22 Ekim 2025
  • İstanbul20°C
  • Ankara19°C
  • İzmir24°C
  • Konya20°C
  • Sakarya22°C
  • Şanlıurfa26°C
  • Trabzon18°C
  • Gaziantep23°C

DİYARBAKIR VAKIFLAR BÖLGE MÜDÜRLÜĞÜNE ÇAĞRIMIZ

M. Ali ABAKAY

Diyarbakır konulu birçok şehir tarihi konulu çalışmamızda koordineli çalışmaların sonuca ulaşmayı kolaylaştırdığını anlatıp dururuz ve verim elde etmede, sonuca varmada bunun gerekli olduğunu bilmeyenimiz yoktur, en azından.
Diyarbakı’da mevcut Vakıfların kaç adet olduğunu, bunların kaçının şahsî-özel mülkiyete bağlı, kaçının Vakıflar İdaresi’ne bağlı bulunduğunu da bilen biri olarak, geçmişten bugüne gelemeyen, arada bir yitikler arasına karışılıp unutulmaya yüz tutmuş olan vakıflardan da kimi kaynakların varlığı ile haberdar olmaktayız. Bu kaynaklardan biri Alpay ÖZBİRLİK’in biri de İbrahim YILMAZÇELİK’in kapsamlı çalışmalarıdır.
Daha önce Osmanlı Salnamelerinde yer alan, kimi günümüze ulaşamamış vakıflarla, Kara Amid Dergisi’nde yer alan bir el yazmasından seçilen metinler, vakıfların iç açıcı olmayan serencamını, hikâyesini göz önüne bir sinema şeridi gibi getirmektedir. Kurulup da devam edemeyen, nesli kesilmiş âilelerin devam ettiremediği-sahiplerince satılıp başka amaçlarla kullanılan vakıf mekânları olabilir.
Vakıflar’a Osmanlı’dan sonra devredilip satılan birçok vakıf mekânı vardır, arazisi vardır, vakıfların devamlılığı için vakfedilmiş dükkânlar, köyler mevcuttur. Günümüzde köylerden eser kalmamış(!), arazilerin akîbeti meçhul, mevcut dükkânlar, işyerleri kiraya verilmiş ve yıktırılan mekânlar arsa olarak satılmış.  Bunu Kara Amid Dergisi’nden okumak mümkündür.
Amacımız dünde kalan olanla bitenle bugün mevcut olanı karşılaştırılmasını sağlayarak, elde kalan vakıflara ait mekânların gereği gibi amacına uyumlu biçimde kullanılmasının sağlanmasıdır.
Diyarbakır dışında yazmayan, sadece kültüre, sanata ve edebiyata dayalı çalışmaları olan biri sıfatıyla, vakıflar hakkında bizim Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne çağrımızı, iyi niyetle yapmak istiyoruz.
Amaç, yapıcı olmak, kırıcı davranmamak ve olması gereken ihmal edilmiş ise imkânlar el verdiğince gerçekleştirmektir.
Öncelikle kimi başlıklar altında şehir merkezinde öncelikli olan kimi çalışmalar hakkında bilgi vermek istiyoruz:

Kadı Hamamı: Kadı Hamamı hakkında düşüncelerimizi, köşemizde dile getirmiştik. Diğer hamamların restorasyon çalışmalarının yetersiz olduğunu, Kadı Hamamını örnek vererek ifade etmiştik. Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nden cevap alamamıştık. Hamamların içinde bulunduğu durumun vehâmetini hatırlatmayı görev biliyoruz. 

