22 Ekim 2025
  • İstanbul15°C
  • Ankara7°C
  • İzmir17°C
  • Konya9°C
  • Sakarya14°C
  • Şanlıurfa19°C
  • Trabzon14°C
  • Gaziantep15°C

DİYARBEKİR SOHBETİ 9

M. Ali ABAKAY


Yazabilme  ve Anlatabilme Sorumluluğu Üzerine  

   

 

Hayata bakarken, iletişimin en çok kolaylaştığı dönem olan günümüzde , iletişimin kolaylaştığı oranda da anlaşmazlıkların fazlalaştığı görülür. Doğruların yanlışlıklar sebebiyle gölgeler taşıması, kişinin araştırmadan okuduklarını doğru kabullenmesi sebebiyledir.

Kabullenilen kişinin doğruları ile mevcut doğrular arasındaki çatışma sürecinde yanlışların ayakta durması sözkonusudur. Yanlışların süregenliğinden yana rahatsızlık duymayan doğrunun tarafları arasındaki iletişimdeki arızalar, zamanla doğrunun doğru olarak ortaya çıkmasını değil, başkasının doğruları üzerinde inşâ edilen doğruların “Doğru” biçiminde anlaşılmasına zemin hazırlayarak, yanlışların da doğru olarak kabullenilmesinin benimsenmesine yol açar.

Mantığına vurduğu doğrulardan kendi hevası  ve hevesi doğrultusunda benimsediklerini alan anlayış, böylelikle kendince başka isimler bulur ve kendinden  yana olmadığını saydığını kabullenmez bilerek, dar bir alanda  doğruların savunucularının sayısını artırırken, neyin doğru olduğuna karar vermeyenler arasında zıtlıklar seranomisine giirşler başlar. Herkesin kendisince doğru olan fikirleri, bir başkasınca yanlış addedilerek, fikirlerin çatışmasından doğruların ortaya çıkacağı tezi doğrulanmak istenir.

Peki doğru olan nedir? Doğru olanlar ortada iken, çağın gerekleri denilerek suyun bulandırılmasına zemin ahzırlayanlart, mevcut doğrular ortada iken neye ve kime hizmet ettiği meçhul olan yeni doğrular(!) ortaya çıkartırken, incinen kalplerin sızısını, yürek ağrısını ve gözyaşlarının artması karşısında elelrin havaya kaldırılışlarının gittikçe fazlalaştığını, yetimlerin ve öksüzlerin gittikçe arttığını, medeniyetimizin coğrafyasında insan kıyımlarının fazlalaşmasında etkilerinin olduğunu, oluk oluk akan kanda kendilerinin payının bulunduğunu, bizi biz yapan mimarî eserlerin gittikçe yitiklere karıştığını, yüzyıllardır ortaya konan hilelere ve desiselere artık kanılmamasının gerektiğini bilmezler mi?

Yazabilmek ve anlatabilmek, oldukça güçtür, bu açıdan bakarken. Ülkelerin kültürel erozyonlara uğratıldığı, gündelik yaşamın tarihle, inançla, gelenekle bağlarının gittikçe kopartıldığı, giyimde kuşamda başlatılan mukallitliğin yeme-içmede globalleştirilmesi ile başlayan başkasının egemenliğine tam ve şartsız koşulsuz teslimiyete karşı direnen, o ülkelerin aslî değerlerini bu tuzağa karşı savunmada kararlı olanları düşman olarak görme anlayışını içten körükleyerek, hedef gösteren anlayışların demokrasi getirme adı altında yüzlerce yıllık medeniyet anlayışını hedef alarak içten içe çökerttiği birliğin beraberliğin anlayışı yerine jakoben- ferdî anlayışın temel alındığı ve besbelli ki bu oyunun senaryosunu yazanların eninde-sonunda kârlı çıktığı beşerî anlayışların ikamesi esasına dayanan kalkışmalarda istenilenin inançlar arası çatışma olduğunda mutabbık kaldığımız günümüzdeki hoşnutsuzluk, acaba yeniden bir milliyetçilik dalgasını mı estirmektedir?

“Yazabilmek ve nalatabilmek, oldukça zordur” derken adı konulmamış savaşlarda muhtemelen aynı topraklardaki insnaları karşı karşıya getirenler, onların birbiriyle kapışmasında rahatlarını sağlamlaştırırken, birbirini kıyıma uğratanların güçsüzleştirilerek, egemen iken esarete düşmeleri, hangi matıkça kabul edilebilir?

