- Hakkımızda
 - TYB Ödülleri
 - Genç Yazarlar Kurultayı
 - Kitaplık
 - Ahlâk Şûrası
 - Yazar Okulu
 - Mehmet Âkif Ersoy
 - Türkçe Şûrası
 - Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
 - Yayınlar
 - Söyleşi
 - Şube Haberleri
 - Salgın Edebiyatı
 - Haberler
 - Şiir Şölenleri
 - Mesnevi Okumaları
 - Kültür & Sanat Haberleri
 - Kültür Kervanı
 - Kırklar Meclisi
 - Duyurular
 - Biyografiler
 
04 Kasım 2025- İstanbul19°C▼
 - Ankara17°C
 - İzmir20°C
 - Konya18°C
 - Sakarya19°C
 - Şanlıurfa24°C
 - Trabzon18°C
 - Gaziantep21°C
 
BEKİR FUAT'TAN: HALEP CAN
Hem komşumuz, hem de bir İslam toprağı olan Suriye’de 2011 yılından bu yana bir savaş yaşanıyor.

Hem komşumuz, hem de bir İslam toprağı olan Suriye’de 2011 yılından bu yana bir savaş yaşanıyor. Arkasına dünyanın gâvurlarını alan Beşşar Esad ve kanlı rejimi, “azınlık diktası”nı ayakta tutma uğruna Suriye halkına yapmadığını bırakmadı. Katliamlar, sivillerin can kayıpları devam ediyor.
Savaş daha ne kadar daha sürecek, belli değil. Fakat yaşananların gözle görülür sonuçları hepimizi dehşete düşürmeye yetiyor: Binlerce insan hayatını kaybetti, binlercesi sakat kaldı; milyonlarca insan komşu ülkelere sığındı. Ülkesini terk etmek zorunda kalan mülteci sayısı ise her geçen gün artıyor.
Resmi rakamlara göre ülkemizde 21 kampta 250 bin Suriyeli mülteci yaşıyor. Geri kalanlar ise Türkiye’nin farklı şehirlerine dağılmış durumda. Onların yarıdan fazlası kadın ve çocuk.
Ama hepimiz biliyoruz ki resmi rakamlar gerçeği yansıtmıyor. Sebebi açık, ülkemize gelen Suriyelilerin pasaport olmadan kaçak yollarla Türkiye’ye girmiş olması. Birçoğunun Türkiye’de oturum izni veya herhangi bir yerde kaydı da yok zaten.
Bugüne kadar 1 milyona yakın mültecinin sığındığı tahmin ediliyor ülkemize. Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği yetkilileri de 2014 yılında Türkiye’deki Suriyeli sığınmacı sayısının 1,5 milyonu bulacağını belirtiyorlar.
Evet, bugün ülkemizin gündeminde inişli çıkışlı yer tutan bir mesele, Suriye. Ve bizim için Suriye meselesi, salt siyasal argümanlarla izah edilemeyecek kadar mühim bir mesele.
Peşinen söylememiz gerekir ki, çevre ülkelerde ve ülkemizde evlerinden uzak yaşam mücadelesi veren yüz binler var iken, gözümüzün önünde cereyan eden drama kayıtsız kalmak ne Türklüğümüze, ne Müslümanlığımıza, ne de insanlığımıza sığar! Suriyeli misafirlerimizin hangi şartlarda yaşam mücadelesi verdiklerini görmemiz lazım. Onların etnik kökenlerinin hiçbir önemi yok. Onlar mazlum ve bize Allah’ın emaneti. Onlar mazlum ve garip. Gariplerin yüzü Allah’ı hatırlatır. Onların yüzüne bakacağız ki Allah da bizim yüzümüze baksın.
Lafı eğip bükmeden söylemeliyim, kötü davranıyoruz o insanlara. Bu bize yakışmaz. Bu toprakların çocuklarına yakışmaz şefkatsizlik. Halep’ten, Şam’dan gelen insanlar, Türkiye’ye gelen muhacirler Allah’ın emanetidir bize. O emanet için ne yapmamız gerekiyorsa onu yapacağız. Nasıl davranmamız gerekiyorsa öyle davranacağız. Unutmayalım: Yaptığımız/yapacağımız maddi-manevi her türlü destek Allah indinde karşılığını bulur.
Bediüzzaman Said Nursi’nin bir sözü var: “Ben Mekke’de doğsaydım bile İslâm’a hizmet için yine Anadolu’ya gelirdim.” Anadolu böyle bir yer. “Mayanın çalındığı yer”in bu topraklar olduğunu unutmayacağız.
Bu toprakların farklılığını görmemiz, yeniden hatırlamamız lazım. Bu topraklar, bugüne kadar Kafkasya’dan Balkanlar’a, Kırım’dan Orta Asya’ya kadar geniş bir coğrafyadan yayılan zulümden kaçan ve emin belde arayan milyonları; renklerine, dillerine soylarına bakmaksızın bağrına bastı, onlara kucak açtı. Bu toprakların Müslümanlara çağrısı eski dönemlerde kalmış değildir. Halepçe’de katliamdan kaçan kardeşlerimiz de “bu emin belde”de güvenlik içindedir, Suriye’den gelen kardeşlerimiz de…
Bundan sonra da öyle olacaktır inşallah.
07.04.2014 Milat
- Geri
 - Ana Sayfa
 - Normal Görünüm
 - © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
 
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.