Sultan Sa’sa’a Mescid Alanı: Diyarbakır’ın ilk Müslüman Valisi Sultan Sa’sa’a’nın yıktırılan Mescidi, Medresesi ve yerinden kaldırıldığı belgelerle sabit olan Kabri hakkında Vakıflar Bölge Müdürlüğü, 2010’da ilginç ve şaşırtıcı ihalesine karşı Diyarbakırın gösterdiği tepki, ihalenin iptali ile sonuçlanmıştı. Mezkûr alan, ikinci yılın bitimine aylar kala halen bilinmezlik içindedir.
Bu konu hakkında birkaç kez makalemiz yayınlanmasına, yıkım öncesi ve sonrası fotoğrafları sunmamıza rağmen, belgelerle buranın varlığı ispatlanmasına(!) rağmen mekâna iş yeri yapılması kararı halen gündemde durmaya benzemektedir. Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne bilgi sunmamıza rağmen istenilen gerçekleşmedi. İl Kültür ve Turizm  Müdürlüğü’nde yapılan bir toplantıya katıldığımız zaman, Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün hazırlattığı rapordan haberdar olduk ve bu alanın Roma Dönemi bir yapı-kilise kalıntısı işaretleri taşıdığını, Ulu Camiî ve Hasan Paşa Hanı arasında bağlantılara sahip olduğunu, okunan rapordan anlamış bulunduk.
Bizim istediğimiz, burada yer alan yapının bir sahabînin mezarına mekân olduğunun tesciliydi, burada bir medresenin bulunduğunun kabulüydü, minaresi olan bir mescidin varlığıydı.  Ne yazık ki arkeologlardan istenen ve üç yetkilinin imzasını taşıyan raporda yapılan sondajlarda-kazılarda Roma Dönemi’ne işaret, bildiğimiz husustur. Önemli olan, fotoğraflarla yeri belli, resmî belgelerle varlığı mevcut olan sonraki geçmişidir. Elbette şehrin eski yerleşim alanlarının neresi kazılırsa kazılsın, bin-iki bin yıl öncesine ait yapıların varlığı ortaya çıkacaktır. Turgut ÖZAL Yer altı Çarşısı temel kazısında çıkan buluntular, dün gibi hafızalardadır.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü, inanç turizmi bağlamında bu mekânda yapılaşmaya izin çıkaran olmamalı, 1920’li yıllarda mevcut yapıları inşâ etmeye gücü yetmese bile burasını naşı bilinmezliğe karıştırılan Şehrin İlk Müslüman Valisi ve Fatihlerinden Sultan Sa’sa’a’ya tarihî saygının, “Sahabî” olması sebebiyle ihmal edilen hürmeti gecikilmiş olsa bile gösterme yolunda iyi niyet göstermesi gerekir. Bizim katıldığımızı belirttiğimiz toplantıda sunulan alanın cam muhafazaya alınarak, üstüne iş yeri yapılma önerisine şiddetle karşı duruş, gösterilen tepkinin gecikmemesi, ihalenin iptali ve günümüze kadar gelen sessizlik.
Yetkililer Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nde bulunan kayıtlarda vakfın varlığını araştırabilir. Biz, zaten kaynakları sunmaya hazırız. Türk Tarih Kurumu’nda çıkan kaynaklara kimsenin bir itirazı da bulunamaz. Rapora imza atan isimler de böylesi bilimsel çalışmalara -eminim-  itiraz etmez. Raportörler, kendilerinden bir kazı yapılmasının istendiğini belirterek, resmî yazıda yakın geçmişte burada olanın bitenin araştırılmasını istemediklerini de belirtmişlerdi.
Osmanlı Salnameleri’nden, İl Müftülüğü’nün İl Valiliği katkılarıyla yayınladığı “Dinî Değerlerle Diyarbakır” adlı eserde yer alan bilgilerden ve el yazması belgeden bahsetmeye gerek yok, aslında. Bu alanı görenlerden edindiğimiz bilgilere de gerek yok. Gerekli olanı Vakıflar Bölge Müdürlüğü zaten bilmektedir. Hiçbir vakıf, amacı dışında kullanılamaz ve bu böyle gelenekte var ola gelmiştir. Bizim 2010’da Dicle Üniversitesi’nde düzenlenen bir sempozyumda sunduğumuz Sultan Sa’sa’a hakkındaki tebliğimiz de kitaplaşan bildiriler arasında yer almamıştı.

