- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
09 Kasım 2025- İstanbul19°C▼
- Ankara15°C
- İzmir18°C
- Konya12°C
- Sakarya18°C
- Şanlıurfa20°C
- Trabzon15°C
- Gaziantep20°C
FATMA BARBAROSOĞLU'NDAN: TÜRK TİPİ LAİKLİĞE KÖY ÖLÇEĞİNDEN BAKMAK
9 Eylül tarihli gazetelerde (bkz. Yeni Şafak) İmam Hatiplere Alevilik dersi konulduğuna dair bir haber vardı.

1950 yılından sonra DP'nin sahneye çıkışı ile birlikte aileler öğretmenin baskıcı tutumuna karşı istikrarlı bir direniş göstermeye başlıyor.
Direniş derken neyi kast ediyorum?
Olayı D.B'nin hayat hikâyesi üzerinden naklediyorum.
"Babam beni önce ablamın yerine okula gönderdi. O akil baliğ oldu. Okulda başını açtıracaklar onun yerine sen git dedi. Gittim. Öğretmen Ben bunu ne yapayım okulda? Bu çocuk dedi. Ben beş yaşında okula gitmeye başladım. Her gün babam tembihliyordu: Öğretmenin yap dediğini yapma. Çok üstüne gelirse deli numarası yap."
İki yıl ablasının yerine okula giden D. babasının tembihatını yerine getiriyor. Arkadaşları tülbentlerini okula girer girmez çıkarıp çiviye asarken D. iki eli ile sıkı sıkı örtüsünü tutuyor. Öğretmen, söylediklerini dinlemeyen öğrencisinin eline vuruyor. Tırnaklarına çarpan cetvel D'nin elini kanatıyor. D. ağlayarak eve gidiyor.
Köyün ileri gelenleri ne yapıp edip öğretmenin bir açığını yakalayarak onun köyden uzaklaştırmanın yolunu arıyor. D'nin kanayan elleri bu açığı yakalamanın hiç de zor olmadığının kanıtı olarak kabul ediliyor.
1952 yılında 4. ve 5. sınıflar için din dersi konur müfredata. Köylüye karşı son derece baskıcı bir tutum sergileyen B. öğretmen okulun eğitim zamanını ayarlamak konusunda inisiyatif kullanmaktadır. Devlet din dersi koymuştur ama öğretmenin din dersi yapmak gibi bir niyeti yoktur. Ders programında din dersini Çarşamba günü öğleden sonra olarak belirler ve din dersi yapmak yerine okulu tatil ederek çocukları evlerine gönderir.
D'nin babası köyün ileri gelenlerinden yakın arkadaşı Ü.K. İle birlikte Çarşamba öğleden sonraları öğretmenin ne yaptığını yakın takibe alır. Nihayet beklenen gün gelir. Okulda olması gereken öğretmen komşu köylerden birine öğütmek üzere hububat götürmüştür. D'nin babası şahitler huzurunda, öğretmenin okulda olması gereken saatlerde kendi şahsi işinin peşinde olduğunu tespit ettirir.
Bu olay öğretmenin eğitim hayatına nokta koymasına vesile olur.
Ahir ömründe D.'nin babası kızlarını okutmadığı için çok pişman olacaktır. D. babasının pişmanlığını şöyle anlatıyor: "Babam sonradan çok pişman oldu. Hele benim kızlarımın yani torunlarının, dinini diyanetini hiç unutmadan üniversite bitirdiğini görünce ne olurdu ben de seni okutmuş olsaydım dedi. Babam benim zekam ile, gayretim ile gurur duyardı."
Sizlerden mektuplar gelmeye başladı nihayet. Bakınız değerli okuyucum Zeynep Sancar, kendi köyleri ile ilgili olarak dedesinin ve annesinin hikayesini nasıl anlatıyor:
"Annemin babası olan Kazım Hoca, Kastamonu'nun Devrekâni ilçesinde ve civar köylerde 1940'lı ve 50'li yıllarda hocalık yapmış. Belli zaman aralıklarıyla kaldığı köylerde okuttuğu çocuklar hafızlığını tamam edince başka bir köyün yolunu tutmuş. Annem de bu görev sırasında zaman zaman dedeme eşlik etmiş. Dedem hoca durduğu köylerde köylünün hediye ettiği erzaklarla günlük maişetini karşılamış. Annemin çocukluğundan hatırladığı ve bize o yıllara ait aktardığı en net fotoğraf, Kazım Hoca'nın İsmet İnönü'nün hükümet olduğu zor zamanlarda çocukları nasıl gizli gizli okuttuğuna dairdir. Dedemin çocukları ahırlarda okuttuğunu, o sırada minarede bir gözcünün beklediğini, kasabadan biri gelecek olursa hocaya haber verdiğini o kadar çok dinledim ki... Çocukları okutmak için bu kadar zorluğu göze alan dedem neden bilmem annemi ilkokula yazdırmamış. Annem, işlerin çokluğundan ihmal edildiğini, bu yüzden kendi kendine gidip okula kayıt yaptırdığını söyler. Tabii köy yeri, yapılacak bir sürü iş onu beklediğinden üçüncü sınıfa kadar okuyabilmiş. Bir de şöyle bir şey var aklıma gelen: Ailemizin en yaşlı okur yazarlarından biri de babamın halasıydı. Çocukluğumda bir türlü anlam veremezdim Kur'an harfleriyle yazılı bir kitap okuduğu halde duyduğum kelimelerin neden Türkçe olduğuna. Büyüdüğümde anladım ki hacı halam Osmanlıca dua kitapları okurmuş. 1991'de 80 yaşını geçmişken vefat eden hacı halamın ne zaman, nasıl ve nerede Osmanlıca öğrendiğini bilmiyorum ama öğrenmeye çalışacağım."
21.09.2011 Yeni Şafak- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.