26 Eylül 2025
  • İstanbul20°C
  • Ankara12°C
  • İzmir20°C
  • Konya12°C
  • Sakarya16°C
  • Şanlıurfa24°C
  • Trabzon19°C
  • Gaziantep18°C

HACI BAYRAM VELÎ HAZRETLERİ VE AKŞEMSEDDİN HAZRETLERİ

Ziya Uğur, Türkiye Yazarlar Birliği Genel Sekreter Yardımcısı Ali Kılcı ile “Hazret’in Manevi Huzurunda Hacı Bayram Velî Sohbetleri”nin ilkini, “Akşemseddin Hazretleri” kitabı çerçevesinde yaptı.

Hacı Bayram Velî Hazretleri ve Akşemseddin Hazretleri

18 Haziran 2025 Çarşamba 01:13

İsterseniz, Hacı Bayram Veli’ye intisap etmeden önceki Akşemseddin’den ve Hacı Bayram’a intisabına giden yoldan bahsederek başlayalım.

Hacı Bayram Veli'den önce Akşemseddin’in hayatına bakalım. Akşemseddin, Şam’da doğmuş, oradan Amasya’ya göç etmiştir. Ailesiyle birlikte, babasının tekkesinde büyümüştür. Yani, Akşemseddin’in farklı bir ortamda büyüdüğü söylenebilir; babasının tekke ortamında yetişmiştir. Eğitimini Amasya’da almış, bu süreçte birçok yerde kendini geliştirmiş ve bir müderris (hoca) haline gelmiştir. Müderris olduğunda ilk olarak Osmancık Medresesi’ne tayin edilmiştir. Osmancık Medresesi’nde bir süre çalıştıktan sonra, talebelere ders anlatmanın ona cazip gelmediğini fark eder ve tasavvufa yönelmeye karar verir. "Kime kendime rehber edineyim?" diye düşünürken, Hacı Bayram Veli Hazretleri'ni seçer ve Ankara’ya gelir. Osmancık’tan Ankara’ya yönelir. Ancak ilk başta Hacı Bayram Veli'nin yanına gitmez. Onun pazarda para topladığını gördüğünde, bu duruma bir anlam veremez ve "Bir şeyh nasıl olur da para toplar?" diye düşünerek başka bir mürşit aramaya karar verir. Bu düşüncelerle Şam’a doğru yola çıkar. Halep’e vardığında, bir gece rüyasında boynuna zincir takıldığını görür. Zincirin diğer ucunu Hacı Bayram Veli’nin elinde olduğunu fark eder ve uyanır uyanmaz doğrudan Osmancık’a geri döner. Osmancık’ta bir süre kaldıktan sonra tekrar Hacı Bayram Veli Hazretleri’nin yanına gitmeye karar verir. Hacı Bayram Veli ise Akşemseddin’in geleceğini önceden bilmektedir. Yanındakilere, ‘Akşemseddin geliyor’ diye haber verirler. Hacı Bayram Veli, dervişlerine, 'Akşemseddin geldiğinde ona içten bir selam verin ama fazla iltifat etmeyin.' der. Dervişler, Akşemseddin’e selam verirler ancak fazla konuşmazlar ve birlikte yemek yemezler. Yemeğin kalanını köpeklere verdiler. Akşemseddin hemen vardı ve köpeklerle birlikte yemeğe başladı. Bu kez Hacı Bayram Sultan, Akşemseddin’in böyle davrandığını görünce gözleri yaşla doldu. 'Hey kösecim, beni aldın,' dedi. Hacı Bayram Sultan, Akşemseddin’i alıp bağrına bastı. Hacı Bayram Sultan, Akşemseddin’e, 'Boğazındaki zinciri görmeyince itikat edip gelmedin, değil mi?' dedi. Akşemseddin, bu sözlerle şaşkına döndü. Biraz zaman geçtikten sonra aklı başına geldi ve elini, ayağını öpüp Hacı Bayram Sultan’dan destek alarak tövbe eyledi. Bu kez Hacı Bayram Sultan, ona riyazet (nefs terbiyesi) emretti. Akşemseddin, uzun bir süre Hacı Bayram Sultan’a hizmet etti ve ahirete kadar yanında kaldı.

