- Hakkımızda
 - TYB Ödülleri
 - Genç Yazarlar Kurultayı
 - Kitaplık
 - Ahlâk Şûrası
 - Yazar Okulu
 - Mehmet Âkif Ersoy
 - Türkçe Şûrası
 - Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
 - Yayınlar
 - Söyleşi
 - Şube Haberleri
 - Salgın Edebiyatı
 - Haberler
 - Şiir Şölenleri
 - Mesnevi Okumaları
 - Kültür & Sanat Haberleri
 - Kültür Kervanı
 - Kırklar Meclisi
 - Duyurular
 - Biyografiler
 
04 Kasım 2025- İstanbul16°C▼
 - Ankara20°C
 - İzmir21°C
 - Konya19°C
 - Sakarya21°C
 - Şanlıurfa25°C
 - Trabzon18°C
 - Gaziantep25°C
 
CİHAN AKTAŞ'TAN: DAHA NE KADAR ÜZÜLEBİLİRİZ?
I- Dubai üzerinden yaptığım bir günü bulan yolculuğun ardından Japonya’da, Tokyo’nun ardından Kuzey’deki üniversite şehri, hâlâ kar soğuklarını hissettiren Sendai’deyim.

I- Dubai üzerinden yaptığım bir günü bulan yolculuğun ardından Japonya’da, Tokyo’nun ardından Kuzey’deki üniversite şehri, hâlâ kar soğuklarını hissettiren Sendai’deyim. Japon devletinin bursuyla deneysel sanatlar alanında yüksek lisans yapan kızım Meryem’in mezuniyet töreni için geldim bu şehre. Aklım geride, Türkiye’de. Berkin için duyduğum üzüntünün soruları, Burak için üzülmenin sorularıyla ağırlaşmışken yola düştüm. Toplum olarak hayırlı işlerde yarışmamıza izin vermeyen bir girdaba doğru çekilmeye zorlanıyoruz, aylardır. İki acı gencin ve polislerin ölümleri, 1970’lerin Türkiye’sindeki çatışmaların soluğunu duyurduğu için de kaygı verici.
Okmeydanı bir yanıyla hâlâ Anadolu. Berkin ve Burak’ın evlerine çok yakın bir evde oturan arkadaşım Nurhayat, karşılıklı bir temsile zorlanan bu korkunç ölümlerin sebebinin ailelerin karşıtlıklarıyla asla ilişkilendirilemeyeceğini söyledi.
Birbirinin canında yatışmaya zorlanan acılar, kan davası alışkanlığının şehirli ve görece “aydın” kesimlerde yenik örgüt söylemleriyle nasıl da güncellenebileceğini ortaya koyuyor. Berkin'in ve Burak'ın ailelerinin vakarına bakın, bir de kan isteyenlere! Köhnemiş sandığımız kan davası çekişmesi mürekkep yalamış kentli zihniyetinde yeniden vücut mu buluyor?
Bana öyle geliyor ki bütün siyasi ve toplumsal mücadelelerin başlıca gayesi bu olmalı: Meşkuk güçlerin devreye girdiği olaylarda garibanların ölümüne izin vermemek. Gerginliği tırmandırmaya çalışan ölüm tüccarlarına ve sözde devrimci şehir eşkiyalarına karşı siyasetçilerin, medyanın ve barıştan yana her insanın daha temkinli, sorumlu, ayrıca yaslı ailelerin duyarlıklarını hesaba katan bir dil kullanması gerekiyor.
Dolayısıyla arabulucu barışçı bir dile her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. 1970’ler Türkiye’sinde sağcı ve solcu gençler çatıştığında ihtiyaç duyulan ama genç ölümleri konusunda varlığı yeterince etkinleşmeyen bir arabulucu dil.
II- Kızımı dünyanın bu bilinmedik ucuna göndermeye nasıl cesaret ettiğime dair çok soru geldi bana bu üç yıl içinde. Bir halkın, toplumun iç âlemine nüfuz etmek hiç kolay değil, hele Japonya gibi kültürün insanlara duygu ve düşüncelerini olabildiğince saklamayı öğrettiği bir ülkeden söz ediyorsak. 
Düşünmek, üzülmek; üzülmek, düşünmek... "Düşünmek" fiilini anlatan bir Japon resim yazısı "üzgünlük" anlamına geliyormuş. Japon halkı Hiroşima yaralarının acılarını tamamen dindirmiş olabilir mi? İçine kapalı, duygularını bastırmayı bilen bir halk bunu başardıysa, nasıl bir yola başvurdu? Akira Kurosawa'nın Ağustos’ta Rapsodi’si (1991) büyük acılar söz konusu olduğunda sağlıklı bir unutmadan değil, bu acıların er geç kendini bir şekilde belli edeceği bir bastırmadan söz edilebileceğini anlatıyor. Filmin Büyükanne Kane’si çocukları ve torunları normal bir hayat sürdürsünler diye Hiroşima’nın bombardımanıyla birlikte yaşanmış büyük acılarını kendi benliğine çekerek görünmez kılmakta ustalaşmıştır zahirde. Bütün unutma ve bastırma çabasına karşılık şimdiki zamanın kötülüklerinin sesleri her zaman geçmişin acılarının sesleri ve görüntüleriyle gün yüzüne çıkmaya hazırdır. Japonlar zaten aşırı duygularını başkasına belli etmemeyi erdem bilen bir halk. Savaş dönemi unutulmuş gibi yapılabilir olağanüstü güzel tabiatın ortasında, oysa örtbas edilen yaraların kanaması bir misafirin çıkıp gelmesine bakıyor. 
Acı sebepleriyle yüzleşmekten kaçınmanın barış ve kardeşliği kurmaya yararı olmadığını anlatıyor Kurosawa, Ağustos’ta Rapsodi’de. Önce Berkin’i, ardından Burak’ı yitirdiğimiz günleri bu açıdan da doğru bir şekilde kavramalıyız. “Bir bizim ölümüz, bir sizin” şeklindeki kanlı muhasebe, bu halkın geniş kesiminin talebini yansıtmaktan uzak. Gençlerimizin hayatına mal olan, ortak değerlerimizi tahribe dönük (mezhepli değil) mezhepçi kışkırtmalar geniş halk kesimlerinin beklentilerininiz uzağında bir gündemden kaynaklanıyor.
Burak Can küçük kızım Merve’nin yaşında. Berkin gibi o da yoksul aile çocuğu. Rahmet üzerilerine olsun.
Yazının devamı için: http://www.dunyabulteni.net/yazar/cihan-aktas/19591/daha-ne-kadar-uzulebiliriz
- Geri
 - Ana Sayfa
 - Normal Görünüm
 - © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
 
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.