06 Mayıs 2024
  • İstanbul12°C
  • Ankara9°C

'ALTERNATİF EĞİTİM'İN VAKTİ GELDİ DE GEÇİYOR

'Çünkü' derdi okul müdürümüz, 'bahçe demek duvar demektir. Ben okulumun etrafında duvar istemiyorum.' Ahmet Murat'ın Yenişafak'ta eğitim meselemize dair yazdığı nefis yazıyı ç-alıntılıyoruz.

'Alternatif eğitim'in vakti geldi de geçiyor

29 Eylül 2015 Salı 13:11

Okulumuz çam, sedir ve ardıç ağaçlarından oluşan bir dokunun orta yerinde, mücevher gibi parlayan bir gölün kıyısındaydı. Tek katlı taş bir binadan oluşan okulun bir bahçesi yoktu. “Çünkü” derdi müdürümüz, “bahçe demek duvar demektir. Ben okulumun etrafında duvar istemiyorum.” Bu kafa dengi, şahane eğitimci, kendiliğinden bitiveren papatyalar, sümbüller, çiğdemlerin yanı sıra, sağına soluna bizzat elcağızlarımızla diktiğimiz elma, erik, nar, ceviz ağaçlarıyla bezeli olan, okulun önünden göle kadar inen yamacı bizim bahçemiz kılmıştı.

Farkında değildik belki ama bahçemiz olan bu yamaç bizim en büyük sınıfımızmış aslında. Edebiyat dersinde, gazel okumaya ve hatta Bekir Sıtkı Sezgin'in kayıtlarından bazı gazelleri dinlemeye sıra gelince, bu yamaçta, çiçeklerin ortasına yayılır, gazellerin önümüzdeki dünyayı yeniden yaratmasını izlerdik. Bir dağcı da olan edebiyat hocamız bazen bizi bu yamaçtan kaçırır, ormana doğru sürükler, yeterince yabanıl bir dekora ulaşınca bize ThoreauTolstoyHafız'dan ağaç kabuğuna, yaprağa, yağmura, saka kuşuna dair parçalar okurdu. Ellisini geçmiş olan hocamız bekardı. Bu yaşa ulaşmış her müzmin bekar gibi becerikli ve titizdi de. Ormanda bitirdiğimiz bir dersin dönüş yolunda, yaban mersini toplayıp, okulun mutfağında birlikte reçel yapmıştık.

Okulumuz böyle bir sürü “boş beleş” işin yuvasıydı

Göl, göçmen kuşların göç yolu üzerindeydi. Biyoloji derslerimizin bir kısmı bu gölün kenarında yürüyüş yaparak; ilk baharsa gelen kırlangıçları, gök güvercinlerini, leylekleri karşılayıp, sonbaharsa gidenleri uğurlayarak geçerdi. Gölde sazan, yılan balığı, kurbağa, sülük de bulunurdu. Şimdilerde, bizim kalender oyun arkadaşımız sülüğün bazı hirudoterapi merkezlerinde sosyetik bir sağaltım vasıtasına dönüştüğünü görünce gülesim geliyor. Göl kenarındaki sazlıktan topladığımız kamışlarla müzik derslerimizde ney, kaval yapmışlığımız da vardı, resim derslerinde sepet örmüşlüğümüz de...

Sepet örmeyi öğrenme hikayemiz de ilginçti: Göle sepetlik kamış için gelen bir çingene ailesini gören resim öğretmenimiz heyecanlanmış, okulun fırınında pişen tandır ekmeklerinden büyükçe iki tanesini koltuğunun altına sıkıştırdığı gibi koşa yuvarlana yanlarına gitmişti. Yarım saat kadar sonraysa, sınıfımızda bin kurumla sepetin nasıl örüleceğini öğreten bir çingene kadınıyla karşı karşıyaydık.

Fırın dedim değil mi? Evet, fırın. Okulumuz hademelerinden biri Balkan muhaciriydi. Allem etti, kallem etti, müdür beyi ikna etti ve okulun arka tarafında bir muhacir fırını yapıverdi. Minik kubbesi, ekmek tavaları, küreğiyle tam tekmil bir fırındı bu. Yemekhane için ekmek, kahvaltı için çörek, mezuniyet yemeğimiz için kuzu pişirdik bu fırında. Bugün biri İstanbul'un, diğeri Londra'nın önemli pastacılarından olan iki sınıf arkadaşım olmasına hiç şaşırmıyorum.

Reçeldi, ekmekti, çörekti derken, duyan da yedik içtik, ders çalışmaya gönül indirmedik sanacak. Ama bu doğru da. Okulumuz böyle bir sürü boş beleş işin yuvasıydı. O sayede okuldan ayrılmak istemiyor, kütüphanede bağıra çağıra Mona Roza okumayı, ormanda mantar üzerine belgesel çekmeyi, müdürümüzün biz rahat oynayalım diye koridora çıkarıverdiği fotokopi makinesinde dergi çoğaltmayı eve gitmeye tercih ediyorduk.

 

Devamı için: http://www.dunyabizim.com/Manset/21565/alternatif-egitimin-vakti-geldi-de-geciyor.html

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.