- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler

- İstanbul16°C▼
- Ankara14°C
- İzmir19°C
- Konya16°C
- Sakarya18°C
- Şanlıurfa24°C
- Trabzon15°C
- Gaziantep19°C
ANADOLU ÇOCUKLARINA BUKAĞI: YABANCI DİL

Ahmet Tâlib ÇELEN
Bir dostun mektubu:
Habervaktim.com yazarı Yener Dönmez Bey üniversitelerimizin pek mühim ama hiç üzerinde durulmayan bir meselesine parmak basmış: Yabancı dil meselesi... Yazıyı görünce yüreğim hopladı. Çok sevindim. Yıllardan beri bu kangrene el süren yoktu, Yener Bey tam üstüne bastı. Allah kendisinden râzı olsun.
Ben de bir yabancı dil mağduruyum.
1998'de İstanbul'da bir üniversitede Eski Türk Edebiyatı alanında doktoraya başladım. Alan derslerinde oldukça iyiydim. Sonra sıra geldi tez almaya... Ama bir mesele vardı... Önce yabancı dili geçmeliydim. Biz Anadolu çocuklarıyız; ömrümüzde gerçek bir İngilizce hocası görmedik. Şimdi bizden şöyle böyle değil, kallâvî bir İngilizce istiyorlar. Ne verdiniz de ne istiyorsunuz? Neyse... Kör topal çalıştık. Son hakkımda 45 alabildim. Ve elendim. Oysa 50 alabilseydim (meselâ 3 soruyu daha doğru işaretlemiş olsaydım) şimdi ben doçent veya profesör olacaktım; ama ortaokul Türkçe öğretmeniyim. (Çok bir şikâyetim yok; bu çocuklar da evlâdımız; onlara verdiğim emek de mübârektir)
Düşünebiliyor musunuz, hem de Türk edebiyatı alanında yabancı dili geçmeden adım atamıyorsunuz. Bir İngiliz Türkiye'de Türk edebiyatı alanında doktora yapacak olsa İngilizceye hiç ihtiyaç duymadan, sadece Türkçe ve Osmanlıca bilerek doktor olabilir. Ama bu imkân Türk çocuklarına kapalı. Şimdi şöyle diyorum: "Yunus Emre'yi, Fuzulî'yi anlayabilmek için önce İngilizce öğrenmek gerektiğini sonunda anladım(!)"
Bir üniversitede öğretim görevlisiydim. 28 Şubat'ın hışmına uğradım, üniversiteden koparıldım. 7 yıl çalıştıktan sonra... Bu müddet içinde gördüğüm manzara şuydu: İstisnasız bütün branşlarda geleceğin ilim adamları asistanların hepsinin elinde bir Redhouse sözlük ve kıytırık bir İngilizce kitabı... Biyoloji bölümünde bir asistan arkadaşın şu sözünü hiç unutmam: "İngilizce çalışacağım diye 1 yıldan beri kendi alanımla alâkalı bir makale bile okumadım." Bu söz fecaati anlatmaya yeter. Bütün üniversiteler İngilizcenin işgali altında; bunlar milletimize ait müesseseler değil, sömürge okulları!
Akla şu da geliyor: Birileri toprağından kopmamış Anadolu çocuklarının üniversitelerde de yükselişini gördü. (Ekonomide Anadolu aslanları gibi) Bu hâl cumhuriyetin fabrika ayarlarına muvâfık düşmezdi; behemehâl önleri kesilmeliydi. Kolundan tutup atmak da bugünkü günde sakîl kaçabilirdi; en iyisi kitabına uydurmaktı. Baktılar... Bu çocukların en zayıf oldukları taraf nedir? Hemen bulundu: Yabancı dil... Bu, çârenin de bulunması demekti. Daha evvel de ayağa takılıp duran bu mecbûriyet artık aşılmaz bir dağ seviyesine yükseltildi. Zaten maksat aşılmamasıydı. Böylece ömründe gerçek bir yabancı dil hocası görmemiş; yabancı dil derslerini kasabadaki dikiş nakış hocasından, avukattan, savcıdan... almış Anadolu çocuklarının önü otomatik olarak kesilmiş olacaktı. Kat sayı formülüyle İmam Hatip talebelerinin ilahiyattan başka fakültelere gitmesine mânî olunduğu gibi... Akademisyen olmak isteyen Anadolu çocuklarının kat sayısı da yabancı dil yapılmıştı; başka değil. Onlar yabancı dil problemiyle boğuşurken meydan yabancı kolejlerde okumuş, bastığı yerle alâkası kesilmiş jönlere kalacaktı. (Bu tiplerin başka sıfatlarını saymayalım)
Orhan Veli Kanık'ın bir şiirinin mısraları geliyor aklıma:
Hiçbir şeyden çekmedi
Nasırından çektiği kadar
Yazık oldu Süleyman Efendiye
Akademisyenliğe gönül verip iki adım atmak isteyen Anadolu çocuğunun karşısına Himalaya gibi dikildi yabancı dil mecburiyeti... Yaşamayan bilmez. Şiiri onlar için şu hâle getirebiliriz:
Hiçbir şeyden çekmedi
Yabancı dilden çektiği kadar
Yazık oldu akademisyenlik rüyası gören
Gariban Anadolu gençlerine
Meselenin hâlli kanaatimce şöyle olabilir:
Yabancı dil bilmek bir akademisyen için elbette bir meziyettir, inkâr etmeyelim. Ama ilim yapmanın şartı olunca nice kaabiliyetli gencimizin beyni telef olmaktadır. Oysa bir milletin en değerli hazinesi gençlerinin beyinleridir.
Çare: Yabancı dil fakülteleri hariç hiçbir üniversitenin hiçbir bölümünde yabancı dil, akademisyenlikte yükselme barajı olmamalıdır. Akademisyenlikte yükselmenin tek şartı olmalıdır, yapılan ilmî çalışma... Sen ilim âlemine ne getirdin kardeşim? Başka soruya da baraja da gerek yok.
Yabancı dil, KPDS imtihanında başarılı olanlara dil tazminatı verildiği gibi sadece bir bordro meselesi olmalıdır. Belli bir puanı geçen akademisyene bu başarısının karşılığı olarak bir miktar fazla maaş ödenebilir; böylece yabancı dil öğrenme teşvik edilmiş olur.
Yabancı dili geçmiş akademisyenle geçmemiş akademisyenler için ayrı ünvan/kadrolar ihdas edilebilir. Ve ömür boyu imtihan hakkı verilir; hayatının bir devresinde yabancı dili geçerse "yabancı dili olan akademisyen" kadrosuna geçer. Hepsi bundan ibaret! Her meselemizi arap saçına döndürmede üstümüze yok!
Böylece ilimde bir şeyler yapabilecek insanlarımızın da önü kesilmemiş olur. Yener Bey'in söylediği gibi, Çin ve Japonya akademisyen olmada yabancı dil mecburiyetini kaldırmış. Şahsiyetli bir millete yakışanı yapmışlar.
Darısı bizim başımıza...
30.09.2013
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.