19 Mayıs 2024
  • İstanbul15°C
  • Ankara15°C

ALİ CAN: DİL VE DEVRİM

Ali Can: Dil ve Devrim

04 Şubat 2023 Cumartesi 12:29

Giriş

Devrimler sadece siyasi ve sosyal düzeyde belirleyici değişikler yapmaz, aynı zamanda toplumun dilinde de belirli değişikleri zorunlu kılar. Önceki sistemden temelden kopmak, yeni sisteme uygun bireyler yetiştirmek ve toplumsal bir kimlik inşa etmek için en uygun araç dildir. Dünyada son 300 yıl içinde gerçekleşen, tarihe mal olmuş devrimler sonrasında sistemle birlikte gücü ele geçiren yöneticiler, kendi sistemlerini topluma mal etmek, meşrulaştırmak ve toplum üzerinde zihinsel, kalıcı bir egemenlik sağlamak için; gerçeklik, düşünce, davranış ve kültür gibi zihinsel kavramları üreten dil üzerinde değişikliklere ve çalışmalara başvurmuşlardır. Bu bağlamda bu yazı ile dil ve devrimler arasındaki bu ilişkinin neden ve nasıl yapıldığına ilişkin açıklayıcı bilgi verilecektir.

 

Dil

Dil, insanın dünyaya açılan kapısıdır. İnsan, doğal ve sosyal çevreye ilişkin bildiği hemen her şeyi dil aracılığıyla idrak eder. Dil, insan yaşamının her alanında mucizevi bir şekilde mevcut olan, yaşamı etkileyen, hatta belirleyen ve var eden bir olgudur. Bu nedenle dil, hemen her bilim dalı tarafından bilimsel olarak araştırılmıştır. Ayrıca her bilim dalı bilimsel çalışmalarını kendine özgü bir dil (Kavramlar ve tanımlar.) geliştirerek sınırlarını belirlemiştir. Bireysel ve toplumsal bilgilerimiz dil denen sözlü, yazılı ve görsel işaretlerin sunumlarına dayanmaktadır. Dış dünyada olup biten bütün varlık, olay, olgu ve durumlar duyu organlarımızın yardımı ile iletişim süreçlerinde dilsel yapılar aracılığıyla zihnimize aktarılmaktadır. Zihin doğuştan verili olan sinir sistemleri ve mekanizmaları ile bu bilgileri işler, anlamlandırır ve düşünce, kanaat, karar ve davranışlara dönüştürürken gerçeklik vasfı da verir. Yani bilgi, anlam, gerçeklik beynin bir ürünüdür.  İsviçreli ünlü dilbilimci Ferdinand Saussure’e göre, dilden önce bir düşünce yoktur ve hiçbir şey belirgin değildir.  Her şeyi ortaya çıkaran kelimeler, aynı zamanda bilgi, fikir veya görüş taşıyan duygusal olgulardır. Yine ona göre, kelime ses ve anlamdan çok daha fazlasıdır; kelime değerdir, düşünceler ise kelimelerin aktardığı biçimsel değerlerdir (s.227). Bu gerçekliklere ve düşüncelere dayalı davranışlar daha sonra kültür ve kimliğin zeminini oluşturur.

Dil, gerçek dünyayı keyfî olarak belirlenmiş ve gerçek varlıkları veya nesneleri iletişim sürecinde temsil eden kelimeler aracılığıyla soyutlayan bir araçtır. Bu kelimeler, temsil ettiği varlıkla ya da olgu ile ilintili olmadığı için, keyfî/rastgele belirlendiği için dış dünyayı dilden ve insan bağımsız nesnel bir hakikat olarak yansıtmamaktadır. Dış dünyada var olan nesnelere, durumlara ve cereyan eden olaylara yeniden bir gerçeklik ve anlam atfetmektedir (bk. Kıran, Kıran, 2018: 62-66). Buradan biz şu sonucu çıkarabiliriz: Dil, gerçeklik üreten ve düşünce inşa eden bir işleve sahiptir. İşte bu yüzden, insanlar doğaya ve hemcinsleri üzerinde bir güç elde etmek, elde ettikleri gücü meşrulaştırmak ve sürekli hâle getirmek için dil aracılığıyla sürekli gerçeklikler/anlamlar üretme çabası içinde olmuşlardır. İnsanlık tarihi, güce erişme ve ötekine karşı üstünlük sağlamak ve egemen olma çabası ise bu çaba sadece somut materyaller/fiziki baskı ile değil, daha ziyade dilsel yapılarla/enformasyonla gerçekleştirilmektedir. Özellikle siyasal güç (Yönetim ve kontrol.) kavgalarında dil çok etkili bir araç olarak kullanılmıştır. Bu, siyasal sistemlerin yıkılış, değiştirilme ve yeniden inşa edilme süreçlerinde bariz bir şekilde görülmektedir.

