01 Kasım 2025
  • İstanbul19°C
  • Ankara17°C
  • İzmir22°C
  • Konya19°C
  • Sakarya16°C
  • Şanlıurfa25°C
  • Trabzon19°C
  • Gaziantep23°C

CEMAL AYDIN İLE 'KUŞLARIN İLAHİSİ' ÜZERİNE KONUŞTUK

Cemal Aydın, Attar’ın eseri Mantıku’t Tayr'ı 'Kuşların İlahisi' adıyla Türkçeye kazandırarak önemli bir hizmette bulundu. Funda Özsoy Erdoğan, bu eser ve tercüme süreci hakkında Cemal Aydın ile konuştu.

Cemal Aydın ile 'Kuşların İlahisi' üzerine konuştuk

26 Şubat 2016 Cuma 14:25

Biz onu çağımızın filozoflarından, öngörüsü ile yolumuzu aydınlatan Roger Garaudy’nin eserlerini Türkçeye kazandıran mütercim olarak tanıyoruz. Yine geçen yıl Mevlana’nın sohbetlerini içeren, aslında adıyla bile bize çok şeyler öğreten eseri Fihi Mâ Fîh’in tercümesini yaparak, bu eserin “Mesnevi” kadar önemli olduğunu hatırlattı bizlere. Kendi pek sözünü etmese de hâlâ büyüklere çok şeyler öğretmeye devam eden Antoine de Saint-Exupery’nin Küçük Prens’ini yakın zamanda tercüme ederek, dünyada ve Türkiye’de en çok çevirisi yapılan ve bu esnada maalesef ruhu öldürülen o harika kitaba, kitabın kahramanı Küçük Prens’e yeniden şahsiyet kazandırdı. Cemal Aydın, şimdi de 12. yüzyılın güçlü şairlerinden ve önemli sufilerinden Attar’ın, Mevlana gibi, Şeyh Galip gibi güçlü sufi şairleri etkilemiş olan eseriMantıku’t Tayr'ı Türkçeye kazandırarak, önemli bir hizmette bulundu.

Kuşların İlahisi” adıyla Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları’ndan çıkan bu dev eserin tercüme ediliş aşamalarını, Cemal Aydın’ın tercüme ettiği bu eserle olan duygusal bağını ve bu alegorik eserin içeriğini konuşmak üzerine Türk Edebiyatı Vakfı’ndaki mekânında kendisiyle görüştük. Kuşların İlahisi’ni merkeze alarak yaptığımız bu sıcak sohbeti Dünya Bizim okurlarıyla paylaşmanın, hem eseri hem de mütercimini tanımak açısından faydalı olacağı kanaatindeyim.

Efendim, 12. yüzyılda yaşamış olan büyük sûfîlerden Attâr’ın Farsça kaleme aldığı en önemli eserlerinden Mantıku’t-Tayr’ı, “Kuşların İlahisi” adıyla Türkçeye kazandırdınız. 2016 yılının Ocak ayında Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları’ndan çıktı bu tercüme. Sizi, Türkçeye daha önce de pek çok defa tercüme edilmiş bu eseri çevirmeye iten sebepleri öğrenmek isteyecektir okurlarımız?

Küçük yaşlardan itibaren tasavvufî eserlere hep ilgi duyageldim. O yüzden Şark-İslâm klâsiklerinin tamamını okudum. Fakat daha ilk okumalarımdan itibaren beni rahatsız eden bir şey vardı, o şeyin ne olduğunu o zamanlar tam olarak anlayamasam da. Yıllar sonra, aynı eserleri Farsça, Arapça ve Fransızcalarından okuyunca anladım, o tercümelerde beni neyin rahatsız ettiğini: Kelimelerin yerli yerine oturmamasıydı, yazarın demek istediğinin okura anlayacağı şekilde aktarılamaması.

Size en basit bir misal vereyim. Fihi Mâ Fîh’te Mevlâna hazretleri şöyle der: “Allah’ın öyle yüksek dereceli velileri vardır ki Allah onları gayretinden gizler.” Buradaki “gayret”ten okur ne anlar? Şahsen ben anlamadım. Fransızcaya “kıskançlık” diye tercüme etmişler. Allah için kıskançlık sıfatı burada uygun düşüyor mu? Çok kafa yordum ve sonunda buldum, o kelimeyi öyle bir cümlede “üzerine titreme” olarak tercüme etmek lazım. Bu verdiğim örnek en basiti. Daha binlercesi sayılabilir. Kutsal kitabımızın mealleri de aynı özensizlikle yapılıyor. Edebî açıdan gerçek bir mucize olan Kur’ân, edebî incelik ve zarafetten çok uzak, son derece yavan ifadelerle dilimize aktarılıyor. Bütün Şark İslâm klâsikleri de aynı şekilde özensiz ve edebî zevkten mahrum bir üslûpla tercüme ediliyor. Edebiyatla haşır neşir olan mütercimler de var, fakat onlar da zaman harcayıp eserin tam hakkını verme yoluna gitmiyorlar.

