- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
07 Kasım 2025- İstanbul16°C▼
- Ankara12°C
- İzmir16°C
- Konya10°C
- Sakarya14°C
- Şanlıurfa20°C
- Trabzon16°C
- Gaziantep18°C
ALİ URAL'DAN: SEN NE ZAMAN İSTER, BEN VAR ÖLMEK EFENDİ
Geçen haftaki yazımın sonunda sorduğum o beylik soruyu Robinson Crusoe'ya da yöneltmeye karar verdim: "Bay Crusoe! Issız adaya düşeceğinizi bilseniz yanınıza alacağınız üç şey ne olurdu?" "Üç şey mi!" diye kükredi Robinson.

Hiçbir işime yaramazsın, olduğun yerde kal, kurtarılmaya değmez bir yaratık gibi denizin dibini boyla," dedikten sonra. 10 Eylül 1659 tarihinde tutmaya başladığı o meşhur günlüğüne: "Ne olur ne olmaz diye yine de aldım," yazmıştı.
Robinson Crusoe, "Aydınlanma"yla aklı bütün değerlerin önüne geçirmekle kalmayıp bütün çıkarların emrine veren Batı insanının prototipi olmasaydı, bir roman kahramanıyla alıp vereceğimiz olmazdı. Romantik bir ıssız ada hikâyesi değildi onunki. "Her şeyi çadırıma taşımıştım ama yine de gözüm doymamıştı" cümlesiyle itiraf ettiği açgözlülük, "coğrafi keşifler" olarak beraat ettirilen sömürgeciliğin sanata düşen gölgesinden başka bir şey değildi. Bir köle tüccarıydı Robinson. Gemisi batmayıp ıssız adaya düşmeseydi Gine sahillerinden çil çil, pardon siyah siyah köleler getirecekti memleketine. Ama olan olmuş, kendini "vahşi tabiat"ın kucağında fakat bütün ihtiyaçlarını da yanına almış olarak bulmuştu. İlk işi adaya çıktığı sahile bir takvim direği dikip üzerine geliş tarihini kazımak oldu. Medeniyetin ikinci adımı olarak bir masa ve sandalye yaptı Robinson. Rahatça yemek yiyip yazı yazmalıydı çünkü medeni insan.
Masa ve sandalyeden daha önemlisi bir köleye sahip olmaktı gerçi medeni insan için. Köleyi Gine'de ararken adada bulmuştu Robinson. Hem de bir Cuma günü. Takvim direğine rağmen Pazar günlerini şaşıran Crusoe, nedense Cuma gününü unutmamıştı. Cuma'nın itaatkâr bir köle olup kaçmaması için Hıristiyan olmasında yarar vardı. Robinson bir Protestan misyoneri olmakta gecikmedi ve eğitimin gereğini yaptı. Bir süre sonra ağzından dökülen şu cümleler başarılı bir eğitmen olduğunun deliliydi: "Vahşi adam şimdi iyi bir Hıristiyan olmuştu, belki benden de iyi!" Fakat yine de "Yamyamlar"ın elinden kurtardığı Cuma'nın sadakatinden bir türlü emin olamıyor, "bir gün yine ulusuna katılacağından" endişe ediyordu. Kim bilir yeni dinini unutmakla kalmayıp ihbar ederdi kendisini kavmine ve belki de birleşip yerlerdi onu. Sorun, "medenileştirse" de "vahşi" olarak görmeye devam etmesindeydi Cuma'yı. Oysa kölesine öğrettiği ilk şey "Efendi" olduğuydu. "Ona, 'efendi' demesini ve bunun da adım olduğunu öğrettim," diyordu Robinson. Cuma sahibinin gerçek adını bilmiyordu. Farkında olmasa da o ezik cümlesiyle kendine bir türlü güvenemeyen efendisini rahatlatıyordu: "Sen ne zaman ister, ben var ölmek efendi!"
Bir roman kahramanı pekâlâ gerçek bir "kahraman"ın akrabası olabilir. Adasında mutlu olabilmek için bütün araçları meşru sayan Robinson'un iki asır önce yaşayan ceddi Kolomb'dan söz ediyorum. İstanbul'un fethiyle Avrupa gemileri için tıkanan Doğu pazarını -Afrika kıtasını dolaşma dışında- yeni bir yolla açması istenen, görev sırasında yerlileri eğitecek vakti olmadığı için hayatlarına son vererek medeniyeti yerine ulaştırmakta gecikmeyen Kolomb'dan. Doğrusu kendisini "Hindistan"a gönderen İspanya Kralı Fernando'nun devlet yönetiminde "amaç"tan başka hiçbir şey gözetilmemesi gerektiğini savunan dönemin İtalyan devlet adamı ve tarihçisi Machiavelli'nin kitaplarında "konu kralı" oluşu, işini hakkıyla yaptığını gösteriyor "Kâşif"in. Kraliçe İsabella'ya gelince, Pierre Marc ve Michal Brix'e göre, Kolomb'un onun gönlünü fethetmesi zor olmadı desteğini almak için: "Majeste hayalimin gerçekleşmesiyle, bütün Hıristiyan âlemiyle paylaşmak istediğim bir başka amacım daha var: Alıp getireceğimiz tüm altın gümüş ve mücevherlerle Kudüs'ü kurtarabiliriz."
Nasıl mı tepki gösterdi bunun üzerine Kraliçe, Kolomb'a? İnanamadı pek. Bir hüzün kapladı yüzünü. Sonra "Bu üzücü konuya değinmenizi istemiyorum" cümlesi döküldü dudaklarından. Kolomb ise geri çekilmeyerek sürdürdü sözlerini: "Elbette majeste. Fakat yine de Araplarla pazarlık eder, Kudüs'ü altınların yardımıyla anlaşarak geri alabiliriz." Kraliçe elinde olmadan gülümsedi. Pierre Marc ve Michal Brix bu bölümünde olmasa da "Kolomb" adlı eserlerinin bir başka yerinde bu kahraman denizcinin insanlığın ufkunu nasıl genişlettiğini vurgulamaktan kendilerini alamamışlardı: "Kolomb'un girişimi aslında insanlık tarihine yepyeni bir yön verecek olan, önüne geçilmez bir saldırganlık ve sömürgecilik hareketinin de başlama sinyali oldu. Her ne kadar, ne yazık ki bu suretle, sömürgecilik ve kan dökümü başladıysa da, bu çağda insanlığın düşünce, ticaret ve coğrafya açısından ufku genişlemiş oldu."
Not: Sevgili okurlarım, gelecek hafta Hay bin Yakzan'ın adasındayız kısmetse. Birbirinden özgün cevaplarınız için teşekkür ederim.
30.09.2012 Zaman
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.