- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
02 Kasım 2025- İstanbul15°C▼
- Ankara10°C
- İzmir18°C
- Konya11°C
- Sakarya15°C
- Şanlıurfa20°C
- Trabzon14°C
- Gaziantep18°C
BURHANETTİN CAN'DAN: IRAK DENKLEMİNE STRATEJİK AÇIDAN BAKABİLMEK - 2: IŞİD VAKASI - 1
Giriş 11 Eylül 2001 tarihinde ABD’nin “21.

Giriş
11 Eylül 2001 tarihinde ABD’nin “21. Asır Amerikan Yüzyılı olacak” Projesi (PNAC) kapsamında Amerikan derin devleti, “İkiz Kulelere” saldırı düzenleyerek (Provokasyon) ve suçu, İslam coğrafyasının değişik yörelerindeki isimlerden oluştuğunu ileri sürdüğü Usame Bin Ladin liderliğindeki El Kaide’nin üzerine yıkarak Afganistan ve Irak’ı fiilin işgal etmiştir. Dünyanın süper gücü, her alanda yüksek teknoloji sahibi ABD’de, El Kaide mensupları, dört sivil uçağı ele geçirerek ikiz kulelere saldırmakta ve fakat ABD’nin yüksek teknoloji sahibi istihbaratları bundan haberdar olmamakta/olamamaktadır(!). Ancak olaydan sonra, eylemi yapanların tüm soy ağacı, çeliği eriten yangının külleri arasından El Kaide mensuplarının kâğıttan olan kimlik kartları sağlam olarak bulunup tespit edilebilmiş ve medyaya servis edilebilmiştir(!). Bir hafta ABD başkanı Bush korkudan TV’lerin karşısına çıkamamıştır(!). Bütün bunlar, dünya kamuoyuna servis edildiğinde, genelde, kamuoyu bunu sorgulamamış, verilen bilgilerin doğruluğundan hareketle Afganistan’ın ABD tarafından işgalini alkışlamıştır.
Kamuoyunun dikkat etmediği bir başka önemli nokta, Afganistan ve Irak yerle bir edildiği zaman sürecinde, ABD ve AB’nin hiçbir yerinde, yüksek eylem gücüne sahip El Kaide ciddi bir eylem yapmamış, ABD ve Müttefiklerine öldürücü bir darbe vurmamıştır.
2001 İkiz kulelerin vurulmasına gitmemizin nedeni, yüksek strateji çizen ana gücü bilmeden, bulmadan vuku bulabilecek olayları anlamak, analiz etmek ve geleceğe dönük bir fotoğraf çekebilmek, bir projeksiyon ortaya koyabilmek gerçekten de zordur. Anlık duyguların tatmini, anlık sevinçler, kalıcı hüsrana ve psikolojik çöküntüye sebebiyet vermektedir.
El Kaide türü yapıları tek, homojen bir yapı olarak görmekten ziyade inşa edilen bir marka olarak görmek, arka planda gerçek samimi örgüt mensuplarından farklı istihbaratlara kadar uzanabilen, farklı alt grupların var olduğunu kabullenmek gerekmektedir. 1960-1980 Türkiye’deki gençlik olaylarında komünist hareketlerin tümünün, Sovyetler/Çin/Arnavutluk tarafından idare edildiği, arkalarında bu ülkelerin olduğu, bizim dünyamızın insanları tarafından hep seslendirilmiş; asıl tehlike görülememiştir. 1980 sonrası yazılan hatıratlardan, açıklanan belgelerden bu örgütlerden bir kısmının başta CIA olmak üzere Batılı istihbaratlar tarafından yönetildiği, bir kısmının da Türkiye’nin farklı derin devlet güçleri tarafından yönetildiği gerçeği ortaya çıkmıştır. Aynı şey PKK ve Hizbullah için geçerli olmuş, hangi PKK veya hangi Hizbullah kavramları hep kullanılmıştır.
Son zamanlarda IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) hareketinin Suriye-Irak hattında art arda yaptığı hamlelerle elde ettiği başarılar, IŞİD’i tüm dünyanın gündemine yerleştirmiş, şimdilik elde ettiği başarılar tartışılmaya ve konuşulmaya başlanmıştır. Bu durum ister istemez IŞİD kimdir? Fikri yapısı mücadele anlayışı, strateji ve taktikleri nelerdir sorularının gündeme gelmesine sebebiyet vermiştir.
