22 Ekim 2025
  • İstanbul17°C
  • Ankara12°C
  • İzmir20°C
  • Konya13°C
  • Sakarya15°C
  • Şanlıurfa18°C
  • Trabzon18°C
  • Gaziantep16°C

BİR DEM ŞEHR-İ DİYARBEKİR VARDI….

M. Ali ABAKAY

Şehirler canlıdır, insan nasıl yaşarsa…. Hangi şehre düşerse yolum, öncelikle baktığım dünden bu güne nelerin taşındığı, taşınabildiği üzerinedir. Nelerin bu güne veda etmeye hazırlandığıdır, hazırlanmak zorunda kaldığıdır.

Günümüzde seyyahlık, ulaşımın kolay hale gelmesine rağmen kitle iletişim araçlarının çeşitliliğinin sağladığı zenginliğe kıyasla halen taşların yerine oturtulmadığı, fazla önemsenmeyen bu uğraşının ciddiyetten uzak görülmesidir. Çünkü uydulardan olan bitenle beraber hayatın birçok alanına müdahalenin söz konusu olduğu günümüzde her şehrin kare kare fotoğraflandığını bilmekteyiz. Ondan mıdır, seyyahlara önem verilmeyiş?

Anadolu’da Evliya Çelebî, seyyahların başını çeker. Nasırı Husrev, İbn-i Batuta, İbn-i Fazlan Doğu’nun unutulmaz seyyahları arasındadır. Sefaretnameler, yine de seyahatnamelerin yerini tutmaz ölçüdedir. Bizim dünyamızda şarkiyatçıların- oryantalistlerin yeri, apayrıdır. Anadolu’ya gelen seyyah sayısında son yüzyılda büyük artış vardır. Bu seyyahların içinde doktordan tüccara soğuk savaş temsilcilerinden misyonerlere uzayan çizgi vardır. Diyarbekir’i konu aldığımız bu çalışmamızda dolaylı olarak kimi önemli noktalara, alışılmışın dışında değinmek istiyoruz.

Şeyh Sadi Şirazî, Gülistan’ında bir padişah ve derviş arasındaki şu diyaloğa yer verir:

-Bizi hatırlar mısın?

Derviş, padişahı ne zaman hatırladığını şu şekilde ifade eder:

-Allah’ı unuttuğum zamanlar.

Şehirlerin tarihî değerleri, kimi zaman unutulanlar arasında, yitikler atlasında yerini almıştır. Bu yitikler artınca yaptıranları unutulmadığı gibi yıktıranları da tarihte yerini almıştır.Biri yaptırdığı için hatırlanır biri yıktırdığı için unutulmaz.

……

 

 

Ben seyyah değilim. Fakat Şehr-i Diyarbekir’de çeyrek asrı yarıda bırakan biri olarak az bir mekânı dolaşmadım, gezmediğim yerlerin çok olmadığını biliyorum.

Seyyahların en önemli saptamalarından biri de tarihî eserler hakkında verilen bilgilerdir.

Diyarbekir’e ilişkin çağdaş seyyahlara bakarken bilinen yanlışların doğruya tahvil edilerek, sunulması karşısında şaşırmamak elde değildir. Biz, size önemli gördüğümüz kimi noktalarda düşündüklerimizi sunarken, bu güne kadar unutulmaya yüz tutmuş kimi hususiyetleri de kimilerinin dikkatine arz ediyoruz.

a-Kitaba ve kütüphaneye verilen değeri anlamaktan aciz olanlar, bu gün şehirdeki kitaplıklardaki kitapları toplasalar, 1040.000 ciltlik, birbirinin aynı olmayan bir kütüphaneyi bir araya getirebilirler mi?

Selahaddin-i Eyyûbî, şehri kuşatmıştır. Şehr-i Amid, üç günlük bir izinle el değiştirmek üzere hükümdarına her türlü eşyayı ve hazineyi götürme desturu tanınmıştı. Üç gün içinde götürülenler içinde elbette kitaplar da vardı. Şehir teslim alınırken kütüphanedeki kitap sayısı 10.40.000 ciltlik idi. Bu kütüphanenin bir bölümü, firavunların diyarı Mısır’a gönderilmiştir. Mısır’da bu güne kadar bu kitapların izini sürdürene rastlanmamış olması ne kadar acı bir durumdur.