Hacı Bayram Veli, Akşemseddin Hazretleri’ne “Zincirle gelen misafiri işte böyle ağırlarlar” diyor değil mi? Hacı Bayram Veli’ye intisap etmeleri böyle oluyor ve Ankara günleri başlıyor.

Hacı Bayram Veli Hazretleri, Akşemseddin’i yetiştirdi ve ona az yemek tavsiye etti. Hatta bir bardak sirkeyle günlerini geçirdi.

Hacı Bayram Veli’nin “Köse bu kadar çok riyazet etme, akıbet nur olursun, kabrinde dahi seni bulamazlar.” dediği söyleniyor. Bu uygulamalar Çilehane denilen bir yerde oluyor değil mi? Bugün Hacı Bayram Cami’sinin altında hala günümüze kadar gelmiş bir bölüm var.

Caminin ilk girişinden merdivenle iniliyor ve geniş bir mekana ulaşılıyor. Orada abdest alma ve ihtiyaç giderme gibi bölümler bulunuyor. Geriye doğru dört hücre sıralı; bunların ilki Hacı Bayram Hazretlerine ait, ardından Akşemseddin'in, Eşrefoğlu Rumi’nin ve Ömer Sikkini’nin hücreleri var.

Günümüzde de ziyaret edilebiliyor değil mi?

Evet, ancak her zaman açık olmuyor. Son durumunu bilmiyorum. Bir dönem bir dizi çalışma yapıldı. Çilehanenin ahşap üst kirişleri, kütükler halinde atılmış. Onarım sırasında bazı ahşaplar yenilenmiş ve cami güçlendirilmiş.

Hacı Bayram Veli ile Akşemseddin, muhtemelen 10 yıl kadar birlikte olmuşlar, Hacı Bayram Veli’nin vefatına kadar.

Akşemseddin Hazretleri’nin çok hızlı bir şekilde icazet aldığı biliniyor, hatta tekkedeki bazı dervişler bu durumu kıskanıyorlar…

Hacı Bayram Veli ise: “Bu Köse zeyrek köseymiş, akıllıymış, biz ne söylediysek hemen inandı ve yaptı daha sonra hakikatini kendi bildi ve hızlı ilerledi. Sizlerse ne söylediysek hikmetini sordunuz.” Buyuruyor.

Evet.

Menakıpnameden bahsedersek, bunun çeşitli nüshaları var. Bir nüshası İskilip’te, Akşemseddin’in yaptırdığı tekkede imiş. Şu anda Çorum Kütüphanesi'nde bulunuyor. Osmanlı döneminde Hacı Bayram Veli'nin torunlarından biri, bu eseri derleyip yazıya geçirmiş. Daha sonra Mehmet Ali Yurt, eseri kitap haline getirmiş. Bu eser, 2021 yılında yayınlandı. Kitap, piyasada bulunabiliyor. Daha önce de Hacı Bayram Veli ve Akşemseddin’in eserleri üzerine çeşitli tezler yapılmış. Biz burada Akşemseddin Hazretleri’ni Ankara, Amasya, Osmancık ve diğer yerlerde belgeledik. Türklerin Anadolu’ya ve Balkanlara yerleşmesinin ardındaki sır, bu tekkeler ve zaviyelerdir. Bu şeyhler, hem ilim hem de tasavvuf yolunda profesör seviyesine ulaşmışlardır. Hacı Bayram Veli Hazretleri’nin Akşemseddin’e söylediği, 'Yanımda olduğun sürece her soruna cevap bulacaksın,' sözleri de bu ilmi doygunluğun göstergesidir.

Yani, hiçbir ilim sahibi olmadan şeyhlik makamına gelen kişiler var. Ancak gerçek şeyhler, mutlaka bir profesör ya da müderrislik seviyesine ulaşıyorlar ve ondan sonra bu normal ilimler onları tatmin etmeyince manevi ilimlere yöneliyorlar.

