- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
26 Ekim 2025- İstanbul18°C▼
- Ankara11°C
- İzmir19°C
- Konya17°C
- Sakarya17°C
- Şanlıurfa23°C
- Trabzon16°C
- Gaziantep18°C
DR. NAZİF ÖZTÜRK: İSTİKLÂL MARŞI’NIN YAZILDIĞI MEKÂNIN BANİSİ ŞEYH TÂCEDDİN MUSTAFA’NIN EDEBÎ ŞAHSİYETİ VE DİVANÇESİ
O maneviyat âleminin “bahr-i muhîd”i, “evrâd” ve “divân” sahibi, Celvetiliğin Tâci kolunu kuran ve yazdığı Tâcî Risalesi ile bu tasavvuf anlayışını sistemleştiren gönül ve söz üstadı, edîb ve şair, yılların unutturamadığı mümtaz bir şahsiyettir.

18 Ağustos 2021 Çarşamba 15:48
Daha önce sunulan üç ayrı tebliğ ile bugüne kadar ulaşabildiğimiz arşiv belgeleri ışığında es-Seyyid eş- Şeyh Tâceddin bin Tâceddin Mustafa el-Ankaravî’nin, yaşadığı dönemi, künyesini, banisi olduğu Tâceddin Külliyesi’ni, Tâceddin Dergâhı’nın toplum nezdin- deki manevî ağırlığını, Tâceddin-i Velî’nin genelde Ankara’ya özelde dergâhın bulunduğu Hamamönü/ Hacettepe semtine, “şerefü’l-mekân bi’l-mekîn” fehvasınca kazandırdığı manavî şerefi, bağlı bulunduğu tasavvufî ekolü gerekçeli olarak anlatmış ve eksik bilgiye dayalı ortalıkta dolaşan yanlışlıkları imkânlar ölçüsünde düzeltmeye çalışmıştım. Bugünkü konuşmamda, sınırlı kaynaklara dayalı olarak Şeyh Tâceddin Mustafa’nın edebî şahsiyetini ve elimizde bulunan “Divançe”sini orijinal metniyle birlikte tanıtmak istiyorum.
I.Şeyh Tâceddin Mustafa’nın edebî şahsiyeti
Varlığından haberdar olduğumuz risalelere henüz ulaşamamakla birlikte, elimizde bulunan Arapça “Evrâd-ı Şerif”i ve Türkçe yazdığı “Divançesi” ile Enver Behnan Şapolyo’nun iki ayrı yazıda anlattıklarına bakılırsa, Şeyh Tâceddin Mustafa bu lisanlarda eser telif edecek kadar Arapça ve Farsça bilmektedir.
Ayrıca yaşadığı dönemin teamüllerine aykırı bir şekilde, divanını sade bir Türkçe ile yazacak kadar dil hâkimiyetine sahiptir.
Tanıtım yazılarının tetkikinden “ravimizin sıka” olmadığı anlaşılmaktadır. Fakat Ankara Eşrafından Şemsizâde Ahmet Efendi’nin kendisine hediye ettiğini söylediği “Tâceddin Sultan Efendi Hazretlerinin Esrâr-ı İlâhisi” adlı risaleyi, bugünkü bilgilerimize göre ondan başka gören bir kimse bulunmamaktadır. Hatta ikinci tanıtım yazısında, elindeki risaleye ilaveten Şeyh Tâceddin’in hayatını anlatan biri Arapça, diğeri Türkçe iki menâkıbnâmenin varlığından söz etmekte ve araştırmalarına rağmen bulamadığını dile getirmektedir1. Sanırım kimden bahsettiğim anlaşılmaktadır. Bu şahıs, konumundan beklenmeyecek kadar çok eser yazan ve fakat kemiyete verdiği önem kadar keyfiyete özen göstermeyen Enver Behnan Şapolyo’dan başkası değildir. Üç yıldır yurt içi ve yurt dışında aramamıza rağmen izine rastlayamadığımız risalenin tek şahidi, şimdilik O’dur. Tespit edebildiğimiz yanlışları ayıklayarak Enver Behnan Şapolyo’nun, anılan risaleye dayanarak verdiği bilgi kırıntılarından yararlanmaktan başka çare yoktur. Biz de mecburi istikamet olarak onu yapmaya çalışacağız.
