03 Kasım 2025
  • İstanbul12°C
  • Ankara6°C
  • İzmir14°C
  • Konya3°C
  • Sakarya10°C
  • Şanlıurfa14°C
  • Trabzon14°C
  • Gaziantep8°C

ALİ AYDIN'DAN: DIŞ POLİTİKA VE MÜLK-İ İSLAM

“Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşâneler gördüm Dolaştım mülk-i İslâmı bütün virâneler gördüm.

Ali Aydın'dan: Dış Politika ve Mülk-i İslam

aliaydn

“Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşâneler gördüm

Dolaştım mülk-i İslâmı bütün virâneler gördüm.”

Ziya Paşa (1825-1880) acaba yukarıda yer alan dizelerine bir ömür biçmiş miydi?

Bilinmez; lakin biz, Paşa’nın dizelerinin geçen 1,5 asra direnerek aktüel durumu yansıtma becerisini hâlâ gösteriyor olması karşında, derin bir hüzünle sarmalanmışız vaziyetteyiz.

I.Dünya Savaş’ı mülk-i İslam’ın omurgasını kırmış, onun bir bütün olarak virâne dahi olsa varlığına tahammül edilemezliğinin altını çizmişti.

Soğuk Savaş ise her bir parçasının ancak suni teneffüsle yaşam sürmesini; dolayısıyla felçli olma seçeneği dışında, başka bir yaşam hakkının olamayacağını, Batı’nın sömürgeci pratiklerinin yegâne ve tartışma kabul etmez gerçeği olarak sabitlemişti.

Soğuk Savaş müddetince Batı paktının sakin bir üyesi olarak kalan Türkiye, Soğuk Savaş sonrası statik, stabil pakt üyesi rolünü artık sürdüremezdi; zira dünya artık Soğuk Savaş’ın hüküm sürdüğü dünya olmaktan çıkmıştı.

90’lı yıllar tam da Türkiye’nin bu gerçekle yüzleşerek yeni stratejiler ile yeni gelişmelere cevap vereceği yıllar olması gerekirken faili meçhuller, 28 Şubat ve iç tehdit konseptinin baskısı ile devlet-toplum ayrışmasının derinleştiği yıllar oldu. Tüm dünyada, Balkanlardan Kafkaslara kadar dondurulmuş sorunlar çözülmeye başlarken Türkiye içeride kendi vatandaşlarını kriminalize etmekle meşgul edildi.

Eski dünya artık yok. Türk Dış Politikası bu gerçeğe ancak 2000’li yıllarda cevap verebildi. Ahmet Davutoğlu bu cevabın mimarıdır. Cevap, son derece değişken bir zeminde istikrarsızlık içindeki bir bölgede veriliyor. Ahmet Davutoğlu’nu hedef olarak görenler, tüm doğruların, yararlılıkların garanti altına alınmamış olmasından ötürü öfkeliler. Sanki hayatın herhangi bir anında alınan bir karar, ortaya konan eylem hiçbir değişkene maruz kalmaksızın hep en iyi sonuca, arzu edilmiş olana yazgılıymış gibi.

Şunu insafın bir gereği olarak belirtmemiz gerekiyor: Ak Parti kekeme bile olamayan bir dış politikayı devraldı. Onu konuşan bir politika haline getirdi. Desteklenebilir, eleştirilebilir; lakin bu gerçek yadsınamaz.

Irak’ın 2003 yılında ABD tarafından işgali – bu bilgiyi sık sık tekrarlamakta fayda var, zira çoğu zaman unutkanlıklarını edepsizliklerinin zırhı yapmış bir zevat ile karşı karşıyayız- ile bölgemizde, cin şişeden çıktı. Osmanlı sonrası ‘kes-yapıştır’ düzenlemelerinin nesnesi kılınmış ve istikrarsızlık girdabına itilmiş bir coğrafyanın ‘Ortadoğululaştırılması’ 2000’li yılları kapsayacak biçimde yeniden formatlandı.

Mezhep ve etnik temelli çelişkilerin mevcut çatışma sahnesi için sürekli bir malzeme dolabı olarak iş gördüğü bölge, bu değirmene su taşıyacak aktör sıkıntısını bugüne kadar hiç çekmedi. Bugünlerde Musul’u ele geçiren ve Bağdat’a yürüyen IŞİD işte böyle bir sahnede arz-ı endam ediyor.

Bu süreçteki en ilginç gelişme;  Suriye ve Irak gibi iki bölge ülkesinde, kökleri I.Dünya Savaş’ı sonrasına dayanan işgal, istibdat ve terör ile harmanlanmış bir mazinin sürüklediği, içinden çıkılmaz bir yumak haline gelen ne kadar sorun varsa bunları teğet geçip; faturayı hükümetin 3-5 yıllık politikasına bağlayan dâhilerin Türkiye’den çıkmış olmasıdır.

Türkiye bir yandan kendi içine çeki düzen vermeye çalışırken bir yandan bölgenin hassas gerçekleri ile yüz yüze geliyor. Türkiye’nin içi bu noktada dışarısı için bir güven ve umut telkin edebilir. Bölgemizin dolayısıyla coğrafyamızın hem selametine hem de istikbaline tesir edebilir. Bu aynı zamanda, meselelerin ne kadarının kendimizle alakalı olduğunun muhasebesini yaparak entelektüel bir sorumlulukla böyle bir muhasebeyi temellük etmemizle de yakından alakalı. Bugün yaşanmaz hale gelen şehirlerde, 1000 yıl öncesine gidildiğinde, medeniyet pınarlarının aktığı görülecektir.

Kurumuş topraklarımızı o pınarların suyuyla buluşturabilecek miyiz?

Yazının başında bir hüzünle sarmalanmış vaziyetteyiz, demiştim. Yine de bu umutsuzluk salgılayan günlerin,Ionesco’nun“Her umutsuzluk mesajının, herkesin özgürce bir çıkış yolu araması gereken bir durumun ifadesi olduğunu düşünüyorum.” cümlesinin refakatinde olduğunu söylemeliyim.

18.06.2014 Milat 

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.