- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
05 Kasım 2025- İstanbul16°C▼
- Ankara5°C
- İzmir15°C
- Konya8°C
- Sakarya11°C
- Şanlıurfa16°C
- Trabzon16°C
- Gaziantep12°C
'BEN BİR OSMANLI TÜRK'ÜYÜM'
"Turquetto" ile 1531 yılında başlayan bir serüvenin içindeyiz. Bu, Yahudi bir ailenin çocuğu olarak İstanbul'da dünyaya gelen, annesini hiç tanımamış, babasını ise 12 yaşında kaybetmiş Eli Soriano'nun hikâyesi.

OSMANLI, YAHUDİLERE YAŞAM HAKKI TANIDI
Kendisini Osmanlı'ya ait ve Türk hisseden Arditi'nin bu hissiyatını belirleyen iki ana sebep var. Bunlardan ilki Türkiye'de doğması ve burada yedi yaşına kadar, kendi ifadesiyle "fantastik" zamanlar geçirmesi. Bu bağın mantıkla, akılla açıklanabilecek hiçbir yeri olmadığını söylese de, yaşadığı aidiyet duygusunun öneminden bir şey götürmeyeceğini düşünüyor Arditi. Bilinçli bir tercihle kendisini bu topraklara ait hissetmesi ise kendini Osmanlı Türk'ü olarak tanımlamasının ikinci sebebi. Arditi, Osmanlı'nın tarihin her döneminde bir hoşgörü padişahlığı olduğunu anlatıyor: "Benim ailem neden çıktıkları İspanya'da kalmamışlar ya da neden yolları üzerinde bulunan İtalya'ya yerleşmemişler? Yahudilerin katledildiği, hayvanlar gibi sürüldüğü bir zamanda Osmanlı onlara aynı şeyi yapmamış çünkü... Yahudiler burada kabul görmüş." Yazar, bu noktada örneğini genişletip padişah annelerini hatırlatıyor. Önce İstanbul'a köle olarak getirilen Hıristiyan kadınlardan pek çoğunun sultan annesi olduğuna vurgu yapıyor sonra da Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethettikten sonra kiliseleri yıktırmayışını anlatıyor.
Edebiyat ve müziğin, Metin Arditi'nin hayatında çok büyük bir yeri var. "Orkestra yöneticisi olmamın herhangi bir şirketin yöneticisi olmamdan bir farkı yok ama benim müzikle bağım daha farklı." diyen yazar, müziğin yazarlığına çok katkısı olduğunu söylüyor. Arditi, yazdıklarını içinden on kere de okusa hataların görülemeyebileceğini, ama yüksek sesle bir kere okuyarak, metnin müziğinin nerede bozulduğunun anlaşılabileceğini düşünüyor. "Edebiyatta müziği kaçırdığın zaman o sadece gürültü oluyor. Ama kelimelerin müziğini yakaladığın zaman ortaya sevimli, tatlı bir şey çıkıyor." Okurla kitap arasında kurulacak ilişkinin buradan doğduğuna inanıyor Arditi...
"Çok kültürlü geçmişim, bana önyargısız olmayı öğretti"
"Çok dil konuşulan bir evde doğdum, sonra birçok uyruktan insanın olduğu yatılı bir okulda okudum. Bu şekilde insanları tanımayı öğrendim. Ama en önemlisi, kendi karakterlerimi tanımayı öğrendim. Onlara önyargıyla yaklaşmamaya çalışıyorum. Ve bazen bu çok zor oluyor. İsviçre'de geçen bir kitabımda bir karakterle çok kavga etmiştim mesela. Irkçı bir öğretmendi. Çok zordu onu anlamaya çalışmak. İçinde ırkçı bir şeytan vardı ama bir melek olduğunu da biliyordum. Çok kültürlü bir geçmişimin olması, bana önyargısız olmayı öğretti. Edebiyat bütün insanlarda insanlık bulmanın yoludur. Bir karakter yaratıyorsun ve sonra yarattığını anlamaya çalışıyorsun. Bu bir keşif."
06.09.2012 Zaman
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.