Enver Behnan Şapolyo 1958’de Ankara Belediye Dergisi’nde[1] [2] ve bu tarihten iki yıl sonra Türk Büyükleri Kitabı’nda[3] yazdığı iki tanıtım yazısında; anılan risalenin dört bölüm ve yüz küsur sayfadan ibaret olduğunu söylemektedir. Bu yazılarda anlatıldığına göre, risalenin birinci bölümü, Tâceddinoğlu Şeyh Mustafa Ankaravî’nin Arapça olarak tertip ettiği “Evrâd-ı Şerif”inden oluşmaktadır. Şapolyo, bir icazet sebebiyle Tâceddin Dergâhı şeyhlerinden Osman Vâfî tarafından yapılan tasdik yazısı ve altındaki mühre bakarak “Evrâd-ı Şerif”in anılan Şeyh Efendi tarafından kaleme alındığını zannetmektedir; fakat bu tespit doğru değildir. Nitekim kendisi de aynı paragrafın baş kısmında, “Şeyh Tâceddin bin Tâceddin es-Seyyid Şeyh Mustafa Ankaravî” nin telifâtından olan bir evrâd-ı şeriftir”[4] diyerek, hem içine düştüğü çelişkiyi, hem de yazılarındaki özensizliği ortaya koymaktadır. İkinci bölüm, Şeyh Tâceddin Sultan’ın silsilenamesidir. Şeyh Tâceddin Mustafa’nın kısa biyografisi bu bölümde bulunmaktadır. Şapolyo risalenin bu bölümünü anlatırken, bölüm başlığı olarak “Ankara’nın Tekke Ahmet Mahallesi’nde metfun silsile-i meşâyihân ve evlâd-ı azizân bulunanları beyan eder” ifadesini kullanmaktadır. Bu bölüm başlığı altında, Şeyh Tâceddin Mustafa ve diğer posta oturan şeyh efendilere ilaveten başka isimlerden de bahsederek, hepsini Taceddin Sultan’ın silsilesi olarak takdim etmektedir[5]. Halbuki biz, Evkâf-ı Hümâyûn Nezâreti Müfettişi es-Seyyid Mehmed Saadeddin’in düzenlediği 27 Rabiyulevvel 1270/1853 tarihli raporda geçen, “ünâs ve zükûr evlad bırakmadan vefat etmiştir” ifadeden Şeyh Tâceddin Mustafa’nın geride kız ve erkek çocuk bırakmadan vefat ettiğini ve kendisinden sonra Tâceddin Dergâhı’na dışarıdan Gizli Şeyh es-Seyyid Mehmed Efendi el-Bursavî’nin tayin edildiğini biliyoruz[6]. Bu bakımdan Dergâh şeyleri ile birlikte burada sayılan 43 isimden bir kısmı, şeyh efendilerin aile fertleri, bir kısmı da bu ocaktan icazet alan kimselerdir. Üçüncü bölüm, Tâceddin Sultan’ın esrâr-ı ilâhisidir. Burada Şeyh Efendi’nin ilâhî sırlarının yanında ashâb-ı güzîn ve diğer meşhur âriflerin pek çok menkıbeleri bulunmaktadır. Bu bölümde yer alan menkıbeler, müritlerin bilgi sahibi olması için Şeyh Tâceddin Mustafa tarafından Arapça’dan Türkçe’ye çevrilmiştir. Bölümün başında, bu durumu doğrular mahiyette Şeyh Efendi’nin “Arabî lisanından bir nüshasını fukarâ-i azizânın vâkıf olması için bu fakîr Türkçe’ye çevirdi;tâki umum üzere bileler”[7] notu yer almaktadır.
Birinci tanıtım yazısında “dördüncü bölüm”[8],daha sonraki yazısında “ikinci kısım”[9] olarak belirttiği son kesimin bölüm başlığı “İlâhiyât-ı Tâcizâde” dir. Bu kısım 85 sahife tutmakta ve yüzlerce manzum ilâhiyi ihtiva etmektedir[10] [11]. Bu bölümün içi çok değerli şiirlerle doludur. Bu şiirler okunduğu zaman Tâceddinoğlu Şeyh Mustafa’nın büyük bir şair olduğu meydana çıkmaktadır. Bu eser bir Tâcî Divanı’dır. Edebiyat tarihimizi zenginleştirecek bir mahiyet taşımaktadır11.
İstinsah edenin müellifle karıştırılmasına kadar uzanan bir dizi yanlışlıkları[12] bir tarafa bırakarak ifade etmek gerekirse; es-Seyyid eş-Şeyh Tâceddin bin Tâceddin Mustafa’nın, Arapça olarak tertip ettiği “Evrâd-ı Şerif”ine, âriflerin menkıbelerinin anlatıldığı bölümü Arapça’dan tercüme edip, diğer bölümleri telif ederek yazdığı “Risale”ye ve yüzlerce şiirden oluşan “Türkçe Divanı”na bakarak, iyi bir eğitim gördüğünü, zahirî ve bâtınî ilimleri tahsil ettiğini, manevî tasarrufa sahip, Ankaralıların gönlünde sultan, ‘urefa ve ‘ümaranın nezdinde velî, maneviyat ehli, söz ve nazım üstadı ulu bir kişi olduğunu söylemek mümkündür.