Bu sorgulamayı yapmak istememizin sebebi, Musul Konsolosluğunu işgal edip konsolosluktakileri rehin almakta amacın ne olduğunu ortaya koyabilmek içindir. Bu operasyon, örgütün salt kendi özgür iradesi ile yapılmış ise örgüt, Türkiye’den ne istemektedir ve niçin Türkiye’yi karşısına alacak bir strateji takip etmektedir? sorularının cevaplarını aramamız gerekmektedir. Yok, eğer bu işgal, küresel bir ittifakın, küresel bir stratejinin uygulanması adına IŞİD’e yaptırtılmış ise bu ittifakın amacı ve hedefi nedir? bunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Bir başka ihtimal de, Örgüt bunu kendi amaç ve stratejileri istikametinde gerçekleştirmiş ve fakat Küresel şer ittifakı, bundan yararlanmak için örgüte baskı yapmış ya da ikna etmiş olma durumudur. Diğer taraftan rehineler olayının, Türkiye’deki Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilgili olabilme ihtimalinin var olduğudur. Bu nedenle IŞİD vakası, biraz ayrıntılı bir şekilde ele alınıp incelenmelidir.
IŞİD’i incelerken El Kaide için ifade ettiğimiz tehlike, IŞİD için geçerli olabilir. Bir yapıyı değerlendirmek, elde edilen, elde var olan, medyaya servis edilen bilgilere dayanılarak yapılmaktadır. Bu bilgilerin sıhhat derecesi önemlidir. Çok farklı malzemeden sağlam bir analiz yaparak sonuca varmaya çalışmak, sonunda hatalara sebebiyet verebilir. Bu nedenle değerlendirmelerimizde her zaman bir hata payının var olduğunu söylemeliyiz.
IŞİD’in Kısa Tarihi
IŞİD hareketinin kökleri, Sovyetlerin Afganistan’ı işgaliyle birlikte başlayan bir direniş gurubuna kadar uzanmaktadır. Ancak örgüt olarak ortaya çıkışı, ABD’nin Afganistan işgal etmesi dönemindedir. Teşkilatın ilk kurucusu, 1966 Ürdün doğumlu Ebu Musab el-Zerkavi’dir. Zerkavi, Afganistan’ın Herat kampında çoğunluğu
Avrupa’da sürgün hayatı yaşayan Ürdün, Filistin ve Suriyeli Müslümanlardan
oluşan “Tevhid ve Cihad Örgütü”nü (TCÖ) kurmuştur. 2001 yılında ABD’nin Afganistan’a saldırmasından sonra, Irak’ın kuzeyine, Suriye ve Lübnan’daki Filistinli mültecilerin bulunduğu bölgeye gelip yerleşmiştir. Bir taraftan Irak’ın Sünni nüfus yoğunluğuna sahip bölgelerinde faaliyet gösterirken diğer taraftan Irak’ın kuzeyinde bulunan İslamcı Kürt hareketi Ensar el-İslam örgütü ile bağlantı kurmuştur (1-4).
Burada dikkat çeken nokta, Sovyet işgaline karşı Afganistan’da savaşan Zerkavi, ABD işgaline karşı niçin ABD’ye karşı savaşmayıp Irak’a geçmiştir. Bu konuda herhangi bir bilgi elimizde mevcut değildir. Zerkavi’nin Irak’a geçiş sebebinin, ABD’nin Irak’a saldıracağını önceden öngörmüş olması olarak ifade edilmektedir. Dikkat çekici olan bir diğer nokta ise ABD’nin Irak’a saldırması gerekçeleri arasında da, İkiz kulelerin vurulması ile bağlantılı olduğu ileri sürülen Zerkavi’nin Irak’ta bulunması ve etkin bir faaliyet yürütüyor olmasıdır(1). Bu noktada, Zerkavi ile ABD arasında bilinmeyen, gizli, özel bir ilişkinin olup olmadığı bilinmemektedir. Bilinen bir gerçek Sovyetlere, Komünizme karşı mücadelede CIA, ortak düşmana karşı İslam coğrafyasındaki birçok yapı ile ilişki kurmuş, ortak mücadele vermiştir. Taraflar, ortak düşman paydasından dolayı bu işbirliğini mahsurlu görmemişlerdir.