Ali Emirî Efendi, Amid-i Sevda’da anlatır, bu kütüphanenin serencamını. İlim erbabından birçok isim, kitap sayısını mübalağalı bularak sayıyı 140.000 ile sınırlı tutarken, hangi mantıkla hareket ediyordu? Bu bilinmez. Bu şehirde olan kitap sayısı, insanın hayal dünyasını zorlayacak, idrakine kabul ettirecek sayı değildir, çünkü.

Elimizde bu kitaplardan biri dahi bulunmamaktadır. Neden ve niçin?

b-Ashab-ı Kehf, gerek İsevî gerek İslamî kaynaklarda yeterince ele alınmasına rağmen, kaynaklarda Şehr-i Diyarbekir’e rastlamıyoruz, ismen de olarak. Günümüzde Ashab-ı Kehf’in aziz hatırasının canlı tutulduğu mağara, Deyr-î Rakîym ve Dakyanos’un Kalesi halen ayaktadır. Afşin’i, Tarsus’u mesken tutanlar, neden Şehr-i Diyarbekir’i hatırlamaz. Kulaklar bu kadar sağır ve gözler bu kadar kör müdür? Zihinler, bazı şeyleri niçin çabuk kavramaz? Kur’an-ı Kerim’deki ve tefsirlerdeki anlatıma oldukça uygun olan Mekân, neden göz ardı edilir?

c-Beşinci Harem-i Şerif olarak bilinen Camiî Kebir!... Binlerce yıla dayanan geçmişi bilinmesine rağmen, bu yapının öncesi neden Mar Toma’ya dayandırılır? Milad öncesi buluntular, müzeye mahkûm kılınmak için mi saklanmaktadır? Arkeoloji ilmine müntesip olanlar için bu yapının ele alınması çok zor bir mesele olmaktan çıkarılmalıdır.

d-639’da şehri alınır, Meryem-i Dara’dan ve Roma Sultası yerini başka bir inanca devreder. Şehrin Müslüman ilk valisi Sultan Sa’sa’a, yapılan mescidin yanı başına defnedilir. Bu mescidin ve kabri bizde yıktırılmadan orijinal bir karesi de mevcuttur. Önce mescid minaresi, sonra kabir kaldırılır. En sonunda mescid, yola katılmak bahanesiyle yıktırılır.

Bu alan çay bahçesi yapılır, pastaneye dönüştürülür, giyim mağazasına çevrilir. Ne hikmetse kazı yapılır. Kazı alanında temeller çıkınca yer öyle bırakılır. Sorulsaydı, bu mescidin temelleri, yanı başında yapılan kapalı çarşının kazı çalışmalarında görüntülenmişti. Bu önemli tarihî mekân, yitikler atlasında yerini almışsa ne yaptıranlar unutulur ne yıktıranlar…

e-Dünyanın ilk robotlarının yapıldığı, bu robotların raks ettiği, musıkî icrasında bulunduğu, programlı saatlerin ve şifreli kasaların yapıldığı Şehr-i Diyarbekir’de Ebu’l-İz nedense hatırlanmıyor. Nihana terk edilen Ebu’l-İz olsa!... Bu gün teknolojik hiç bir üretimin olmadığı şehirde yüzlerce yıl öncesinde bir ilk olan bu buluşlar, ne anlam ifade etmektedir?

f-Yeryüzünde yapılmış en ihtişamlı kaleye sahip iken bu gün harap ve bitkin olan görünümüyle Diyarbekir Kalesi, Site Şehir Devleti alanında tek örnek olma konumunu sürdürüyor. Kale burçlarına, surlarına nakşedilmiş figürlerle kitabeleriyle bu eşsiz kale, halen çaresizliğiyle baş başadır. Elimizdeki objektifler, tarihî kalenin sağlam kalmış kısımlarına yönelirken kaderiyle baş başa kalmış burçlar, surlar yardım eline muhtaçtır.