Akşemseddin Hazretleri gibi birçok müderris bu ilimler kendilerini tatmin etmeyince manevi ilimlere yöneliyorlar.

Bunun nedeni, eski dönemde verilen eğitimin şimdiki zamanda yeterince verilememesi. Bu önemli bir eksiklik. Gerçi Osmanlı döneminde tarikatların ve şeyhlik makamlarının rastgele kişilere verilmemesi için ciddi teşkilatlar kurulmuş. Osmanlı bu konu üzerinde durmuştur. Özellikle İstanbul, Edirne gibi payitaht şehirlerde çeşitli şikayetler oluyor ve bu şikayetler neticesinde 'Burada bir ayaklanma mı var?' gibi durumlar ortaya çıkabiliyor. Bu tür şikayetlerin doğruluğunu öğrenmek üzere İslam bilginleri Edirne'ye davet ediliyor. Akşemseddin Hazretleri de bu davet üzerine beraber gidiyor. Hacı Bayram Veli Hazretleri’nin müritlerinin sayısının artması, Ankara’da ve çevrede etkili olması, bir kısmı tarafından çekememezlik sebebiyle şikayet ediliyor. Saraydan da tam bilgi edinemeyenler, 'Acaba bir sorun var mı?' diye endişeleniyorlar. Padişah, 'Onları çağırın, ben görüşeyim, gerekiyorsa cezasını vereyim. Eğer niyet kötüyse, gerekeni yaparım,' diyor. Hacı Bayram Veli’ye bu durumu anlatıyor. Hacı Bayram Veli de Akşemseddin ile birlikte padişahla görüşmek için yola çıkıyorlar. Edirne’ye doğru yola koyuluyorlar; Çanakkale, Gelibolu, Bursa üzerinden Edirne’ye geçiyorlar. Orada Hacı Bayram Veli, padişahla uzun uzun sohbetler ediyor. Bu sohbetler padişahı çok memnun ediyor. Hatta o dönemde Eski Cami’de verilen vaazlar da halka etkili oluyor. Hacı Bayram Veli’nin vaaz verdiği kürsüye, sonrasında başka kimse çıkmıyor ve yeni bir köşe yapılıyor. Bu vaaz kürsüsü günümüze kadar muhafaza ediliyor. Kürsünün üzerinde 'Makamı Hacı Bayram Veli' yazısı yer alıyor ve bu yazı hala duruyor.

Edirne'deyken padişah, Osmanlı’da ve İslam dünyasında çok önemli bir konu olan İstanbul’un fethinden bahsediyor. Peygamber Efendimiz'in müjdesine göre, bir gün İstanbul’un fethedileceği inancı vardı. Bu, bir mefhum olarak çok önemliydi. Ebu Eyyub el-Ensari Hazretleri, 93 yaşında İstanbul’a gelmiş ve orada vefat etmiştir. Yıldırım Bayezid de İstanbul'u fethetmek istemiş, ancak doğu cephesinde çıkan olaylar nedeniyle sefer hazırlığını yarıda bırakmıştır. İkinci Murat da İstanbul'u fethetmeyi çok istemiştir, ancak bu hayali gerçekleştirmek mümkün olmamıştır. Padişah, Hacı Bayram Veli’ye, 'Biz İstanbul’u fethedebilir miyiz?' diye sorar. Hacı Bayram Veli, Akşemseddin’i işaret ederek, 'Bizim şu köseyle,' yani Akşemseddin’le, 've sizin beşikteki oğlunuz Mehmet ile bu fetih gerçekleşecek,' der. Tabii ki Fatih Sultan Mehmet, büyüdüğünde bu hedefi gerçekleştirmeyi kafasına koyar ve İstanbul’un fethini düşünmeye başlar.

Fatih tahta çıktığında, etrafındaki paşaların sözünü dinletemeyeceği düşüncesiyle babasına 'Gel, tahtı sen al,' der. Ancak II. Murat, 'Bir kez tahta oturdun, ben artık gelmem,' diyerek geri çeker. Bunun üzerine Fatih, 'Madem öyle, ben padişahım. Eğer bana itaat edecekseniz, buraya geleceksiniz,' diyerek babasını tahta geri davet eder. II. Murat tekrar tahta çıkar, ancak vefatından sonra Fatih padişah olur.