ABD işgalinden önce başlayıp 2004 yılına kadar “Tevhid ve Cihad Örgütü” adı altında Zerkavi, mücadelesini yürütmüştür. Zerkavi’nin yıldızı, ABD askeri güçleri ile Nisan 2004’te yapılan savaştan (“Birinci Felluce Savaşı”) sonra parlamıştır. Mayıs ayında ABD ordusunun tek taraflı ateşkes ilan edip Felluce’den çekilmesi, Zevahiri’yi liderliğe taşımış ve “Felluce İslami Halifeliği”nin emiri olarak biat almaya başlamıştır. Zerkavi ve onun hareketi, bu tarihten sonra Irak direniş hareketinde önemli bir aktör olarak ortaya çıkmış, bazen yükselmiş bazen de gerilemiştir. Belli bir güce ulaştığını düşünen Zerkavi, muhtemelen El Kaide isminden ve gücünden yararlanmak amacıyla Irak içerisinde tek temsilcisi olma hakkını elde etmek için 17 Ekim 2004’te internet üzerinden Usame bin Ladin’e biat ettiğini ve teşkilatın adını, “İki Nehir Topraklarındaki el-Kaide” (Irak El Kaidesi) olarak değiştirdiğini ilan etmiştir(1). Bunun üzerine Usame bin Ladin, muhtemelen, Zerkavi’nin meşhurluğundan yararlanarak Irak’ta etkili bir el-Kaide grubunun var olmasını faydalı bulmuş olmalı ki, 27 Aralık 2004’te Iraklı mücahitlere Zerkavi’ye biat ederek onun örgütü bünyesine girmelerini tavsiye etmiştir. Bu yakınlaşma ve işbirliğinin hangi stratejik amaçları olduğu henüz medyaya yansımış değildir. Zerkavi’nin El Kaide adını kullanmak istemesi, bir güç arayışımı yoksa Irak hattındaki direnişi terörle gölgelemek ve ABD’nin daha fazla müdahalesine imkân sağlamak amaçlımı olduğu bilinmemektedir. Bunun ortaya konması, birçok konunun aydınlatılmasını sağlayabilir.
Zerkavi, 7 Haziran 2006’da ABD’nin hava saldırısı sonucunda öldürülünce.
12 Haziran’da örgütün liderliğine Ebu Hamza el-Muhacir takma isimli Ebu Eyyub el-Mısri getirilmiştir. 1968 Mısır doğumlu olan el-Mısri, el-Kaide’nin o dönemde ikinci adamı olan Eymen el-Zevahiri’ ile 1982’de Mısır’da Zevahiri’nin kurmuş olduğu İslami Cihad örgütünde birlikte çalışmışlardır (1,4).
Ekim 2006’da “Irak İslam Devleti” (IİD) ilan edilmiş, IİD’in liderliğine Ebu Ömer el-Bağdadi getirilmiş ve 2007 yılında 10 kişilik bakanlar kabinesi kurulmuştur. Bu tarihten itibaren örgüt, hâkimiyet kurduğu alanlarda devlet gibi davranmaya başlamıştır. Ancak bu tarihten itibaren de İşgal Güçleri, IİD’e muhalif Sünni aşiretlerin ve yerel unsurların desteğini sağlayarak operasyonları yoğunlaştırarak Irak İslam Devleti örgütünün gücünü kırmıştır. 18 Nisan 2010’da Irak güvenlik güçleri ve ABD’nin ortak operasyonu sonucunda el-Mısri ve el-Bağdadi, Selahaddin vilayetinde öldürülmüştür. Örgütün liderliğine Ebu Bekir el-Bağdadi getirilmiştir.
