- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
09 Kasım 2025- İstanbul20°C▼
- Ankara12°C
- İzmir19°C
- Konya15°C
- Sakarya19°C
- Şanlıurfa24°C
- Trabzon18°C
- Gaziantep20°C
ALİ URAL'DAN: CAMUS VE GİYOTİN
Cezayir doğumlu, Cezayir Üniversitesi'nden mezun bir Fransız Albert Camus.

"Yabancı" romanının kahramanı Meursault'un: "Herkes bilir ki hayat yaşamaya değmez. Aslına bakarsanız insan ha otuzunda ölmüş ha yetmişinde, pek önemli değildi." sözü masumane geçiştirilecek bir cümle değildir. Camus, bir yandan nihilist felsefenin ipuçlarını verirken diğer yandan bir katili savunmaya hazırlanan iş bilir bir avukatın şeytani zekâsıyla maktule değil katile acıyacağımız bir ruh zeminini hazırlamaya başlamıştır. Nitekim Camus'nun kahramanı Cezayirli bir Arap'ı öldürmekte tereddüt etmemiş, mahkeme Arap'ın öldürülmesini umursamamış, Meursault'u başka bir suçtan, annesinin cenaze törenine katılmadığı için yargılamaya kalkmıştır. Romanda Arap'ın adı yoktur. Fransız kahramanlarını adıyla anarken Arap kahramanlarına ad vermemiştir Camus. Dahası bu insanları duygusal ve düşünsel bir âlemin varlıkları olmaktan çok değersiz gölgeler olarak resmetmiştir Yabancı'da.
Meursault'un komşusu Raymond Sintés'in bir Arap kadını dövmesiyle başlar her şey. Meursault, dövülen kadının değil Raymond'un lehine tanıklık yapınca Fransız'a yalnız küçük bir uyarı cezası verilir. Raymond, hızını alamaz ve bir arkadaşıyla beraber kadının erkek kardeşi ve arkadaşını döver. Final trajiktir: Meursault, Arap kadının kardeşinin üstüne boşaltır silahını ve öldürür onu. Fakat futbol değil bir ölüm oyunudur bu ve insani bir sorumluluğu yoktur. Maktulün adı burada bile zikredilmez. Katil de olsa "insan" olan Fransız'dır. Bir ad taşımaya ve psikolojisinin derinlerine inilmeye layıktır. Bütün olan bitenler "hiçliğin" ve "saçmalığın" felsefesinde kendine yer bulup anlam kazanmaktadır. Okura düşen Arap'a değil Fransız'a acımak, onu anlamaya çalışmaktır.
Tarih boyunca sömürgeciler vicdanlarını uyuşturacak gerekçeler hazırlamışlardır kendilerine. Bu gerekçelerin en vahşisi güçlülerin yalnız kendilerini "insan" sınıfında görmüş olmalarıdır. Yeryüzünde insanlar ve yaratıklar yaşamaktadır ve insanların yararları gözetilirken yaratıkların başına neler geldiği önemli değildir. Avrupa'nın beyaz insanı bütün donanımlarıyla yaşamayı hak etmekte, bir "sahip" ruhuyla yaşam kırıntıları bağışlamaktadır "kara ayaklar"a. Bu beyaz tanrının, vakti geldiğinde yaşam kırıntıları bağışladığı canlıların hayatını almasında şaşılacak ne vardır!
Bir buçuk milyon Cezayirlinin işkencelerle öldürüldüğü bir süreçte sustu Camus. Dahası Stockholm Üniversitesi'nde yaptığı bir konuşmada savundu suskunluğunu. Fransa'nın Cezayir soykırımıyla Orta ve Batı Afrika'ya hükmetme siyasetini göz ardı edip Cezayir'in bağımsızlık mücadelesini "Özgür Avrupa"yı güneyden kuşatma projesi olarak sunmaya kalktı. "Başkaldıran insan" kitabının girişinde "katili yargıç yapmaya yarayabilen" bir felsefeden söz ederken yalnız çağını değil, bugünleri de anlattığını bilmiyordu Camus.
1957'de kendisine Nobel Edebiyat Ödülü kazandıran eseri "Düşüş" değil idam cezasına karşı yazdığı "Réflexions Sur la Guillotine/Giyotin Hakkında Düşünceler" adlı makalesiydi Camus'nun. Bir buçuk milyon Cezayirli kadın erkek, çocuk demeden yok edilirken kıpırdamayan dudaklar, idam cezası söz konusu olduğunda oynamaya başlıyor, katillerin insani haklarına karşı duyarsız kalmayan dünya onu "Nobel"le ödüllendiriyordu..
25.12.2011 Zaman
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.