II.Şeyh Tâceddin Mustafa’nın Divançesi
Divançe’nin başlığında, “Divân-ı Tâceddîn-i Velî kuddise sırruhu’l-celî, der-defîn-i hâk-ı ‘ıtrnâk-ı Ankara”[13] ibaresi yazılıdır. Bu başlığa karşılık Divançe’de yer alan on üç şiirin makta’ beytinde “Tâceddinoğlu”ismi kullanılmaktadır. Tâceddin-i Velî’nin başka, Şeyh Tâceddin Mustafa’nın baba-oğul/ayrı şahsiyetler olduğunu zanneden kimileri, başlıkla makta’ beyitlerinde geçen ifadeleri bir çelişki gibi görmüşlerdir[14]. Oysa “Tâceddin-i Velî” ile “Tâceddinoğlu Şeyh Mustafa”nın aynı şahıs olduğu bilindiği takdirde hiçbir çelişkinin olmadığı görülecektir.
Tâceddin-i Velî’nin Divanı’nın yer aldığı Risele elimizde olmadığı için yazma 85 sayfadan oluşan bu bölümde kaç şiirin bulunduğunu bilemiyoruz. Buna karşılık tanıtım yazılarında verilen örneklerden Divan’da yer alan şiirlerden oluştuğu anlaşılan on üç şiirin yer aldığı ansiklopedik boyda dört sayfadan meydana gelen ve bizim “Divançe”olarak adlandırdığımız bir şiir demetine sahibiz.
Şimdi orijinal metniyle birlikte sözünü ettiğimiz “Divançe”de yer alan ilahî formunda ölçülü ve kafiyeli olarak yazılan bu şiirleri birlikte okuyalım[15]. Şiirlerin tetkikinden anlaşılacağı üzere, XVI-XVII. yüz yıllarda herkesin Arapça ve Farsça yazmaya özen gösterdiği bir ortamda Şeyh Tâceddin Mustafa, dönemine göre sade bir Türkçe ile yazmayı tercih etmiştir[16].
Divân-I Tâceddîn-i Velî
(Kuddise sırruhu’l-celî der-defîni hâk-i ‘ıtır-nâk-ı Ankara)
Ey cümleye ma’bûd olan, derdime dermân sendedir.
Âşıklara matlûb olan, derdime dermân sendedir.
Aşkdır begim ana giden, aşkdır murâda irgören;
Olmuş gönüllerdir gören, derdime dermân sendedir.
Aşkdır tenimde cân olan, mest-i elest[17] insân olan;
Âşıklara îmân olan, derdime dermân sendedir.
Sensin Kerîm Sensin Rahîm, âşıklara aşkın na’îm;
Vaslın cinân hicrin cahîm, derdime dermân sendedir.
Tâceddînoğlu çâresi, çoktan bezm-i avâresi;
Lutfin senin çün çâresi, derdime dermân sendedir.
Geldik kapuna yâ şekûr, irham lenâ yâ Rabbenâ.
Sensin kerîm sensin gafûr, irham lenâ yâ Rabbenâ.
İşim benim sehv-i hatâ, cenâbına düşen ‘atâ;
İrciî’[18]den gelen nidâ, irham lenâ yâ Rabbenâ.
Çün ismindir Senin rahmân, kamûya sen ettin ihsân;
Meded eyle Senden dermân, irham lenâ yâ Rabbenâ.
Başım kodum bu meydâna, muntazırım ben ihsâna;
Garîkım gerçi ‘ısyâna, irham lenâ yâ Rabbenâ.
Günâhım oldu gâyetsiz, senin lütfün nihâyetsiz;
Nice bulam hidayetsiz, irham lenâ yâ Rabbenâ.
Tâceddînoğlu dir kaldım, günâhım anladım bildim;
Yüzüm kara sana geldim, irham lenâ yâ Rabbenâ.