Tek cümleyle: Şimdiye kadar yapılan Mantıku’t-Tayr tercümelerinin beni tatmin etmediğini ve yetersiz olduklarını gördüğüm için bu yeni çeviriyi yaptım.

Eserin çevirisi ne kadar zamanınızı aldı acaba?

Aslında 2005 yılında yarısına kadar yapmış, fakat çok değer verdiğim öğretim üyesi bir dostum bana bu eseri çevirmekte olduğunu söyleyince bırakmıştım. Yıllar sonra tekrar elime aldım. Bu arada Fransızcalarını, Osmanlı Türkçesine nazımla yapılmış çevirisini, Arapçasını okudum. Garaudy, kitaplarında Mantıku’t Tayr’dan çok söz ettiği için, bu eseri defalarca okuma ihtiyacı duydum. Dolayısıyla yılların emeği var desem yerinde bir söz olur. Tercümeye başlayınca işin içinden yaklaşık beş buçuk ayda çıktım, fakat eski emekleri de buna eklerseniz, çok zaman harcadım.

Bir çevirmenin, eserin ruhunu bozmadan, o eseri yeniden inşa ettiğini söyleyebilir miyiz?

Ciddi bir mütercim bir eseri, para hesabı yapmadan, kendi diline en iyi şekilde kazandırmalı. Böylesi bir çaba, sizin tabirinizle bir çeşit “yeniden inşa”dır. Attâr hazretlerinin âhirette karşıma çıkıp benden hesap sormaması, tam aksine orada kendisiyle karşılaşınca kollarını açarak beni bağrına basması için elimden geleni yaptım.

Sanırım bu, çok büyük bir sorumluluk olmalı bir mütercim için? Sonuçta size emanet edilen bir eser var ve o eserin DNA’sını bozmadan yeniden onu oluşturacaksınız?

Evet, bu bir vebal işidir. Değilse eserin ruhu ölür. Hele böyle mânevî bir eser, dikkat edilmezse özünü kaybeder. Hem yazara hem de okura haksızlık edilmiş olur. Ben tercüme konusundaPeyami Safa rahmetlinin şu sözünü kendime şiar edinmişimdir: “Mütercim, müellif kadar emek harcamamışsa o tercümeden hayır gelmez!”

Bir roman veya hikâye yazarı, eserini oluşturuş aşamasında çok defa karakterleri ile bütünleşir ve gerçek hayattan kopma noktasına varabilir. Siz de çerçeve bir hikâyesi olan bu şaheseri çevirirken, böyle bir bütünleşme yaşadınız mı?

Ben hiçbir zaman profesyonel mütercim olmadım, olmak da istemem. Hep amatör kaldım ve kalacağım. Bununla kastım şu: Bir eser beni sarıp sarmalarsa, beni tercüme et derse, tercüme ederim. Duygudaş olmadığım bir eseri kesinlikle çevirmem, istesem de çeviremem. “Kuşların İlâhisi” üst başlığını koyduğum bu esere gelince, pek çok yerini ağlayarak tercüme ettiğimi, tekrar ve tekrar gözden geçirirken de gözyaşlarımı tutamadığımı söyleyeyim. Bundan daha öte nasıl bir bütünleşme olur, bilemiyorum!

Mantıku’t-Tayr, daha önce dilimize “Kuş Dili”, “Kuşların Diliyle”, “Kuşlar Meclisi” adlarıyla çevrilmiş. Siz eserin çevirisinde “Kuşların İlâhisi” adını uygun görmüşsünüz. Eserin içeriğini tam olarak karşılıyor mu bu isim?

