- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
05 Kasım 2025- İstanbul16°C▼
- Ankara13°C
- İzmir18°C
- Konya13°C
- Sakarya17°C
- Şanlıurfa20°C
- Trabzon15°C
- Gaziantep17°C
BEKİR FUAT'TAN: DİL VE IRK MESELESİ
Türkiye meselesi üzerinde kafa yormaya devam. Geçen yazıda Türkiye’deki dil tartışmalarının seviyesi ile ilgili yönüne değinmiş ve ırk üzerinden yürütülen çalışmaların niyetiyle ile ilgili veçhesini konuşalım demiştik.

Afrika’nın “gelişmemiş” siyah bedenleri, Batı’nın “gelişmiş” beyazlarının hizmetine sunulmuştu. Bu uygulama en görünür haliyle Batı’ya mahsus olarak kaldı; ancak insana böylesi bir yaklaşım, tüm bir kozmik yapıyı bu kategorizasyonla okumayı beraberinde getirmişti. Bugün tüm dünya dolaylı ya da dolaysız olarak Darvinizm’in yaklaşımını sosyal açıdan benimsemiş bulunmaktadır.
Tüm dünyadaki gibi bizde de ekonomik, sosyal, dinî literatür bu yaklaşımın etkisi altındadır. Meselâ gelişmekte olan ülkeler, ilkel kültürler, modern dinler vb… Bir referanstan hareketle düşünme metodu, dünya insanının zihnî işleyişi haline gelmiş bulunmaktadır.
Irklar üzerinden kendimizi konuşmamız bizim açımızdan bir talihsizliktir, trajiktir. İnsanları ırklar üzerinden tasnif eden yaklaşım Batı tarzı bilim üretiminin bir neticesidir. Irk, var olan her şeyi, bir bütün olarak evreni mekanik bir yapıymış gibi gören, insanı da bu mekanik yapının nesnel bir parçası kabul eden Batı medeniyetine ait bir kavramsallaştırmadır. Bu yaklaşım hemen tüm modern ideolojilerin de (faşizm, komünizm vd) zeminini teşkil etmektedir.
Biz Müslümanlar, insanın eşref-i mahlûkat olarak yaratıldığına ve insan olarak Âdem Aleyhisselâm’ın soyundan gelmekle Batı tarzı bir ırklar tasnifine tâbi tutulamayacağımıza inanıyoruz. Bizi birbirimizden ayıran renklerimiz, fiziğimiz, kültürlerimiz değildir. Biz görünen yanımızla birbirimizden ayrılmayız. Bizi önce gerçekten insan katına çıkaran, eşref-i mahlûkat kılan ve hatta meleklerden de üstün kılan husus, Allah’la olan irtibatımızın derinliğidir; sonra bu ilke ile hak ve bâtıl arasındaki yerimizi doğru olarak seçmemizdir.
İnsanları kavimlere ayıran dilleri; bir araya getiren ise ülkü birlikteliğidir. Bu noktada da diller ülkü birliğine vasıta olup olmamasıyla bir ehemmiyet arz etmektedir. Arapça’yı tüm Müslümanlar için önemli kılan Arapların dili olması değil, Kur’ân-ı Kerîm’in dili olmasıdır. Dillerin varlığı diğer her şey gibi insanla, insanın varlığı ise kulluğunu tanımasıyla bir önem kazanmaktadır. Dilin ontolojik değeri, insanın mânâsına alan açtığı ölçüde artar veya eksilir. Bu noktada her şey gibi dil de salt dil olmasıyla değer kazanmaz. Dile değer kazandıran şey, bizi hakikatle buluşturuyor olmasıdır.
İnsanlar dünyada yaşarken yapıp ettikleriyle Allah’larâbıtalarının derinliği ölçüsünce Müslümanca bir kültürün, dilin, sosyal düzenin imkânlarıyla nimetlendirilirler. Türkiye bu nimetlerin en yüksek örnekleriyle dolu olan yerin adıdır. Bu noktada Türkiye özelinde ırklar, diller, kültürler üzerinden bilinçli ya da bilinçsiz olarak yapılan şey bin senelik birikimin bu topraklarda dağılmasına yol açmakta; geleceğin inşâsına hizmet etmemektedir.
07.10.2013 Milat
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.