Yâ hafiyye’l-eltâf menbau’l-‘atâ
Huve’l-evvel huve’l-âhir[19] yâ Mevlâ
Geçti ömrüm cümle işlerim hatâ
Huve’l-evvel huve’l-âhir yâ Mevlâ
Tehîdir elimiz yüzümüz kara
Düşeli derdine oldum avâre
Visâlin nûrudur bu derde çâre
Huve’l-evvel huve’l-âhir yâ Mevlâ
Visâlin meyinden içenler kandı
Bu fenâ mülkünden gönül usandı
Gayri kapim yokdur varayım efendi
Huve’l-evvel huve’l-âhir yâ Mevlâ
Mağlûb-i hevâyım kaldım sekrinde
Geçir ‘avâyıktan koma mekrinde
Zâkirin olayım kalbim fikrinde
Huve’l-evvel huve’l-âhir yâ Mevlâ
Tâceddinoğlu der ey Ulu Settâr
Ten senin cân senin elimde ne var
Gerçi kim ‘âsıyım maksûdum dîdâr
Huve’l-evvel huve’l-âhir yâ Mevlâ
Sâlike olmaz tecellî bulmasa kalb-i safâ
Zira kim “en leyse li’l-insâni illâ mâ sa’â”[20]
Bahâne gerek fazlına yani esbâbladır
Her amel bahânesiz olmaz “ve’llezine câhedû fînâ”[21]
Denilmez ücret ile ol ‘amel “li-vechillâh”[22]
Çıkar iki cihânı kalbinden cennet dahî sivâ
Tâceddinoğlu gerek ‘amel zâtına bi’z-zât
Kat’ola ücret kesbiyle ‘amel kizbdir da’vâ
Kerem eyle ilâhî kıl ‘inâyet
İre kalbume muhabbet câna gayret
Bahar irub muhabbet öte bülbül
İrişe şemm âçıla verd-i cennet
Maâşımı idüb tebdil-i maâda
Ki her şeyde görüne ‘ilm-i ‘ibret
İçûb aşkın şarâbın mest olam ben
Yolunda ölmek ola câna minnet
Ki feth it “küntü kenzin” sırrını sen
Açıla “men araf” sırrına kurbet
Ki “semme vechi”nin lutfuna îrgör ‘Ayân ola her eşyâda hakikat
Beni öldür ölem ölmezden evvel
Ecel ardında oldu çünki devlet
Budur Tâceddinoğlunun niyâzi Fenâ bulub aradan gide kesret
Hudâyâ it hidâyet eyle tâlib
Beni nefsin elinden Sen emîn it
Değil mi rahmetin kahrına gâlib Beni nefsin elinden Sen emîn it
Efendiye münâsib lutf u şefkat Kula düşen recâ Mevlâ’ya minnet
İki âlem Senin taht-ı hükûmet
Beni nefsin elinden Sen emîn it
Elindedir Senin bozmak düzetmek
Sana lâyık yine görmek gözetmek
Değil mi ululuk çûn cürmü örtmek Beni nefsin elinden Sen emîn it
Kamuya sen velîsin var velâyet
Velilere niçûn olmaz himâyet
İdûb ahvâlimi hıfz-ı hırâset
Beni nefsin elinden Sen emîn it
Kamû ahvâlimi ittim havâle
Ki Sensin irgören cümle kemâle
Sığınırum celâlinden cemâle
Beni nefsin elinden Sen emîn it
Tâceddinoğlu oldu hevâya yâr
Sivâyı eyledi nefsim benim kâr
Yine Senden olur derdime timâr
Beni nefsin elinden Sen emîn it
Âşık visale iremez ma’şûk rıza vermeyince
Maksûda nâil olamaz hâne tenhâ kalmayınca
Noksan görmez âşık yârde ayıb görmez o bir şeyde Eğlenmez âşık bir yerde murâdına irmeyince
Âşık sa’y ider vuslata aldanmaz âşık faslına İrişmez kimse ehline hıkdan uzak olmayınca
Âsân değil aşk yolları, mest-i ezel bülbülleri Eğlenmez aşkın dilleri, tercümânı olmayınca
Tâceddinoğludur kande aslı ve fer’i bende Bu sûret ‘âriyet Sende bulub görmeyince
Ki Sensin Hâlıkım halk eyleyen Sen Senindir merhamet şefkat Allahım
Kime ağlayam kime boynum eğem ben Senindir merhamet şefkat Allahım
‘Ademden çun getürdin velimiz
Diyâr-ı gurbete düştük garîbiz
Sana lâyik nemiz var boş elimiz
Senindir merhamet şefkat Allahım
Senin bahşın efendim hâk-i sûret ‘Azîm lutfun değil mi nefh-i kudret
Visâlin âşıka çün oldu cennet
Senindir merhamet şefkat Allahım
Hidâyet it her iş ola musâdif
Açıla genc ola nush-u ma’ârif
İrub vahdet olam sırrına ârif
Senindir merhamet şefkat Allahım
İder Tâceddinoğlu gerçi kim hamd
Nice olur Sana lâyik ol şükr ü hamd
Kapundan padişahım eyleme red
Senindir merhamet şefkat Allahım
Kaldık kamu âvâreler Senden ‘inâyet Pâdişah
Yâ neylesun bî-çâreler Senden ‘inâyet Pâdişah
Mü’min değil râhat eri fâni değil râhat yeri