Hazretleri farklı yerlerde yaşıyor, ziyaretler yapıyor ve bu süreçte birçok görüşmesi ve mektuplaşmaları oluyor. Fatih Sultan Mehmet’e yazdığı mektuplar var ve Akşemseddin’in bu mektupları zaten yayınlanmış durumda. Fatih Sultan Mehmet tahta geçtikten sonra, Akşemseddin’i çağırıyor ve İstanbul’un fethi konusunda tartışmalar başlıyor. Paşalar bu fetih fikrine pek razı olmuyorlar. 'İstanbul’un fethi çok zordur, sen bu işte askere zarar vereceksin' diyorlar. Padişah bile bu konuda tereddüt ediyor. Fetih sırasında, padişah Akşemseddin’in çadırına geliyor ve onu secdede dua ederken görüyor. Akşemseddin ağlayarak, 'İnşallah fetih yakındır, siz gayretinize devam edin' diyor.

Fetih kararı alındığında, paşalar bu karara karşı çıkıyorlar. Paşalar, Akşemseddin’i kastederek, 'Padişahım, İstanbul’un fethi Mehdi zamanında olacaktır, bu senin işin değil' diyerek, padişaha bu kararı kimden izin alarak verdiğini soruyorlar. Yani, padişaha hesap soruyorlar. Bunun üzerine Akşemseddin’e danıştığını ve onun cevabını aldığını, bu yüzden sefere karar verdiğini söylüyor. Ancak ulema ve paşalar, 'Bir sofunun sözüyle bu kadar hazineyi telef etmek insafsızlıktır' diyorlar. Bunun üzerine Sultan Mehmet, 'Mehdi Azam dedikleri benim azizimdir' diyerek paşalara karşı çıkıyor ve ordunun sefere hazır olmasını emrediyor.

Bu karardan sonra, Hacı Bayram Veli Hazretleri ve müritleri sefere katılıyor. Akşemseddin ve diğer manevi liderlerin müritleri de ordunun bir kısmını oluşturuyor. Akşemseddin, ordunun manevi komutanı oluyor ve fetih onun duası ve manevi desteğiyle gerçekleşiyor. Fetih sırasında ümitsizliğe düşen padişah, Akşemseddin’i çağırtıyor ve çadırında dua ederken ağladığını görüyor. Yerde ağladığı için çamur olmuş gözyaşlarına şahit oluyorlar. Akşemseddin, 'Fetih yakındır' dedikten kısa bir süre sonra Osmanlı ordusu İstanbul’a giriyor. Padişah, Akşemseddin ile birlikte şehre giriyor.

Hacı Bayram Veli’nin vefatına gelecek olursak, Hazretleri Ankara’da tekkesinde yaşarken vefat ediyor. Vefatından önce Akşemseddin’e vasiyet ederek cenazesini onun yıkamasını istiyor. Bu vasiyetten müritlerin haberi olmadığından, 'Biz nasıl yaparız?' diye tereddüt ederken Akşemseddin geliyor, Hacı Bayram Veli’nin cenazesini yıkıyor ve namazını kıldırarak defnediyor. Bu olaydan sonra Akşemseddin, tarikatın manevi lideri oluyor. Ancak Hacı Bayram Veli’nin çocukları, tekkeyi ve tarikatı devam ettiriyorlar. Tarikatlarda silsile olduğundan, Hacı Bayram’dan sonra Akşemseddin bu silsileyi devam ettiriyor. Akşemseddin’in el verdiği kişiler, tarikatı sürdürüyor. Hacı Bayram-ı Veli’nin vefatından sonra Akşemseddin’den başka Bıçakçı Ömer ve Eşrefoğlu Rumi gibi şahsiyetler tarikatın devamını sağlıyorlar.