Devrim

Türk Dil Kurumu Sözlüğüne göre devrim: “Belli bir alanda hızlı, köklü ve nitelikli değişiklik,” (bk. https://sozluk.gov.tr/) olarak tanımlanır. İsyan, inkılap olarak da ifade edilen devrim (revolution), “Tüm toplumsal ve siyasal düzenin genellikle şiddet içeren araçlarla alt üst edildiği ve yeni liderle birlikte yeni ilkeler üzerine yeniden kurulduğu, görece ender rastlanan ama tarihsel bakımdan çok büyük önem taşıyan olaylardır.” (Marshall, 1999:360). Siyasal bir anlam taşıyan devrim, aynı zamanda mevcut yönetimin yıkılmasından sonra yeni elitlerin toplumsal yapıda yapılan değişikliklere ve devletin yönetim ideolojisine de karşılık gelmektedir. Modern anlamda devrim denildiğinde özellikle Avrupa’da feodal sistemlere karşı yapılan devrimler akla gelmektedir. Bu devrimlerin prototipi 1789 Fransız devrimidir.  Fransız Devrimi ile birlikte Avrupa’da feodal-monarşik siyasal yönetim sistemleri modern “Ulus Devletler”e dönüşmeye başlamıştır.  Bu siyasal dönüşümler 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde artarak devam etmiştir. Prusya İmparatorluğu, Rus Çarlığı, Osmanlı Devleti ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Çin’de Maoist Devrim gibi dünyada birçok devletlerde siyasal devrimler gerçekleşmiştir. Tarihin sıfır noktası veya yeni bir çağ olarak vasıflandırılabilecek olan bu siyasal kırılma anlarının hepsinde ortak özellik, sadece yeni bir lider ve siyasi kadro tarafından yeniden inşa edilecek devletin kurumlarındaki farklılaşması değil, aynı zamanda yeni bir ulus/millet, toplumsal bilinç ve gerçeklik de inşa etme stratejileridir. Bu stratejilerin en başında yeni bir dil ve dilbilgisi geliştirme çabası gelmektedir.

Çünkü dil, düşüncelerin, ideolojilerin ve olaylar hakkında bilgilerin paylaşımı için en eski ve en temel araçtır (Dieckmann, 1975:26). Dilin temel işlevi olaylar, gelişmeler ve varlıklara ilişkin enformasyon aktarımıdır. Devrim sonrası siyasi düzenin meşrulaştırılması, yeni ideoloji merkezli toplumsal bütünlüğü sağlamak ve toplumsal bir bilinç, kültür ve kimliğe sahip bir ulus inşa etmenin en kullanışlı aracı dildir. Uluslar ise dil temelinde inşa edilmiş yapılardır (Wehler. 2001:8).

Dil ve Devrim ilişkisi

Dilin siyasi olarak kullanımının en temel amacı, yönetilenlerin zihinsel ve davranış olarak yönlendirilmesidir. Siyasal devrimler yeni bir bakış açısı ya da yeni bir ideoloji demektir. İdeolojiler, siyasal rejimleri ve düzeni gerçekleştirir, tanımlar, meşrulaştırır ve istikrarını sağlar.