Sâlik nice bulsun Seni Senden ‘inâyet Pâdişah
Girdim yola girdim yola virdim vârım işbu yola
Kime soram hâlim nola Senden ‘inâyet Pâdişah
Eğer sâlih eğer âsî kamu vaslın avâresi
Lutfun Senin çûn çâresi Senden ‘inâyet Pâdişah
Oldu gafûr ismin Senin, rahmet Senin mahlûk Senin
Âlem Senin yâ ben kimin Senden ‘inâyet Pâdişah
Kime açam ben hâlimi, kim dinlesun feryâdımı Lutfeyle Sen al elimi Senden ‘inâyet Pâdişah
Tâceddinoğlu gidelum bir ehle hizmet idelum Kudret Senin ne diyelum Senden ‘inâyet Pâdişah
Kulun mülkü yoktur Senin hükmünde
Efendim herhalde mu’înim Sensin
Zâhirim bâtınım Senin elinde
Efendim herhalde mu’înim Sensin
Her ne itsen iden elinde Senin
Fâil-i mutlaksın iruşur elin
Sana gâyet hâzır ne itsem bilin Efendim herhalde mu’înim Sensin
Kula düşen kendi günâhın bilmek Efendiye lâyik suçundan geçmek
Hiç ola mı Senin kapundan gitmek Efendim herhalde mu’înim Sensin
Bir ‘abd-i ‘âcizim ne itsem gerek Cenâbına lâyik ne tutsam gerek Hazretine Senin iletsem gerek Efendim herhalde mu’înim Sensin
Tâceddinoğlu dir her şeyde ‘alîm Affeyle günahım bir ismin halîm Gayri kimdir rahîm ya var mı kerîm Efendim herhalde mu’înim Sensin
İki âlem Senin gayrı kimindir Kapundan gitmezem neylersen eyle
İbtidâ ve intihâ cümle Senindir
Kapundan gitmezem neylersen eyle
Velî te’dibe lâyıktır günâhım
Kapundan gitmezem neylersen eyle
Kulun ma’lûm efendisine hâli
Kapundan gitmezem neylersen eyle
Yüzü kara tehî dest bir kulundur Kapundan gitmezem neylersen eyle
Fenâ bula ne ten kala ne cânı
Kapundan gitmezem neylersen eyle
Ne tâ’atım var ne efgân u âhîm
Senin lutfuna mağrurum Padişahım
Emanet eyledin cümle cihanı
Te’addî olucak olur rahmani
Elimden ne gelür kudret Senindir
Senin mahlûk hüküm gayri kimindir
İder Tâceddinoğlu bu ricâyı
Kabûl eyle ki kurbân ola cânı
Nâm-ı nişân gitmeden âşık nice bulsun Seni ‘Ârı nâmusu atmadan âşık nice bulsun Seni Terk etmeyen cân-ı cihân, bulmaz Seni görmez ‘ayân Ey bî-zaman ey bî-mekân âşık nice bulsun Seni
Yol bulmaya komaz hevâ, mâni’ olur hubb u sivâ İtmez isen derde devâ âşık nice bulsun Seni A’ma nice bulur Seni deryâ ola çeşmi kâni Meğer çeke lutfun anı âşık nice bulsun Seni
Hiç var mıdır ki istemez bülbül kamu yol bulamaz
Kendiliğinden varamaz âşık nice bulsun Seni Tâceddinoğlu konulmasa câm-ı elest sunulmasa Senden bana dönülmese, âşık nice bulur Seni
Bizim şu ana kadar elde edip tetkik imkânı bulamadığımız, Tâcî Risalesi’nin “İlâhiyât-ı Tâcizâde” başlığı altındaki yaklaşık 85 sayfadan oluşan dördüncü bölümden; Enver Behnan Şapolyo, Divançe’de yer alan “âşık visale eremez..." ve “derdime dermân sendedir” nakaratlı ilahilerin bir bölümünü aktardıktan sonra, burada bulunmayan bazı örnekler de vermektedir. Bu durum, elimizdeki Divançe’nin Tâceddinzâde Şeyh Mustafa’ya ait olduğunu ve bütün şiirlerini kapsamadığını, söz konusu bölümden bazı ilahiler alınarak tertip edildiğini açıkça göstermektedir.
Şu ana kadar ulaşabildiklerimizi bir araya toplama adına, aynı formda yazılan ve Divançe’de yer almayan bu örnekleri de okuyucu ile yeniden buluşturmakta yarar görüyorum.
Bir acâyib derde düştüm, anda yokdur intihâ Nice olsun işbu derde intihâ yok ibtidâ
Bu devâ-yı derd-i aşk, âşıkları ihya eder
Âşıka insaf değildir, istemek derde devâ Tâceddinoğlu bu derdi kime derim kim anlasın Âşıkın yolu takarrub mane-i ref’idir yâ İlâhi[23]
Gönül nice feryâdınca ağlarsun Ol yolu bilenlerden sormakdır
Nice efgân ider nice inlersun
Bu yolun yolcusu haber almakdır
Böyledir tâ ezel bu yolun hâli Kimisi usludur kimisi deli[24]
Dünya fânîdir, sen dahî fânî?