Akşemseddin, Beypazarı’na döndükten sonra bir süre burada kalıyor, ardından İskilip’in Evlik köyüne yerleşiyor. Burada bir tekke kuruyor ve yaklaşık on yıl burada kalıyor. Daha sonra Göynük’e gidiyor. İstanbul’da iken kendisine müderrislik gibi görevler teklif edilse de, bu teklifleri kabul etmiyor ve sadece tekkeyle meşgul oluyor.

Fatih Sultan Mehmet’in, Akşemseddin Hazretleri’ne intisap etmek istediği söyleniyor. Bu talep üzerine Akşemseddin, 'Sultanların dervişlik yapması doğru değildir' demiş. 'Sultanlar, manevi işlerle uğraşırken devlet işlerinde noksanlık olur, bu da büyük bir vebaldir. Asıl görevleri, halkı iyi yönetmek, onları doğru bir şekilde idare etmektir. Bu, sultanlar için şeyhlikten daha makbuldür' diye eklemiş. Benzer bir durum Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin babası Şeyh Muhiddin Yavsı ile II. Bayezid arasında yaşanmış. II. Bayezid de bir şekilde onunla manevi bir yolculuğa çıkmak istemiş ancak ona da bu durum uygun görülmemiştir. İskilip'te bulunan Şeyh Muhittin Efendi’ye II. Bayezid İstanbul’da bir tekke kurmuş. Ancak o da padişahın yanında olmaktan sıkılarak geri İskilip’e dönmüştür. Fatih Sultan Mehmet ile Akşemseddin’in ilişkisi bu çerçevede gelişmiştir.

Osmanlı tarihine baktığımızda, Hacı Bayram Veli Hazretleri ve Bayramîlik her zaman etkin bir konumda olmuş ve özellikle devlet erkanı tarafından büyük ilgi görmüştür. Osmanlı döneminde kurulan bazı vakıflara müstesna vakıf denir ve bunlara özel bir ayrıcalık tanınmıştır. Hacı Bayram Veli Hazretleri Vakfı da devletin koruması altında olan vakıflardan biridir. Fuat Bayramoğlu'nun hazırladığı 'Hacı Bayram Veli' kitabında, bu vakfın birçok belgeleri bulunmakta. Bu belgelerde vakfın vergiden muaf olduğuna dair bilgiler mevcut. Osmanlı'nın çeşitli dönemlerinde bu muafiyetin belgeleri yenilenmiş ve vakfa yönelik çeşitli müdahaleler olduğunda, vakfın yetkilileri bu belgeleri göstererek vakfın vergiden muaf olduğunu ispatlamışlardır.

Hacı Bayram Veli Hazretleri’nin vakfı, Osmanlı ailesinin kurduğu vakıflar gibi saygı görmüş ve önemsenmiştir. Hacı Bayram Veli’nin eserleri arasında tıp üzerine yazılmış eserler de bulunmaktadır. Aynı zamanda Akşemseddin’in yazdığı birçok şiir vardır ve bu şiirler, Yunus Emre tarzında, sade bir dille kaleme alınmıştır. Bu şiirler günümüze kadar ulaşmıştır. Örneğin, Kemal Eraslan’ın eserinde yer alan Hacı Bayram Veli hakkında Akşemseddin’in yazdığı bir şiirden bir bölüm şu şekildedir:

“Aşık oldum sana candan

Hacı Bayram pirim Sultan

Gönül himmet umar senden

Hacı Bayram pirim Sultan

 

Irak mıdır yollarınız

Taze midir gülleriniz

Hoş söyler bir birleriniz

Hacı Bayram pirim Sultan

 

Al yeşil sancağı kalkar

Türbesi mis gibi kokar

Altın şemalarını yakar

Hacı Bayram pirim Sultan

 

Akşemseddin sürülür

Yılda bir çağı bulunur

Hacı Bayram pirim Sultan”

 

Günümüzde bu şiiri anlamakta zorluk çeken insan az olabilir. Ortaokul ve lise müfredatında Osmanlıca edebiyatın ağır bir dil olduğu söylenir, Divan edebiyatı herkes tarafından anlaşılamaz denir. Ancak kütüphanelerimizde ve arşivlerimizde o kadar çok yazılı belge ve şiir var ki, bu eserlerin genç nesillere aktarılmaması büyük bir eksikliktir.