Attâr hazretleri eserine iki ad birden koymuş. Biri “Mantıku’t-Tayr” yani kuş dili, diğeri “Makâmâti’t-Tuyûr”, yani kuşların toplantısı ve o toplantıda yapılan konuşmalar. Fakat isim önemli değil, zaten Attâr hazretleri Kur’ânî bir ifade olan “Mantıku’t-Tayr” başlığını özellikle koyuyor. Çünkü bizim çavuş kuşu veya ibibik dediğimiz Hüthüd’ü, Hz. Süleyman’ın habercisi ve adı Kutsal Kitabımızda geçen bir kuş olduğu için seçiyor. Onu diğer kuşların şeyhi, yol göstericisi olarak kullanıyor. Normalde eserin içeriğini tam olarak karşılayacak başlığın “Kuşların Arayışı” olması gerekirdi. Burada Hakk’ı arayış söz konusu olduğu için ben üst başlık olarak “Kuşların İlâhisi”ni seçtim. Bu başlığı da sırf esere dikkat çekmek için kullandım. Çünkü insanımızın bugün (belki de Hz. Attâr döneminden çok daha fazla) böyle bir mânevî arayışa ihtiyacı var. Maddî çoraklık ve yapay hayat almış başını gidiyor.

Eserin giriş bölümünden öğrendiğimize göre Kuşların İlâhisi kitabının çevirisini Fransızcası ile Farsça orijinalinin karşılaştırmasını yaparak gerçekleştirmişsiniz. Orijinali Farsça olan bir eserin Fransızca çevirisi niçin önemliydi sizin için?

Fransızca dört ayrı çevirisi var, o kadar güzel dipnotlar düşmüşler ki eser çok daha iyi anlaşılır hâle gelmiş. Dört ayrı çevirinin birinin diğerinden üstün olması için gösterilen gayreti de dikkate alırsanız, yazarın hakkının verilmesinde onların payı büyük. Fakat ben Fransızca çevirileriyle yetinmedim, kapalı ve anlaşılmaz bir yer kalmasın diye zaman zaman Arapça ve Osmanlı Türkçesi ile yapılan tercümelere de başvurdum.

Eseri okurken 550’nin üzerinde dipnot görüyoruz. Mantıku’t-Tayr için ne ifade ediyor bu kadar zengin bir dipnot?

O dipnotlar olmadan Hz. Attâr’ın tam olarak ne demek istediğini anlayamazsınız. Bundan sekiz yüz sene önce yazılmış bir sûfî edebiyat şaheserini, o dönemde kullanılan remizleri, istiâreleri, mecazları ve daha neler ve neleri bilmeden nasıl anlayacaksınız? Eserin tam olarak anlaşılması, yanlış anlamalara meydan verilmemesi ve eserden yeterince mânevî hazzın alınması için o kadar dipnotu zorunlu gördüm. Aslında bir o kadar daha koyabilirdim, fakat eser çok hacimli hâle gelecekti, o yüzden bu kadarıyla yetindim.

Dipnotların içeriği hakkında bize bilgi verebilir misiniz?

Dipnotlar esere hak ettiği ve yazarın da kastettiği zenginliği katıyor. Bir okurum şunu dedi: Koyduğunuz dipnotlar bence eser kadar önemli! Bu ifade elbette abartılı, ama o dipnotlar gerçekten son derece bilgilendirici ve ufuk açıcı bir özellik taşıyor.

Peki, eserde gönderme yapılan ayetleri, hadisleri ve velilerin sözlerini dipnotlar aracılığı ile öğrenmemiş olsaydık, eseri okumalarımızda neyi kaçırmış olabilirdik?

Kuşların İlâhisi, insana Hakk’ın yolunu, o yola nasıl girileceğini ve o yolda sonuna kadar nasıl sebatla yürüneceğini öğreten bir eser. O yüzden kaynakların da elbette ilâhî kaynaklar olması ve o kaynaklara göre hareket eden kimseler olması gerekiyor. Yazarın îmâ ve işaret ettiği o kaynakları okur anlamazsa, ruhunda mânevî esintiler oluşmaz. Gönlü coşmaz. Yazarın demek istediği çok şeyden mahrum kalır. Verilen mesajı hakkıyla da kavrayamaz.

Mantıku’t Tayr’daki hikâyelerde tarihî şahsiyetlerin isimleri de geçiyor. Bu şahsiyetler üzerine de bilgiler veriliyor dipnotlarda değil mi?

Evet, çünkü o dönemin okurunun bildiği, ama günümüz okurunun çoğunun bilmediği önemli tarihî şahsiyetler onlar. Sadece isim olarak bırakıp geçseydim, pek çok okur esere yabancı kalırdı.

En çok adı geçen tarihi şahsiyet, galiba Gazneliler hükümdarı Sultan Mahmut ve onun kölesi olmuş. O hikâyelerde Sultan Mahmut ile ilgili öğrendiğimiz bilgileri, bir tarih kitabından öğrenmek sanırım pek de mümkün olmayacaktır?

