- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
09 Kasım 2025- İstanbul14°C▼
- Ankara6°C
- İzmir16°C
- Konya6°C
- Sakarya12°C
- Şanlıurfa15°C
- Trabzon17°C
- Gaziantep11°C
ALİ URAL'DAN: FİLMLERİN DE RUHU VARDIR
İlk savaşı ben verdim. Fatih'le karşılaşmaya hazırladığım ruhum perde açıldığında reklamların saldırısına uğradı. Kendimi koruyacak bir kalem yoktu.

Yalnız topların dökümü, gemilerin karadan yürütülmesi ve surun altında kan ter içinde tünel kazan lağımcılar için dahi bu filmi seyredebilirdim. Her filme bir masal gözüyle baktığımdan, olmuş mudur olmamış mıdır, tartışmasını tarihçilere bırakarak inandırıcılığını sorguladım filmin. Namık Kemal'in Vatan Yahut Silistire'sindeki erkek kılığına girmiş Zekiye'nin yeni versiyonu Era'ya ısınamadım bu yüzden. Fatih'i mızmız, Akşemseddin'i komik, Ulubatlı'yı "Cool" buldum. Kahramanların Refik Halit Karay'ı mezarında gülümseten 2012'nin İstanbul Türkçesiyle konuşmalarınaysa bayıldım. Sultanların o pek meşhur "Tiz" sözüyle başlayan, "Yapıla, edile, vurula" gibi emirlerini duyamayınca, Fatih'in askerlerine yaptığı konuşmayı endişeyle izledim. Ya "İstanbul'u fethetmeniz gerekiyor değerli askerlerim!" deseydi!
Filme en çok Fatih'in şehre girme sahnesini seyretmek için gitmiştim. Fetih askerlerinin arasına karışıp onlarla dualar etmek istiyordum. İtiraf edeyim, şükür gözyaşları dökmeye ihtiyacım vardı. Kamera her yüzün ebedi haritasını çıkaracak diye boşuna bekledim; benim yüzümü de içine alacak diye boşuna. Hiç kimse sormuyor; mehter nerede! Üç yüz kişilik o ilahi orkestra... Tekbirin sırasıydı hem; dudaklar kıpır kıpır oynayacaktı. Fatih'in muzaffer bir kumandan olarak Ayasofya'ya girmeden önceki bir hareketi vardı ki, Stefan Zweig'ın dahi gözünü kamaştırmıştı. Filmde yanından bile geçilmeyen bu sahneyi bakın nasıl anlatıyordu Zweig "Yıldızın Parladığı Anlar" kitabında: "Bu kiliseyi Tanrısına dünya var oldukça kalsın diye adamadan önce şükran borcunu ödeyecek Sultan, büyük bir alçakgönüllülükle atından iniyor ve yere kapanarak dua ediyor. Sonra da bir avuç toprak alıp başının üzerinden serpiyor ve bu davranışıyla ölümlülüğünü hatırlamak, zaferi ile mağrur olmamak istiyor..."
Ayasofya'ya girdikten sonraki sahneyi ise şöyle betimliyor biyografinin üstadı: " ... Bu eşsiz ihtişam içindeki dualar sarayının kendisine değil, büyük Tanrısına ait olduğunu kuvvetle hissediyor. Derhal bir imam getiriyor ve Padişah, yüzü Mekke'ye çevrili olduğu halde, evrenin mutlak hâkimi olan Tanrısına bu Hıristiyan mabedi içinde ilk namazını kılarken, minbere çıkan imam da, İslam dininin şartlarını yerine getiriyor. Hemen ertesi gün, ustalara eski dinin bütün işaretlerini kaybetmek işi emrediliyor. Mihraplar yıkılıyor, mozaikler badana ile örtülüyor ve yeryüzünün bütün acılarını kucaklamak ister gibi bin yıl kollarını açmış olan haç, Ayasofya'nın tepesindeki salip, boğuk bir gürültü çıkararak yere kapanıyor..."
Kırmızı kadife perde ağır ağır kapanırken film alt yazıları gibi şu cümleler geçiyor aklımdan: Büyük emekler verilmiş bu film seyredilmeyi hak ediyor, daha iyilerini düşleyebilmek için. Ne demiş Araplar, "Mâ lâ yudrek kulluhu, lâ yutrek culluhu/ Bir şeyin tamamı elde edilemese de bir kısmından vazgeçilmez."
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.