09 Kasım 2025
  • İstanbul15°C
  • Ankara8°C
  • İzmir16°C
  • Konya9°C
  • Sakarya14°C
  • Şanlıurfa17°C
  • Trabzon17°C
  • Gaziantep11°C

FATMA BARBAROSOĞLU'NDAN: SÜHEYLA'NIN HİKAYESİNDEN "MUTLU GÜNAHKAR ÖZNE"YE...

Hatırlayacaksınız Çarşamba günü sahi Süheyla ne yapıyor diye sormuştum. Süheyla aramızda yaşamaya devam ediyor mu? Bu sorunun cevabını artık daha hür bir şekilde arayabileceğim.

Fatma Barbarosoğlu'ndan: Süheyla'nın hikayesinden "mutlu günahkar özne"ye...

Günümüzün genç kızları bir tokadan vazgeçerken bir dünyadan vazgeçen; bütün elbiselerini dağıtıp; birini evde birini dışarıda giymek üzere kendisine sadece iki elbise bırakan Süheyla karakterini ne kadar inandırıcı bulur?

İnandırıcı bulmak için içimizde yaşayan "Süheyla"ları fark etmemiz gerekiyor önce.

Fark ediyor muyuz?

Sorunumuz tam da buradan derlenip toplanıp kartopu gibi büyümeye devam ediyor ya.

Psikolojide "algıda seçicilik" diye bir kavram vardır. Bizde bunun karşılığı biraz da dervişin fikri neyse zikri odur şeklinde ifade bulmuştur. Yani fikrinizde olmayan şeyi gözünüz görmüyor.

1960'lardan 1980'lere kadar Türkiye'nin gençleri "daha iyi bir dünya mümkün" inancı ile "kavga" verdi.

Daha iyi bir dünyanın mümkün olması için mal biriktirmeyecektik. Para biriktirmeyecektik. Her canlı rızkı ile doğar. Rızık ile risk arasında ters orantı olduğunu biliyor, rızkımızı yitirmemek için hiç risk almamak gerektiğini düşünüyorduk. Efendimiz iki günü birbirine denk olan bizden değil buyuruyordu. Denkliği ilim olarak irfan olarak anlıyor, âlimlerin meclisine devam edebilenlere gıpta ediyor, ilim yolunda yolcu olanların hikâyesinden kendimize ayak izi çıkarıyorduk.

24 Ocak kararları risk almadan hayatta kalınamayacağını bir felsefe olarak henüz müminlerin kalbine mayalamamıştı.

Biz Süheyla'ya rastladığımızda zaten çoktan Süheyla idik.

Kulağımız "gaipten gelen" sese ayarlı dinliyorduk. Kalbimize değen bir cümle sadece bir cümle ile ailelerimizin şaşkın bakışları altında "Müslüman" oluyorduk.

Y. mesela. Menkıbesini henüz Yoksulluk İçimizde'yi okumadan yaşamıştı. Giyim-kuşamdan, moda-tasarımdan anlayan, anlamakla kalmayıp bu işin "ilmini almış" ablalarının şaşkın bakışları altında bir gün başını örtüverdi. Her gün hayatına bir şey daha katıyor, sınırlarını "takva" üzerinden çiziyordu.

Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesini kazandı 1979 yılında Y. Bir kaç ay okula devam etti. Notlarında bir sıkıntı yoktu. Lakin öğrendikleri ile her gününün bir birine denk gittiğini düşünüyor, yapması gerekenleri yapamadığı için ebedi yolculuğa bomboş gitmenin huzursuzluğunu duyuyordu.

Bir gün bir sohbete katıldı. Tıpkı Süheyla gibi. Diş hekimi, çarşaflı bir hanım üniversite eğitiminin beyhudeliğini anlatıyordu. O laçka ortam içinde insanın mümin kalamayacağını anlatıyordu. Sohbeti ağlayarak dinledi Y. Oracıkta kararını verdi. Bir daha eczacılık fakültesine devam etmeyecekti. Etmedi.

Ailesi kararını onaylamadı. Lakin baskı da yapmadılar. Sadece annesi "Kızım" dedi. "O hanım diş hekimi değil de ev hanımı olsaydı söyledikleri seni bu kadar etkiler miydi?"

Y. bir yıl sonra üniversite imtihanına tekrar girdi. Ne mi okudu? Bunu söylersem hikâyesini fazlasıyla faş etmiş olurum.

Soruyu tekrarlayalım. Süheyla ne yapıyor? Süheyla'lar "günahsız bir beldeye hicret etme"nin, kalbine dönmek ile mümkün olduğunu biliyor ve kalbine dönüyor. Sayıları fazla değil. Onları görmüyoruz. Hikâyelerini idrak etmiyoruz. Çünkü kulağımız "hidayet" hikâyelerine, menkıbelere değil, "zenginlik" hikâyelerine, zenginliğin lüks tüketim macerasına ayarlı.

Seçici algı, medyanın güdümünde; "mutlu-mutsuz günahkâr özne"nin hikâyesinde takılı kalmış durumda.

04.05.2012 Yeni Şafak

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.