Âkil olan dünya sana aldanır mı Benim mülküm deyu bilenler kani
Âkil olan dünya sana aldanır mı[25]
Tenin bâkî değil canın emanet Pâk ile sevdadan itme hiyanet
Mukarrerdir hesab olur kıyamet Âkil olan dünya sana aldanır mı
Gelub kimse bunda karar itmedi
Fenâ metâ’ından alub gitmedi
Çün bildi seğirtti işi bitmedi
Âkil olan dünya sana aldanır mı[26]
*
Gönül âşık isen gerçek Mevlâya
Sen sana gel, ey dil sen seni eyle
Âşıkların vuslat olur sevdası
Sen sana gel ey dil sen seni eyle[27]
*
Terkedüb âşık ol fenâfillâh
Cümlesi kani baki bir Allah
Efdal ibadet oldu zikrullah
Elhamdulillah, elhamdulillah
Zikirsiz olmaz muhabbetullah
Cezbedir âşık min-tarafillah[28]
Abdulkerim Erdoğan Unutulan Şehir Ankara[29] adlı eserine, Fehmi Kuyumcu’nun Evliyanın Dilinden[30] adlı kitabından aldığını ve Şeyh Mustafa Tâceddin’e ait olduğunu söylediği, üzerinde vahdet-i vücut bulutları dolaşan bir şiirden bahsetmekte ve bu şiire eserinde yer vermektedir. Fehmi Kuyumcu’nun kaynak göstermeden kitabına aldığı ve bizim şu ana kadar ulaşabildiğimiz şiirlerin sahip olduğu üslup ve muhtevaya uymayan bir tarzda yazılan bu şiirin Tâceddinoğlu’na ait olup olmadığını kesin bir dille söylemek mümkün değildir.
Şeyh Tâceddin Mustafa’ya ait olduğu kesin olan elimizdeki ilahi formundaki şiirlerde tevazu ve mahviyet hâkimdir. Şeksiz ve şüphesiz inanmış bir insanın teslimiyeti, yakarışı ve fakrı buram buram tütmektedir. Şeyh Mustafa Efendi ilahilerin sonunda “Tâceddinoğlu” ismini kullandığı halde bu şiirde sadece “Tâceddin” mahlası kullanılmıştır. Bu ayrıntıların şiir tahlilleriyle birlikte değerlendirildiğinde, bu şiirin Tâceddin Külliyesi’ni yaptırıp vakfeden ve Tâceddin Dergâhı’nın ilk şeyhi,Tâceddin bin Tâceddin eş-Şeyh Mustafa Efendi’ye ait olmadığını söylemek sanırım yanlış olmayacaktır. Olsa olsa bu şiir, isim benzerliğinin ötesinde külliyenin banisi ve Tâceddin Dergâhı’nın ilk şeyhi ile her hangi bir irsiyet bağı bulunmayan, görüştüğümüz torunlarının şiir yazdığını söylediği Şeyh Mehmed Galib’in oğlu ve Dergâh’ın son postnişini Mustafa Tâceddin’e ait olmalıdır. Şairi tartışmalı olan bu şiirin metni şöyledir:
Ey tâlib-i Ka’be olan
Hak bendedir Ka’be benim
Gelsin Hacc-ı ekber kılan
Hak bendedir Ka’be benim
Kim ki kapımda kul olur Eşiğimde Ka’be olur Münkir olan mahrum kalır Hak bendedir Ka’be benim
Kim ki ziyaretim eder Ma’sum pâk olur gider Hak emrin daim tutar
Hak bendedir Ka’be benim
İnsaf idub ol ehl-i Hak
İnkârı ko gel bende Hak Hak bendedir gitme uzak
Hak bendedir Ka’be benim
Tâceddin oldu müttaki Zâhidin bu söz hakkı
Münkir kabul etmez Hakkı Hak bendedir Ka’be benim[31]
Sonuç
Selamlık binasında Mehmet Âkif ve arkadaşlarının misafir edildiği ve içerisinde İstiklâl Marşı’nın yazıldığı Tâceddin Dergâhı’nın banisi olan Şeyh Tâceddin Mustafa’nın telif şiirleri, Arapça yazılmış evrâd-ı şerifi ve menkıbelerin yer aldığı üçüncü bölümü Arapça’dan tercüme, diğer kısımları doğrudan kendisi tarafından yazılmış bir risalesinin bulunduğu bilinmektedir.
Şu ana kadar tetkik imkânı bulduğumuz arşiv dokümanlarına dayalı olarak yaptığımız analizlerden; Şeyh Tâceddin Mustafa’nın zâhirî ve bâtinî/şer’î ve manevî ilimleri tahsil ettiği, Türkçe’nin yanında Arapça ve Farsça’yı bu dillerde eser telif edip tercüme yapacak kadar iyi derecede bildiği anlaşılmaktadır.