Dün hizmetinde bulunanlardan memnuniyet duyanları, hangi bahar olduğu bilinmeyen esintilerle satranç taşlarını değiştirmekte huzur bulacağı savıyla harekete geçenlerin, yüzyılın meşum uygulamalarından gittikçe rahatsızlık duyanların, kendi öz değerlerine sahip çıkma yolu ile aslî özelliklerine dönüşü, yapılan hesapların bozulması sebebiyle esas işi fitneyle fesatla ayakta durma ve bu yolla yaşama olanların işini güçleştirmiştir.

Bir dönem sınırların cetvellerle çizildiği coğrafyanın artık kendisine yeterli hzimet etmediğini, globalleştirdikleri dünyada kazançlarını yetersiz görenler, gittikçe tükeneceği varsayılan yer altı ve yer üstü zenginlik kaynaklarının menbaı olan ülkelerde, kendilerine hizmetten düşmüş efendileri (!) tedip yoluna girmeleri, bilindik bir metottur. Dün getirilenleri savunmuyoruz, onların yaptığını asla onaylamıyoruz, kabul etmiyoruz. Zaten onların yaptıklarının bir başkalarının aynadaki yansıması olduğunu biliyoruz.

Aynadaki görüntüde mazlum konumda görünenlerin yanında olmamanın zulme ortak olduğu manası anlaşılmasın. Ki doğrudan yana olmanın hem işbaşına getirilmiş olanlardan taraf olmamanın hem de yapılanları tasvip etmeme olduğu anlaşılmalıdır. Mazlum olan halkın meydana gelen tepişmede ayak altında ezilmesini, hiçbir vicdan sahibi kabul etmez.

“Medya” denilen kuşatılmış insanların yönlerini çevirme merkezi ve gördüklerinin, duyduklarının dışında doğru varsa onları red etme anlayışı, global bir mabed halini almış, bu merkezden gelen herşeyin kabul edilme mecburiyeti ile bize dayattırılmak istenen haberlerin doğru olup olmadığını araştırma görevini ihmal etmemiz, aynı doğruları kabul edenleri de bize düşman kılmanın aracı haline gelmiştir.

“Size bir haber getirildiğinde, verildiğinde…” uyarısının devamını belirtmeye gerek var mı? Bize kim ne haber getirirse doğru olduğunu kabul etmemiz sebebiyle, günümüzde belirtilen doğruyu yalnızca kendilerinin kabul ettiğini savunan ve diğerlerini dışlayan birçok televizyon kanalı, radyo kanalı, gazetelerle dergiler vardır. Bir de yakın zamanda buna sanal ortam eklendi. Yazabilmek ve anlatabilmek için önce haber kaynaklarının sağlıklı olması gerekir. Sağlıklı olmayan haberler üzerine, bulundukları gazetelerde, dergilerde, televizyonlarda, radyolarda  yazanlara ve anlatanlara baktığımızda üzülmemek elde değildir.

“Siz hangi haberlere iman edersiniz?”  sorusunu sorarsak, doğruları savunan yetmiş iki fırka, bizi doğru yoldan, Sırat-ı Mustakım’den sapmakla suçlayacaktır, bundan eminiz. Peki, “Size gelen haberlerin vurulduğu mihenk nedir? “ sorusunu sorarsak, cevap, “Kur’an ve Sünnet” olacak mı?

Sağır Sultancılığı bu devirde oynamak, “Bilmedim, görmedim, duymadım”,  üç maymun tarifine sığınmak, kişiyi suçsuz bırakmaz. Onlar görmeli, duymalı, fikretmelidir. Görmüyorsa, duymuyorsa, fikretmiyorsa başkasına göre üç maymunu oynar, bize göre yeniden iman etmeyi mecburiyet haline getirir. Anlıyor musunuz?  Çünkü zerre hayra, zerre vebale işlemin olduğu bir dünyanın varlığının üzerine kurulu medeniyet anlayışımızda, bu sorumluluk, düşünen, yazan, anlatan için vaz geçilmez bir sorumluluktur. Biliyor musunuz?

-devam edecek-

21.07.2012

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.