Beş-on yıl egemenlik süren beyliklerin bile medeniyet sayıldığı ve medeniyet sayısının 33’e kadar çıkarıldığı şehirde Fırat Nehri’nin On Gözlü Köprü’den aktığını söyleyen ve bunu kitaplaştıran gezginlere rastlanan ortamda, medeniyet sayısının 50 sınırına dayanmaması tuhaflıkla karşılanmalıdır. Resmî bir sitede bu şehrin içinde 16 kalesinin bulunduğu ve beş çıkış kapısının yer aldığı biliniyorsa ne demelidir, bu işle uğraşanlar? Diyarbekir Kalesi’yle yaşıt olan Eğil Kalesi bilinmez, daha eski olan Birkleyn Kalesi kayda geçmez, Farikiyn Kalesi üvey evlad bilinir, Zerzevan ve Mir Hızır Kalesi yok bilinirse bu şehrin dünden bu güne aktarılacak nesi kalmıştır?

Malabadî Köprüsü tanıtılmamış ise, Eğil’deki Roma Köprüsü harap halde ise, Artuklu Köprüsü, “Deve Geçidi” ismini 4. Murad Köprüsü’ne kaptırmışsa, Kapı Kıran Mehmet Ali Paşa ve Haburman Köprüsü tanıtımdan yoksun ise ne demeli, işin ehli olanlar? On Gözlü Silvan Köprüsü’nün banîsi olan Romalılar iken onarımını yapan Mervanî sahibi biliniyor ise ve bu resmî kayda geçmişse ne diyebiliriz?

g-Dünyanın ilk yerleşim alanlarından biri olan Çayönü ve Hilar Kalesi, kâğıt üzerinde tanınıyor ve gereken yapılmıyorsa, söylenecek ne kalmıştır?

h-Eğil’in baraj altında kalmasına tepkisiz olanların şimdiki tepkilerini anlayabilmek oldukça boş bir uğraş olarak bilinir.

i-Hz. Süleyman ve arkadaşlarının kabirleri bir türlü gün ışığına çıkartılmazken, İç Kale’ye harcanan masraf, daima katlanmaktadır. Bir gözün hatırı için kırk gözün sevildiği ortamda bu problemin giderilmemesinin sebepleri irdelenmemektedir.

j-Toşhana ve Kurhî bir devletti, zamanında. Bu devletlerin hakkında ne bilgiler ulaştı, günümüze? Yerlerini hakkıyla bilenlere rastlanmamaktadır, şimdi. Birçok höyük, uzanacak ellerden himmet beklerken, tarihî eserleri sürekli dışarıya kaçırmayı meslek edinenler, artmaktadır.

k-Zerzevan Kalesi’nde, Eğil Kalesi’nde, Mir Hızır Kalesi’nde, Kefrum Kalesi’nde, Selman Kalesi’nde ve diğer kalelerde yaşayanlar kimdi? Kimler saltanat sürdü, yüzyıllarca? Bu, bu güne kadar kitaplaşmadı.

…..

Şairin İstanbul’u dinlemesi vardır, gözleri kapalı şekilde. Biz de Şehr-i Diyarbekir’i gözümüz açık dinliyoruz, bu demde. Bana söylettiğin şarkıların hepsini biliyor ve dediğin ne varsa ancak azını anlatıyorum, yazılarımda Ey Şehir!...

Şeyh Sadi Şirazî ile başlamıştık yazımız girişine. Yine kendisinden nakledelim, bir meseleyi. Gülistan’da bir gençten bahsedilir. Bu genç, akl-ı kemâl biridir. Birçok ilme sahiptir, vakıftır. Az konuşur, çok dinler. Sohbetlerde daima susar. Babası kendisine, “bildiklerini söyle” der. Genç, “Bilmediğimden sual etseler mahcup kalırım.” cevabını verir.

Şehr-i Diyarbekir için yazılanlar içinde belirttiklerimiz sadece deryadan bir katredir, damladır. Biz, bilmediklerimizden bize sual edilen olursa onun için susuyoruz. Ol sebepten dolayı susmanın yerinde olduğunu biliyoruz.

Keşke bu yazı yerine bir portre sunsaydım size. Hattat Hamid’i, Sezai Karakoç’u, Ahmed Arif’i, Ali Emirî’yi tanıtsaydım. “Kalk” diyor içimden bir ses “Seyyah ol bu yaşta” derken, ben mahcup kalmamak için susuyorum, suskunluğumu bozmak istemiyorum.

Bir dem Şehr-i Diyarbekir vardı yahut öyle biliniyor şimdi!...

21.10.2010

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.