O maneviyat âleminin “bahr-i muhîd”i, “evrâd” ve “divân” sahibi, Celvetiliğin Tâci kolunu kuran ve yazdığı Tâcî Risalesi ile bu tasavvuf anlayışını sistemleştiren gönül ve söz üstadı, edîb ve şair, yılların unutturamadığı mümtaz bir şahsiyettir.
[1] Şapolyo, E. Behnan, “Şeyh Tâceddin”, Türk Büyükleri, Ankara 1960, s.213.
[2] Şapolyo, E.Behnan, “Şeyh Tâceddin Sultan”, Ankara Belediye Dergisi, Ankara, Temmuz,Ağustos,Eylül, Ankara 1958, S.19, s.23-24.
[3] Şapolyo, E. Behnan, Age,1960, s.212-218.
[4] Şapolyo, E. Behnan, Age, 1960, s.213.
[5] Şapolyo, E.Behnan, Age, 1960, s.213.
[6] BOA/Cevdet-Evkâf 1270:10201.
[7] Şapolyo, E. Behnan, Age, 1960, s.215.
[8] Şapolyo, E. Behnan, Agm,1958, s.24.
[9] Şapolyo, E. Behnan, Age,1960, s. 215.
[10] Şapolyo, E. Behnan, Age,1960, s. 216.
[11] Şapolyo, E. Behnan, Age. 1958,s. 24.
[12] Enver Behnan Şapolyo birinci tanıtım yazısında Muharrem 1147/ 1735 tarihini taşıyan “Tâceddin Sultan Efendi Hazretleri’nin Esrâr-ı İlâhisi” adlı Risale’yi kaleme alanın “Şeyh Derviş Muslu Ankaravî” olduğunu (Agm, 1958, s. 23); ikinci tanıtım yazısında ise “Hâdimü’l-Fukarâ Şeyh Derviş Muslî Mevlevî” olduğunu (Age, 1960, s.216) söylemektedir. Biri yer diğeri mensubiyet ifadeleriyle yazılmış olmakla birlikte kasdedilen aynı kişidir. Bu şahıs, Şeyh Tâceddin Mustafa’nın 1075/1664’de Aslanağa ibni Mus- lu tarafından kurulan vakfın şahidi olduğu (VGMA,1075: Def. 592, s.166,Sıra 137) ve aralarında gönül bağı bulunan Muslu (ya da Muslî)ailesine mensuptur. Risalenin yazarı değil kâtibi/ yani istinsah edeni, çoğaltanıdır.
[13] Ankara sahaflarından Kâmil Şahin’in Özel Koleksiyonu. Divançe’nin bir kopyasını bize lütfettiği için Kamil Şahin Hoca’ya teşekkür ediyorum.
[14] Enver Behnan Şapolyo bu konudaki çelişkilerinin şu şekilde satırlara dökmektedir: “Bu şiirlerden anlaşıldığına göre, Şeyh Tâceddin gibi oğlu Mustafa’da büyük bir zattır. Ankaralıları yıllardan beri kendine bağlayan bu ince ruhlu tarikat pîri ve oğlu, aynı zamanda büyük şairlerdir...İşte hayatını yazdığımız Şeyh Tâceddin ve oğlu Şeyh Mustafa da tasavvufta olduğu kadar edebiyat tarihimizde de önemli yer almaya değer şahsiyetlerdir”(Age, 1960, s.218). “İstiklâl Marşı’nın Yazıldığı Mekân Olarak Ankara’da Bir Celvetî Dergâhı ve Tâceddin Sultan” başlıklı tebliğinde Mustafa Aşkar Hocamız ise aynı konuda şunları yazmaktadır: “Burada zikredilen şiirler,elimizdeki yazma nüshanın başlığına bakıldığında ilk bakışta Tâceddin Velî’ye ait gibi görünmektedir. Ancak şiirin makta’ kısmında şairin adının “Tâceddinoğlu”olarak yazılmış olması bu tespiti şüphelendirmektedir. Şairlerin hayatlarını ele alan tezkirelerde “Tâceddinoğlu” adında bir şairin biyografisine dair bir bilgiye rastlanmamaktadır(Mehmet Âkif, Türkiye’de Modernleşme ve Gençlik, Ankara 2007,s. 118-137).
[15] Divançe’de yer alan şiirlerin transkripsiyonları Prof. Dr. Mustafa Aşkar Hocamız tarafından Birinci Mehmet Âkif Sempozyumu’nda sunduğu tebliğ ekinde yayınlanmıştır (Aşkar, Mustafa, Agm.s.118-137). Ancak bu yayında çok fazla tapaj hataları ve mısra kaymaları bulunmaktadır.