İdeoloji, genel olarak tanınması istenen siyasal düzene inanılması ve kabul edilmesi için dilde ve sembollerde değişiklikler yapar; yeni kelime, kavram ve söylemler üretir. Kurulmak istenen ulusun özelliğine göre mitolojik sembollerle toplumda hayranlık uyandırılırken duygulara hitap edilir. Bu tür semboller devlet ve yönetici gruba toplum bireylerinin sadakat ve güvenini güçlendirir ve toplumsal aidiyet duygusunu pekiştirir. Eski sistemin kelime ve sembolleri yeni toplumsal ve eğitim dilinde ayıklanır, onlara ulaşım engellenir ve devlet/millet karşıtlığı olarak görülür. Eski kavram ve kelimelerle savaşılır, itibarsızlaştırılır, farklı anlamlar yüklenir. Kısacası istenmeyen ve yanlış olan olarak anlamlandırılır. Doğal dil dışı bayrak, İstiklal Marşı, heykeller, anıtlar vb. semboller ortadan kaldırılır ve yerine yenileri ikame edilir. Bununla beraber, yeni sisteme katkı sağlayacak olan bırakılır ve yüceltilir.  Yeni liderin ağzından aidiyet ve sadakati artırıcı deyimler ve metaforlar üretilir. Kavramların içi yeniden doldurulur ve yöneten ve yönetilen ilişkileri yeniden yeni kavramlarla (Neologism) tanımlanır. Mevcut kelimeler varlık ve olaylarla ilişkilendirilerek yönetici kadronun dünya görüşü ve çıkarı doğrultusunda toplumsal bir bilinç inşa edilir. İnsan bilinç, kimlik, aidiyet ve davranışlarını dilin taşıdığı enformasyon ve anlam üzerinden oluşturur. Dil toplumsal bir olgu olduğu için dildeki değişiklik toplumsal değişiklik ve dönüşüme de neden olacaktır. Devrimler sonrası harf devrimlerinin ve dil çalışmaları yapacak devlet kurumlarının kurulmasındaki asıl amaç budur. Modern devrimlerin ve ulus devletler zihniyet olarak seküler nitelikli oldukları için özellikle gelenek ve din kaynaklı kelimeler ve kavramlar da yeni dilde istenmez ve toplumsal dilden de çıkarılır. Chantal Mouffe’ye göre kolektif kimlikler; çeşitli eylem, söylem ve dil oyunları ile dönüştürülüp farklı bir şekilde inşalardır (Mouffe,2013:65). Tarih bize bu çabaların bütün reform ve devrimler sonrasında gerçekleştiğini göstermektedir. Fransız Devrimi’nden sonra (Lafargue, 1998), Almanya (Kirkness, 1975), Sovyet 1917 Ekim Devrimi sonrası Lenin ve Stalin’in Sovyet insanı kimliğini üretmek için yapmış oldukları dil reformları (bk. Uzman, 2017: 45-48), Türkiye’de 1928’de yapılan harf devrimi ve 1932’de kurulan Türk Dil Kurumu da bu amaçla kurulmuştur. Bu ülkelerde dil politikaları aynı zamanda eğitim politikaları hâline gelmiş, dünya ve insan yaşamı yeniden anlamlandırılarak yeni zihniyetler, kültürler ve yaşam biçimleri edindirilmiştir.

Özet olarak siyasal devrimler dil ile sıkı bir ilişki içindedir. Toplumsal bir olgu olarak dil, devrimlerin ve devrimcilerin zorunlu olarak başvurdukları temel araçtır. Değişen düşünce, kültür ve davranış aslında dilin kendisidir. Bu yüzden devrim yeni bir dil demektir.

Yararlanılan Kaynaklar

  • Dieckmann,Walther (1975):Sprachen in Politik. Einführung in die Pragmatik und semantik der politischen Sprache. C. Winter Üniversitaetsverlag, Heidelberg.
  • Kıran, Zeynel; Eziler Kıran, Ayşe (20189). Dilbilime Giriş. Seçkin yayıncılık.
  • Kırkness, Alan (1975). Zur Sprachreinigung im Deutschen 1789-1871.Eine historische Dokumentation. Teil 1. Tübingen.
  • Lafargue, Paul (1998). Die französischeSprache vor und der Revolution.Die Anfaenge der Romantik,By Junius.
  • Marshall, Gordon (1999): Sosyoloji Sözlüğü. 1. Baskı. Çevirenler: Osman Akınhay, Derya Kömürcü. Bilim ve Sanat Yayınları; Ankara.
  • Mouffe, Chantal (2013). Dünyayı Politik Düşünmek. Agnostik Siyaset. Çev.: Murat Bozluolcay. İletişim Yayınları.
  • Uzma, Mehmet (2017).  Sovyetler Birliğinde Dil Politikaları. Liberal Düşünce Dergisi, Yıl: 22, Sayı:88,Güz 2017, ss.41-56., verlag C:H: Beck.
  • Wehler, Hans Ulrich (2001). Nationalismus. Geschichte, Formen, Folgen. Munich, Verlag C.H. Beck.

İnternet

- https://sozluk.gov.tr/

Karabatak 64. sayı, Eylül-Ekim 2022

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.