Mervanî Mescidi- Camiî: Günümüzde Güzel Sanatlar Galerisi olarak kullanılan Dağ Kapı Burcu’nun üst katında yer alan ve belgelerde, kaynaklarda “Camiî” olarak yer alan, kitabesi bulunan, mihrabı yerinde mevcut Mervanî Camiî, halen atıl halde, amacına uygun olmayan çalışmalara mekân olmaktadır. Bizim başka ülkelerdeki inancımıza bağlı ibadethanelerin amaçları dışında kullanılmalarını hoş karşılamamız söz konusu iken Mervanî Camiî ve buna paralel diğer birkaç örneğin olduğunu bilmekteyiz.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü uhdesinde ise bu alanın da en azından gereken saygı çerçevesinde düzenlemesini istemek, şehir hakkında araştırmaları bulunanları rahatlatır ve şehirlice bilinmeyen bu mekânın başka amaçlarla kullanılmasının önüne set çeker.
Diyanet İşleri Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü bu konuda gerekeni yapmalıdır.
İşin özü şehir merkezinde “camiî” olarak yapılan ve kale burcu üzerinde olan mekânın turizme hizmet (!) amaçlı bir ihaleye verilmesi söz konusu olursa, gazete manşetlerini süsleyecek camiî mihrabı nasıl gizlenecek?
Dememiz o ki yüzyılın ihmali olan bu anlaşılması güç, izahı kolay olmayan yanlış uygulamadan dönülerek, bu mekânın süratle boşaltılıp, ibadete açılmasa bile geçmişe saygının işareti olarak, düzenlenip, bir tabela ile buranın geçmişte “ibadethane” olarak kullanıldığının belirtilmesidir. Halen atıl halde bulunan Buzhane’de bir mescidin de aynı kaderi paylaştığını belirtelim.

Muslihiddin-i Larî Medresesi: Ünlü Âlim Muslihiddin-i Larî’yi Dicle Üniversitesi Rektörü Merhum Prof. Dr. Selahattin YAZICIOĞLU’ndan dinlemiştim, 1990’ların başında. Beraber, kabrinin de bulunduğu alana gidip Fatiha okumuş ve bu medresenin işlevi hakkında epeyce malûmat edinmiştik. Bu yapı, onarıldı, yıkılmaktan kurtarıldı.
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bir çalışmasında da kazanım olarak yer alırken, aslî bakımdan atıl halde durması, korumasız oluşu, bir mana taşımamaktadır. İstenirse bu yapı, küçük medrese işlerliğe sahip kılınabilir.

Kurşunlu Camiî: Kurşunlu Camiî hakkında tafsilatlı bilgiye girmeye gerek görmüyoruz. Burada yer alan şahideli mezarlar, kabirler altı-üstüne getirilmişken dikkatimizi şehrin “ilk Osmanlı Valisi” olan Bıyıklı Mehmet Paşa’nın bakımsız kabri çekmektedir. Muhtemelen Tebriz Fatihi Özdemiroğlu Osman Paşa’nın Türbesi misali bir türbeye sahip kabir, sonradan örtüsünden mahrum kalmış. En azından mezarın düzenlenmesi gerekmektedir, çevresiyle birlikte. Yıllar önce bir makalemizde konuya değindik, minaresinde ürküten durumu açıkladık. Minare yeniden inşâ edilirken, mezar öylece kaldı.

Kurşunlu-Ali Paşa Şafiî Camiî: Ulu Camiî için söylenegelen hem Şafiî hem Hanefî imam arkasında namazın kılındığı ve şehirde sadece Cami-î Kebîr’e ait gösterilen bu gelenek, kim tarafından uydurulmuş ise günümüze kadar gelmişken,  muteber kaynaklara da geçen bu yanlış bilgiyi düzeltmek istiyoruz.
Bu hem Kurşunlu Şafıî Camiî hem Ali Paşa Şafiî Camiî için geçerliydi. Bu gün Kurşunlu Şafiî Camiî, bir projeye destek amaçlı düzenlenmiş ve halen Fatih Paşa Mahallesi’nde kadınlara-çocuklara mekân olarak kullanılmaktadır. İsteyen kişi, bu alanın camiî olduğunu mihraba bakarak anlamakta zorlanmaz. Fakat gözler bunu görmüyorsa, bize düşen susmak değil, araştırmacı olarak yazmaktır.
Biz, sadece bu görevimizi yapmaktayız. Ali Paşa Şafî Camiî için de aynı şeyleri söylemek, yeni bir keşif değil, bizim yıllardır bildiğimiz, çoğu kimsenin seslendirmediği bir husustur. Ali Paşa Medresesi de bilindiği gibi huzurevi olarak uzun zaman kullanılmıştı. Şimdiki konumu da belirttiğimiz vasıflardan uzak değildir. 
İl Müftülüğü ve Vakıflar Bölge Müdürlüğü arasında nasıl bir uzlaşma sağlanabilir? Elbette bu bizim işimiz değil, sadece bize düşen sorumluluğumuzu yerine getirmektir.