[16] Döneminden beklenmeyecek kadar sade bir Türkçe ile yazması Şeyh Tâceddin Mustafa’nın, kökleri Orta Asya’ya dayanan ve merkez Niksar olmak üzere Bafra, Ordu, Niksar yörelerini içine alan Karadeniz sahillerinde kurulan Tâceddinoğulları Beyliği’ne mensup olabileceğini düşündürmektedir. Çünkü bu beyliğin dili Türkçe, mezhebi Sünnî-Hanefî idi. Anadolu coğrafyasının bu kesiminde 1308-1425 yıllarında bazen bağımsız, bazen tâbi durumda 117 yıl hüküm sürdükten sonra Osmanlı ülkesine katılmıştır (Öztuna, Yılmaz, Devletler ve Hânedanlar, Türkiye (1074-1990), Ankara 1996,, B. 2, C.II, s.86-87). Tâceddinoğlu Hüseyin Bey’in timarı olan mülk viran mezrasının 6 Zilkade 991/1583 tarihinde 150 mûd galleyle iltizama verildiğine ilişkin bir kaydın 1 Numaralı Ankara Şer’iye Sicili’nde yer alması (Anka-
ra 1 Numaralı Şer’iye Sicili, Yayına hazırlayan Halid Ongan, Ankara, TTK Yayını, s. 84), Şeyh Tâceddin Mustafa’nın yaşadığı yıllara tekaddüm eden dönemde Tâceddinoğullarına mensup bazı ailelerin Ankara’da yaşadığını göstermektedir.
[17] Şair,yaratılanların Yaratan ile “elest” meclisinde buluşup ahitleşmelerinin anlatıldığı Kur’an ayetine telmihte bulunulmakta ve o andan itibaren ilâhi aşkın cezbesine tutulan insanların durumuna dikkatlerimizi çekmektedir."Rabbin...onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki:Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da),Evet (buna) şâhit olduk, dediler” (KK, VII/172).
[18] Burada da Rabbin’den davet alanların davete icabet edişlerine gönderme yapılmaktadır: “Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön, (Seçkin) kulların arasına katıl ve cennetime gir”(KK, LXXXIX/27,28,29,30).
[19] Allah’ın zâtına ve kudretine dikkat çekerek, kulun aczini ortaya koymaktadır. Bu kulun Yaratıcısına yakarışının zirvesidir. Allah ilktir, her şeyden öncedir, başlangıcı yoktur, varlıkları O yaratmıştır. Sondur, varlıkların yok oluşundan sonra da O bâkidir. Zâhirdir, varlığı birçok delille gün gibi açıktır. Bâtındır, zâtının hakikati duyular ve akıllarla idrak edilemez. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de şu ifadelerle anlatılmaktadır: “O ilktir, sondur, zâhirdir, bâtındır. O, her şeyi bilir” (KK, LVII/3).
[20] “Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur”a (KK, LIX/39). Hiç şüphesiz, maddî- manevî emeğin kutsallığına işaret eden bu ayet-i celileye telmih yapılarak, ihtiyaç içinde ve hulûs-i kalp ile yakarışta bulunmanın ve talepkâr olmanın önemine vurgu yapılmaktadır.
[21] Bu dünyada hiç bir şeyin sebepsiz ve boşuna olmadığı, cihat ayetinden bir alıntı yapılarak anlatılmaktadır. Şair güçlülerin güçlüsünden alıntı yaparak kendi şiirine güç katmaktadır. Şiirde alıntı yapılan ayetin meali şöyledir: “Ama bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz. Hiç şüphe yok ki Allah iyi davrananlarla beraberdir”(KK, XXIX/69).
[22] Kur’ân-ı Kerim’de değişik türevleriyle sıkça geçen “Li-vechillah” kavramı ile Allah’ın rızası, hoşnutluğu anlatılmaktadır. Çünkü insanın mutlu veya mutsuzluğu yüzünden belli olmaktadır. Bir başka ifade ile insanın duygu ve düşüncesi yüzüne yansımaktadır. Nitekim “Gâşiye” suresinde bu durum şöyle anlatılmaktadır: “O gün bir takım yüzler de vardır ki, mutludurlar; (dünyadaki) çabalarından hoşnut olmuşlardır, yüce bir cennettedirler. Orada boş bir söz işitmezler” (KK,LXXXVIII/8,9,10,11).
[23] Şapolyo, E. Behnan, Age,1960, s.216.
[24] Şapolyo, E. Behnan, Agm, 1958, s.24.
[25] Şapolyo, E. Behnan, Age, 1960, s.218.
[26] Şapolyo, E. Behnan, Agm, 1958, s. 24.
[27] Şapolyo, E. Behnan, Age, 1960, s. 217-218.
[28] Şapolyo, E. Behnan, Age, 1960, s. 218.
[29] Erdoğan, Abdulkerim, Unutulan Şehir Ankara, Ankara 2004, s. 376-377.
[30] Kuyumcu, Fehmi, Evliyanın Dilinden, Ankara 1978, s. 273.
[31] Kuyumcu, Fehmi, Age, s. 273’den naklen Erdoğan Abdulkerim, Age, s. 376-377.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.