapmalıyız? Bizi insan yapan neyi, bu sistemlerin merkezine taşımalıyız?

Ahlâk üzerine konuşmak ve düşünmek artık geçmişin değil, şimdinin ve geleceğin de meselesidir. Teknoloji ne kadar güçlenirse, insan iradesini yönlendiren değerlerin berraklığı da o kadar tebarüz edebilir. Zira yapay zekânın vereceği kararları belirleyen şey, onlara algoritmalar yoluyla da olsa bizim yüklediğimiz değerlerdir. Eğer bu değerler net değilse, eğer vicdan, mesuliyet, merhamet, adalet, mahremiyet, selamet, saadet gibi kavramlar sistemin dışında bırakılırsa, insan eliyle inşa edilen teknoloji, insanlığı tehdit eden bir mekanizmaya da dönüşebilir.

D. Mehmet Doğan'ın altını çizdiği gibi, hukuk sistemleri düzeni sağlar; fakat ahlâk, insanın iç dünyasını inşa eder. Hukuk cezayı verir, ama vicdan muhasebesini yalnızca ahlâk sağlar. Hukuk son derece önemli. Teknoloji ve yapay zekâya dair gelişmeler de son derece önemli. Ancak bunlara muhatap olacak insan, onları anlayacak, şekillendirecek ve uygulayacak insan kuşkusuz hepsinden önemli. Bu insan nasılsa, muhatap olduğu gerçekliğe nüfuzu da öyle olacaktır. Yapay zekâ, kusursuz biçimde kuralları uygulayabilir; ancak neyin adil, neyin zulüm olduğunu ayırt edemez. Çünkü makineler muhakeme yapabilir ama merhamet edemez; hesaplayabilir ama hakikati ve hikmeti anlamlandıramaz. En azından şimdilik! O şimdilik bir talebe. Onun hocaları ise insanlar, bizleriz. Beklenen ve umulan adil ve fazıl hocalar olabilmekte. Bu nedenle geleceğin dünyasında insanlığın en büyük sorumluluğu, her daim olduğu gibi her zaman ve durumda ahlâkın tanzim edici gücünü sürekli devrede tutmaktır. Eğer bu temel ihmal edilirse, teknolojik ilerleme insanlığı gerileten bir hadiseye dönebilir. Ahlâk, insan şerefini, adalet duygusunu ve mesuliyet şuurunu taşıyan geleceğe akan berrak bir pınardır. Eğer biz bu pınarı kurutur, yapay zekâ çağına akıtamazsak, geleceği insanın değil, sadece verinin şekillendirdiği belki de acı bir düzleme terk etmiş olacağız.

D.MEHMET DOĞAN'A GÖRE AHLAK, TOPLUMU İNŞA EDİCİ OLARAK KONUMLAR

Şûranın kendisine ithaf edildiği D. Mehmet Doğan'ın konuya ve ahlâka dair nasıl bir teklifi var?

D. Mehmet Doğan'ın teklif ettiği ahlâk anlayışı, geleneğin hikmetle yoğrulmuş ve özüyle bugünün sorunlarına karşı bir diriliş çağrısı olarak görülebilir. Ona göre insanlık olarak yaşadığımız sosyal ve ferdi buhranların merkezinde, ahlâkın hayatın dışına itilmesi vardır. Manevi değerler işlevsiz görülüp gündelik hayattan çıkarıldıkça, bunun yerini boşluk, yönsüzlük ve çürüme alır.

Doğan, ahlâkı yalnızca ferdi tercihlerle sınırlı görmez; onu, toplumun bütün dokusunu şekillendiren düzenleyici ve inşa edici bir ilke olarak konumlandırır. Kanunların ve maddi yaptırımların yeterli olmayacağını; asıl dönüşümün vicdan terbiyesiyle, deruni mesuliyetle ve güçlü şahsiyet inşasıyla mümkün olacağını vurgular. Zira hukuk cezalar ile düzenler ama ulaşamadığı noktalarda bırakılan boşluk için ahlâka; onu anlayan ve uygulayan muhatapların şahsiyet sahibi olabilmeleri için yine ahlâka ihtiyaç duyduğunu belirtir. Onun nazarında ahlâk, sadece yanlışlardan ve zararlardan kaçınmayı değil; iyiyi gerçekleştirmek ve insanlara iyi gelmek için harekete geçmeyi de kapsayan aktif bir hayat ülküsüne dönüşür.

Onun gözünde şahsî çıkarını toplumun menfaatinin önüne koyan zihniyet varoluşsal bir tehdittir. Çünkü toplum olmak, birlikte yaşamanın ahlâkî sorumluluğunu üstlenmeyi gerektirir. Bu ise ferdi iyi ile sosyal maslahatı, mürüvvet ile fütüvveti aynı eksende bir araya getirebilmek demektir. Bunun yegane yolu ahlâkî şuur ile yoğrulan sosyal hayat nizamına kavuşabilmektir.

Onun ahlâk anlayışı, kör kuralları değil, onlara ruh verecek Hakk'ı ve hakikati esas alır. Bireyden topluma yayılan bir ahlâk, hukukun ötesine geçerek kalpleri ve vicdanları da inşa eder. Nureddin Topçu'nun "fizikten ahlâka cesaretle yükselme" çağrısıyla muvafık olarak Doğan da ilimde, teknikte ilerlerken aynı cesareti maneviyat ve fazilet cephesinde göstermemiz gerektiğini savunur. Çünkü gerçek ilerleme, sadece araçlarda değil, bu araçlara anlam verecek gayeye ruh kazandırabilecek ahlâkta derinleşmekle mümkün görünür.

Sonuçta Doğan'ın Mehmed Âkif, Nureddin Topçu'dan devralıp bize bıraktığı miras, ahlâkı hayatın merkezine alan, ferdi vicdandan toplumsal yapıya kadar her alanda faziletli bir duruşu teşvik eden bir medeniyet tasavvurudur. Bu tasavvurun özü ise şudur: "İrademizi sonsuzluğun iradesine birleştirip tüm insanlar ve canlar için iyi, doğru ve güzel olanı istemek ve yapmak." İşte bu anlayış, bugünün karmaşası içinde bize yeniden insan olmanın, kalmanın ve toplumu diriltmenin yolunu gösterebilecektir. İnsana ve güçlü şahsiyete sahip insanlar yetiştirmeye son derece önem veren iki büyümüze, D. Mehmet Doğan ve Hasan Kalyoncu'ya bu vesileyle rahmet diliyorum.

Kaynak: https://www.aksam.com.tr/kultur-sanat/ahlaki-curumenin-temelinde-dis-baskilardan-cok-insanin-ve-varligin-parcalanmasi-hadisesi-var/haber-1569593

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.