Mesudiye Medresesi: Bir zaman kullanılmadığı için içine girilemeyen, Cumhuriyetin ilk yıllarından yakın geçmişe kadar müze olarak kullanılan, İslam’ın Anadolu’daki ilk kâmil medresesi Mesudiye, sonradan değişik kişilere- vakıflara-derneklere kullanım için verildi.
Bir ara sağlığa dayalı ücretsiz hizmetlerin sunulduğu Medrese’de sonradan İl Özel İdaresi, Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne işi havale ederek, Akademik araştırmalar yapan bir dernek faaliyete başladı. Şarkiyat Araştırmalar Derneği, sempozyum düzenleme ağırlıklı faaliyetlerine Orta Doğu’nun en büyük kütüphanesi’ni Ali Emirî’yi eksen alıp, tarihte bir milyon kırk bin ciltten oluşan Diyarbekir-Amid Kütüphanesi’ni tekrar canlandırmak için yazma ve basılı eserlerden oluşan kütüphanesiyle ve dil kursları ile diğer etkinliklerini başlattı.
Restorasyon çalışmaları başlayınca, bu medresenin Yazma Eserler Müzesi’ne dönüştürüleceğini açıklayan Kültür ve Turizm Bakanlığı, Şarkiyat Araştırmaları Derneği’nin önünü kesmiş oldu. Daha önce ismi “Kültür Sarayı” olan devasa binada El Yazmaları Kütüphanesi Ziya Gökalp’in ismini taşımaktaydı.
Bilenler bilir ki dönemin Kültür Bakanı, birçok yazma ve matbû eseri, şehrin iklim şartlarını öne sürerek Konya’ya götürmüştü, yaptığımız araştırmada Ziya Gökalp Lisesi Kütüphanesi’nde mevcut birçok eserin de bu esnada demirbaş kayıtlarındaki bilgiye göre alındığını öğrenen biri olarak, gidenin geri dönmediğini belirtelim.
Yazma Eserlere yönelik müze düşünülüyorsa Dicle Üniversitesi’nin Kütüphane ve Kongre Merkezi ne güne duruyor?
Akademisyenlerin ihtiyacına cevap veren, Arapça-Farsça ağırlıklı el yazmalarının sergilenme ve hizmete sunuş alanı üniversite olmalıdır. Mesudiye Medresesi, şehrin tanıtımına uygun etkinliklerde kullanılmaktaydı.
Ahmed Arif Müze ve Kütüphanesi, Cahit Sıtkı Müzesi yanında başka bir müze açma, Ziya Gökalp Müzesi düşünüldüğünde mekân seçiminin şık durmadığını hatırlatalım.
Yıllardır Arapça-Farsça bilen elemanı olmayan Kütüphanede, mevcut eserleri okuyan okur sayısı ayda kaç elin parmakları ile sınırlı kaldı? 
Mesudiye Medresesi yerine üniversite seçilse, Osmanlıca, Arapça ve Farsça el yazmaları, matbû kitaplar, Eğitim, İlahiyat akademisyenlerinin ve özellikle ilgili bölüm öğrencilerinin kolaylıkla faydalanabileceği eserler olur.
İş, bu medreseyi müze yapmaksa, Ahmed Arif Müze ve Kütüphanesi dururken yapılanın tabelada kalacağı, sadece sınırlı sayıda akademisyene ve öğrenciye hizmet sunacağı, ne kadar çok ziyaretçi çekse de önemli olan yerli ve yabancı turistin mekânı görmesi değil, kitapların okunmasıdır. Zaten Şarkiyat Araştırmaları Derneği zamanında da ziyaretçi trafiği yoğundu.