Tarih kitaplarındaki Gazneli Sultan Mahmut ile tasavvufî eserlerdeki Sultan Mahmut arasında elbette benzerlikler var. Genel olarak bilgiler örtüşüyor, fakat iş yorumlamaya gelince çok büyük farklılıklar ortaya çıkıyor. Çünkü tasavvufî eserlerdeki Sultan Mahmut, çok derin mânevî anlamlarla yüklüdür. Tasavvuf kitaplarındaki hikâyelerde Sultan Mahmut ile kölesi arasındaki derin muhabbet, kul ile Allah arasındaki karşılıklı sevginin bir remzi olarak kullanılagelmiştir. Bu eserinde de yazar o hükümdarı bir sembol olarak kullanıyor. Tıpkı kuşları bizim nefislerimizin ve ruhlarımızın simgesi olarak kullandığı gibi.

Okurlarımız merak edeceklerdir: Eserin çevirisi kadar emek isteyen, hayli zaman almış olan bu dipnotların derlenme aşaması, çevirinin bitiminden sonra mı gerçekleşti, yoksa çeviri ile birlikte mi yapıldı?

Dipnotları çevirirken koydum. Çünkü çevirdiğim yeri öncelikle kendim anlayabilmek için hemen o konuda bilgi derleyebileceğim kaynaklara yöneldim. Bu hususta Fransızcaya yapılan son ve bol dipnotlu çevirilerden hayli istifade ettim. Tercüme bittikten sonra biraz ara verdim. Demlenmeye bıraktım. Sonra tekrar gözden geçirirken anlaşılmasında güçlük olur zannettiğim birkaç not daha ekledim.

Eserin başında yer alan epigraflar da dikkat çekici: Kur’an’daki Neml Suresi’nin 16. ayeti olan “Ey İnsanlar, bize kuşların dili öğretildi” cümlesinde Süleyman Peygamber’in o sözleri ve yine Yunus Emre’nin “Süleyman kuş dilin bilir dediler/ Süleyman var Süleyman’dan içerü” mısraları... Süleyman Peygamber’in kuşdili konuşması ile eser arasında kurduğunuz ilişkiyi okurlarımıza açıklarsanız çok seviniriz.

Yazarın bu eseri çıkış noktasından hareketle kaleme aldığını göstermem gerekiyordu. Eserin adı olan “Mantıku’t-Tayr”ın Kur’ân’da geçen bir ifade olduğunu okuyucu daha baştan bilsin istedim. Ardından da Hz. Süleyman’ın bu özelliğine, yani bütün mahlûkatın dilini bildiğine dikkat çektim.Yunus Emre’yi de Hz. Süleyman’ın o bilgiyi kendi gayretiyle değil Allah’ın lûtfuyla edinmiş olduğunu okura hatırlatmak için yâd ettim.

O hâlde, daha eserin sayfalarını çevirmeden bizi karşılayan bu epigraflar, bir anlamda sizin okurun eline verdiğiniz bir anahtar oluyor, diyebilir miyiz?

Elbette. Öncelikle okur rastgele bir hikâye kitabı okumayacağını anlasın istedim. Yazarın hangi remizleri kullandığını okuyucu önceden bilip görsün diye o anahtar ifadelere kitabın başında özellikle yer verdim. Eseri okuyucunun anlaması açısından onların konmasında büyük yarar vardı. O yüzden koydum.

Kitabın okurlara seslendiğiniz giriş bölümünde, bu eser üzerine söylediğiniz “insanı eski hâlinde bırakmaması ve onu gönül adamlığı yolunda ilerlemeye yönlendirmesi” sözleri, bizzat çevirmeni için de geçerli mi acaba?

Efendim, ilâhî esintilere kalbini inatla kilitlememiş, mânevî tecellilere açık olan kalp aynasını paslandırmamış herkes için o söz geçerlidir. Kuşların İlâhisi’ni herhangi bir edebiyat eseri imiş gibi okuyup geçen için o sözümüzün hiçbir geçerliliği yoktur. Attâr hazretleri ne diyor: “Bu kitap, bütün zamanların süsüdür; bu kitaptan seçkinler de nasiplenir, sıradan insanlar da.” Yeter ki bu eser, Allah sevgisiyle okunsun! O zaman herkes kısmetine düşeni alır, kimse nasipsiz kalmaz. Bu kitap Batılıları bile etkilediğine göre…

 

Devamı için: http://www.dunyabizim.com/Manset/23197/cemal-aydin-ile-kuslarin-ilahisi-uzerine-konustuk.html

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.