2011 yılı Aralık ayında ABD askerlerinin Irak’tan tamamen çekilmesi, Maliki’nin Sünniler üzerindeki baskısını iyice artırması sonucu, bazı Sünnilerin el-Kaideye tekrar yakınlaşması ve Suriye’de yaşanan olayların iç savaşa doğru yol alması nedeniyle oluşan güç boşluğundan faydalanan IİD gücünü artırarak eylemlerini yoğunlaştırmıştır. Elde ettiği avantajı kullanarak birleşik cephe taktiği uygulamaya başlamıştır. Örgütün lideri Ebu Bekir el-Bağdadi, Nisan 2013’te Suriye el-Kaidesi olan Nusra Cephesi ile birleşerek örgütün adının “Irak-Şam İslam Devleti” (IŞİD) olarak değiştirerek duyurmuş, ilgi ve etkinlik alanını Irak-Suriye olarak belirleyerek stratejisinde ciddi bir değişiklik yapmıştır (1-4). Örgütün bu hamlesi, hem Irak el-Kaide merkezi lideri Eymen el-Zevahiri, hem de El Nusra Cephesi lideri Ebu Muhammad al-Jawlani tarafından Haziran 2013’te yaptıkları açıklamalarla kabul edilmemiştir. El Nusra Cephesi lideri Ebu Muhammad al-Jawlani, birleşme ile ilgili her hangi bir görüşme yapmadıklarını, istişare etmediklerini, bu nedenle de tek yanlı alınmış bu kararı tanımadıklarını duyurmuştur. Aymen el Zevahiri, iki örgütün birleşmenin karşısında olduğunu belirtmiştir. Bu durum karşısında Ebu Bekr el-Bağdadi, Zevahiri’nin emrine karşı çıkarak birleşmenin gerçekleşeceğini ilan etmiştir.
Burada dikkat çeken nokta, Irak İslam Devleti hareketinin, Suriye’de savaşan ve El Kaide tarafından kurulan Nusra Cephesi yönetimi ile ve kendilerinin bağlı olduğu Merkezi El Kaide yönetimi ile görüşmeden, istişare etmeden tek yanlı olarak bir birleşme kararı almış olmasıdır. Savaşçı grupların psikolojisinin bu tür emrivakilere karşı olduğu ve uluslararası düzlemde bilinirliği olan El Kaidenin bunu bir disiplin suçu sayacağı bilinmiş olmasına rağmen böyle bir kararın alınmış olması en dikkat çekici noktadır. Böyle bir kararı almanın stratejik nedeni anlaşılamadan, IŞİD olayının geldiği noktayı anlamak mümkün değildir.
Bugün IŞİD olarak anılan hareket, başlangıçta “Tevhid ve Cihad Örgütü”, Ekim 2004’te “Irak el Kaide’si”, Ocak 2006’da “Mücahidin Şûra Konseyi”, Ekim 2006’da “Irak İslam Devleti”, Nisan 2013’te “Irak ve Şam İslam Devleti” adını almış bir harekettir. İsim değişikliklerinin, hareketin gelişim seyrine ve çizilen stratejiye bağlı olarak değiştirildiği anlaşılmaktadır.
IŞİD’in Temel Strateji ve Taktikleri: Birleşik Cephe ve Alan Hâkimiyeti
IŞİD’in uyguladığı politikalar, gerçekleştirdiği eylemler, onun fikri yapısıyla bağlantılıdır. O nedenle IŞİD’in fikri yapısını bilmek, uyguladığı politikaların, taktiklerin nedenlerini ortaya çıkarmak açısından yararlıdır. IŞİD, İslam’ın Selefiyye kolunu benimsemiştir. Bu akımın mücadele anlayışı, sürekli cihat ve kâfirlerle uzlaşmamama üzerine kurulmuştur. Dünya İslam birliğini savunurken, Şiileri İslam dışı görmektedir. Bu nedenle Şii düşmanlığı, en temel unsurdur. Bu açıdan ortaya çıktığı andan itibaren, Sünniliği referans alarak Sünni bir taban ve savaşçı grup elde etmeye çalışmış, Şiilerle her türlü uzlaşmayı ret etmiş ve en büyük düşmanı olarak, İşgalci güçlerden sonra Şiileri kabul etmiştir. İşgal güçleri ile Şiileri düşmanlıkta eşit olarak görmekte ve Sünni çevrelerde Şii düşmanlığını sürekli körüklemişlerdir.