Zinciriye Medresesi: Zinciriye Medresesi’nin “Kur’an Kursu” olarak değerlendirilmesini uzun zamandır yadırgamıştım. Az sayıda öğrenciye oldukça geniş gelen Zinciriye Medresesi, Şarkiyat Araştırmaları Derneği ya da aynı etkinlikleri gerçekleştirebilecek, kurumsal bir kimliğe doğru giden vakfa-derneğe beş-on yıllık değil, uzun bir süre tashih edilmelidir. Kur’an Kursu öğrencilerine de çalışmalarını sürdürecek başka bir mekân sağlanmalıdır.
Büyük olasılıkla Kültür ve Turizm Bakanlığı Mesudiye üzerideki tasarrufta bulunma hakkını elinde bulundurtacak, Vakıflar’dan bu mekânı alacaktır. Belki de gerçekleşmesini istemediğimizi açıkça belirttiğimiz, faydası bulunan, yeri isabetli olmayan Müze, Üniversitenin Kütüphane ve Kongre Merkezi’nde kurularak aslî amaçlarına hizmet eder. Düzenlediği sempozyumlarla etkinliklerle ismi geçen dernek, çalışmalarına devam eder. Zinciriye Medresesi, işi şehri tanıma, tanıtma olan Diyarbakır Yazarlar Birliği gibi bir kuruluşa hizmet amaçlı verilebilir.  Çünkü ziyarete kurs olarak kullanılırken kapalı olan bu medrese, açık olduğunda Mesudiye’den daha müreffeh biçimiyle daha çok ziyaretçi çekecektir.
Bu durum, kursa katılan öğrencilerin mağduriyetine de sebep olmamalıdır.    Şayet Kültür ve Turizm Bakanlığı, “Yazma Eserler Müzesi” kararında ısrarlı ise yaptırdığı kompleks binada bu kütüphaneye, müzeye yeri kolaylıkla bulur, bulmalıdır. 
Vaktiyle kamuoyuyla paylaştığım “Şehir Kütüphanesi” hakkında Bakanlık ile düşüncelerimizi de paylaşmamız mümkündür. İsteyen okur, yazdığımız köşenin eski tarihli yazılarında konuya ne kadar önem verdiğimizi okuyabilir.

Hazreti Süleyman Camiî: Bu yapı da restorasyonu-bakımı yapılan camiler içindedir. Bu yapının sahabîye ait olan bölümünün dıştan görülebilecek şekilde içinin aydınlatılmasını isteme hakkımızın olduğunu belirtiyoruz. Elbette bahsi geçen kabirler, tümüyle buradan görünmeyecek olsa da kişi, Fatiha okuduğu isimlerin en azından birkaç kişinin kabrini gördüğünde daha farklı duygular içinde olur. Bu isteği defalarca belirtmemize rağmen, muhatabını bulamadık. Bari bu onarım işlerinde önemli olan husus üzerinde durulsun. Madem burada kabirler vardır ve madem halk bir amaç için buraya gelmektedir, kadınlara ve erkeklere ayrı pencereler açılarak, yüzyılın bu ihmali ortadan kaldırılmalıdır. Bunun istenilen bir husus olduğu gözden kaçırılmamalıdır.      
Diyarbakır’da Vakıfların uhdesinde bulunan tarihî ve kültürel yapıların bir listesi çıkartılmalı, konuyla ilgilenenlere bu liste sunulmalı ve listede yapılar hakkında bilgi yer almalıdır. Bu hizmet, sadece il merkeziyle sınırlı tutulmamalı, ilçeleri de kapsamalıdır.
Elbette kimi yanlış bilgilendirmeler, bazen bizim kimi hatalara düşmemize sebebiyet vermektedir, yanlış bilgi üzerine kurulan yazılar fayda yerine zarar getirmekte, kurumlarla kuruluşlar töhmet altında kalmaktadır.
Vakıflar, devlette olan şeffaflaşmanın açık yansımalarını çalışmalarında sergilemelidir. Ulaşmakta zorluk çeken, araştırmacılar için oldukça önemli olan vakıflara ait fotoğraflarla belgelere ulaşmada aracılar ortadan kaldırılmalı, her bölgenin sitesinde kaynaklara, bilgilere ulaşmada zorluklar yaşanmamalıdır.
Bu yazı dizisinde bu belgelere kolaylıkla ulaşılsaydı, yazılarımızda ve diğer şehirle ilgi yazanların olası kimi yanlışlıkları söz konusu olduğunda, şehre dair ilgili okurların yanıltılma durumu ortadan kalkardı.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Diyarbakır ile ilgili araştırmalarda bulunan araştırmacılara bugüne kadar elindeki belgeleri-fotoğrafları, belki de mevzuat gereği verememiştir. Biz dahi kimi önemli belgeleri, araştırma içinde olanlara bazen sunmakta tereddüt ederken, kurumun kimi belgeleri araştırmacılara sunmasının önündeki engelleri yasal çerçevede kaldırması gerekir. Bir vakfiyeye ulaşmak için, Milli Kütüphane’ye, Beyazıt Kütüphanesi’ne, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne uğramak, istenileni temin etmek, oldukça güçtür.  Bu güçlüğün, zorlukların ortadan süratle kaldırılması elzemdir.
Diyarbakır’a dair tarihî, kültürel, edebî çalışmalarda Vakıfların yeri oldukça önemlidir. Bir araştırmacı, şehir ile ilgili ne çalışma yaparsa yapsın, kaynaklarından birinin sacayağını vakıflar oluşturur. Bu nedenle sınırlı sayıda kaynakla ortaya konan eserler, fazla bir verime sahip olma sıfatını taşımaktan oldukça uzak düşmektedir.

Sonuç: Diyarbakır’ı ikide bir kültür-sanat-edebiyat merkezi olarak ifade eden yetkililer ve siyasîler için, bu şehir hakkında çalışan araştırmacıların sesine kulak vermelerinin bir gereklilik olduğunu vurguluyoruz.
Bizim Diyarbakır Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne çağrımızda daha birçok konuya atıf yapmamız mümkündür. Gerektiğinde kimi konularda görüşlerimizi yazıya aktarmadan yüz yüze-rû be rû belirtmemiz mümkündür. Yine de bize düşen görev, bildiğimizi belirtmektir, saklamamaktır.
Belirttiklerimiz yerine getirilirse kazanan bu şehir olur. Çağrımıza ses verilemez ise eski köye yeni adet getirmekle itham ediliriz. Belki de yazdıklarımızın bir hayal ürünü olduğunu iddia edenler olabilir. Bunun da zorluğunu göğüsleyebilecek, bilgiye-kaynağa sahip olduğumuzu belirtelim.
Yarın diğer ibadethanelere, mekânlara sahip çıkıldığını ifade ettiğimizde, belirttiklerimizin de sahiplenmesinin gerekliğini tekrar dile getirsek, verilecek cevabı merak etmiyor, değiliz. O zaman, verilecek cevap ne olursa olsun, bizi tatmin etmekten uzak olacaktır.  Biz, bu gün açıklanmayan doğruların yapılan yanlışlıklardan vazgeçilerek herkesçe paylaşılması adına, Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne çağrıda bulunuyoruz.
Köşemiz, cevap hakkına açık. Gönderdiğiniz açıklamaları aynen sunacağız. Belirttiklerimiz kabul görürse, başka bir makalede durumu ifade ederiz.
Burada Ulu Camiî, Mesudiye ve Zinciriye Medresesi olmak üzere diğer yapıların restorasyon çalışmalarından haberdar olduğumuzu ifade ederken, bu görevin Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün aslî görevinin olduğunu da unutmayalım. Eğer birçok yapı restore edilip hizmete sunulmaktaysa, bu kendilerinin şehre verdikleri önemden kaynaklanmaktadır. Elbette bu teşekkür edilecek bir durumdur.

01.10.2011

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.