Bunu yol boyu kurduğu ittifaklarda görebilmekteyiz. Bu politika ile çevre ve eleman kazanmayı temel bir ilke olarak benimsemişlerdir. Bu nokta, El Kaide’nin merkez Kadroları ile Irak El Kaidesi/Irak İslam Devleti/IŞİD arasında önemli bir ihtilaf konusu olmuştur. Merkezden yapılan uyarıları hiç dikkate almamışlardır. El Kaide merkezinden kopmalarında bu önemli bir etken olabilir.
Teşkilatın hareket seyri, uyguladığı taktiklere bakıldığında başlangıçtan itibaren çok dikkat çekmeyen, bir birleşik cephe oluşturma stratejisi izlediği ve buna karşı çıkanları, farklı gerekçeler göstererek ortadan kaldırdığı gerçeğidir. Kurulurken mi böyle bir stratejiyi benimsediği yoksa yol boyu içine dâhil olan insan unsurları tarafından mı belirlendiğini bilememekteyiz. Ancak yol boyu uygulanan strateji, taktik ve politikaları göz önüne aldığımızda IŞİD hareketi, salt bir terör örgütü olmanın ötesinde daha büyük hedefleri olan bir hareket olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu gerçek anlaşılmadan bugün Suriye-Irak hattında olanları anlamak yorumlamak değerlendirmek mümkün değildir.
Daha hareketin başlangıç aşamasında Irak İşgalinden önce Zarkavi’nin Irak’a gelerek Kuzey Irak’ta İslami ve Kürt direniş örgütü olan Ansar al-Islam ile irtibat kurarak bir cephe hareketi oluşturduğu ve geniş bir ilişki ağı kurduğu bilinmektedir. ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra Cema’at el-Tevhid vel-Cihad al-Ansar ve Irak dışından cihad için gelen yabancı insan unsurlarını bünyesine alarak ilişki ağını daha da genişletmiştir. Mayıs 2004’te Cema’at el-Tevhid vel-Cihad bir başka bir İslam’i grup olan Salafiah al-Mujahidiah ile birleşerek gücünü ve etki alanını daha da artırmıştır. Ocak 2006’da, hareket, Irak’ta savaşmakta olan Sünni grupları (beş Sünni direniş grubu) bir çatı altında toplamak için “Mücahidin Şura Konseyi” adı altında birleştirici bir teşkilat kurmuştur. Örgüt, Ekim 2006’ya kadar tüm eylemlerini, Mücahidin Şura Konseyi’ne atfen yapmıştır. Irak El Kaidesi, bu atılımıyla bir taraftan teşkilatın yabancı unsurlardan oluştuğuna ilişkin kanaati değiştirmek istediği diğer taraftan da dayanak bir kitle olarak Sünni tabanı seçtiği anlaşılmaktadır. Yerel Sünni tabanın desteğini kazanabilmek için atılan diğer bir adım da Nisan 2006’da liderliğe Iraklı bir ismi, Ebu Ömer el-Bağdadi’yi getirmiş olmasıdır. Ancak Mücahit Şura Konseyi fazla uzun ömürlü olmamış ve onun yerine Ekim 2006’da “Irak İslam Devleti” (IİD) adında bir örgüt kurulmuştur. Yeni oluşumun liderliğinin Ebu Ömer el-Bağdadi tarafından yapılmış olması, hareketin yerel Sünni tabana verdiği önemden dolayıdır.
Kaynaklar
1-Gürler, R.T., Özdemir, Ö.B., El Kaide’den Post-Kaide’ye Dönüşüm: IŞİD, Türkiye Ortadoğu Çalışmaları, Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 1, S:113-155, Mayıs 2014.
2- “Irak İslam Devleti ile Nusra Cephesi birleşiyor”, Yakın Doğu Haber, 09.04.2013.
3- Çubukçu,M., “Irak’ta Direniş: Düşman Bu Kez El-Kaide”, Birikim, 20.12.2013
4-Gün, S., IŞİD Raporu, IŞİD meselesi ve güney hudutlarımızın güvenliği, 16 Haziran 2014
04.07.2014 Milli Gazete
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.