Bu vesileyle, Mesnevi’de geçen bir hikaye hatırıma geldi. Hikaye, çok zengin bir şahıs üzerine kuruludur. Babasından büyük bir miras kalmış ancak kendisi emek vermediği için o servetin kıymetini bilmiyormuş... Kısa sürede mirasını tüketen adam, muhtaç duruma düşüp perişan hale geliyor. Sürekli yatıyor, kalkıyor, dua ediyor ve gözyaşlarıyla yerleri ıslatana kadar yakarıyor. Bir gün gece rüyasında ona Bağdat’a gitmesi gerektiği ve orada büyük bir hazine bulacağı söyleniyor. Tabii, bu rüyayı görür görmez yola koyuluyor, fakat gideceği yerde parası olmadığı gibi kalacak bir yeri de yok. Bağdat o zamanlar hırsızlıkla meşhur bir yer. Gece vakti görevliler onu hırsız zannedip yakalıyorlar. Onu döverlerken, adam 'Bir durun, kendimi anlatayım' diyor. Görevliler, 'Söyle bakalım ne diyeceksin?' diye soruyorlar. Adam, 'Durum şöyle: Ben falan yerden geldim. Rüyamda burada bir hazine olduğunu gördüm' diyor. Bekçi, 'Ya, böyle bir şey için buralara kadar gelirler mi? Sen nasıl bir adamsın?' diye soruyor. Bekçi, 'Ben de yıllardır rüyamda, falanca yerde, falanca evin yakınında bir hazine olduğunu görürüm ama gidip aramam. Böyle bir şey için yola çıkılır mı?' diyor. Adam, bekçinin tarif ettiği yeri duyunca birden yüzünde güller açıyor. Çünkü bekçinin tarif ettiği yer, adamın kendi evi! Adam sevinçle evine dönüyor ve gerçekten de o hazineye ulaşıyor.

Buradan şuraya gelmek istiyorum hocam, biz de büyük bir medeniyetin üzerindeyiz. Çok büyük bir hazineye sahibiz ama acaba bunun farkında mıyız? İşte bu, önemli bir eksiklik. Hocam, gerçekten keyifli bir sohbet oldu. Son olarak, Hacı Bayram Veli Hazretleri'nden bahsetmek istiyorum. Sizin gönlünüzdeki Hacı Bayram Veli Hazretleri’nden ve onunla ilgili anılarınızdan biraz bahseder misiniz?

Evet, Hacı Bayram Veli’nin Akşemseddin ile ilişkisi oldukça önemlidir. Akşemseddin, Ankara’da uzun süre kalmış ama müritleri dışında pek tanınmamış. Ankara’da, Hacı Bayram Camii’ne yakın bir yerde, İsmet Paşa Caddesi’ne giderken, günümüzdeki polis karakolunun karşısında, Akşemseddin adına yapılmış bir mescit varmış. Mahallenin adı da Akşemseddin Mahallesi olarak biliniyor. 1924 yılında Ankara’nın ilk haritası çizildiğinde, bu mahalle Osmanlıca olarak Akşemseddin Mahallesi diye geçiyor. Bu bölge, günümüzde de Hacı Bayram Mahallesi olarak biliniyor. Osmanlı döneminde Ankara’da 80’e yakın mahalle varmış ve mahalleler bugünkünden daha küçük alanlar olarak tanımlanıyormuş. Akşemseddin Mahallesi de bu küçük mahallelerden biriymiş ve burada bir cami bulunuyormuş. 1940’lı yıllarda bu cami yok olmuş, ismi kaybolmuş, ancak bir süre ayakta kalmış. Daha sonra yıkılmış.

Bu caminin yer aldığı bölgeyi eski haritalarda görebiliyoruz ve camiyle ilgili arşiv belgeleri de mevcut. Bu caminin Akşemseddin tarafından mı yoksa onun adına başkaları tarafından mı yapıldığı bilinmiyor. Ancak Selçuklu döneminden itibaren Ankara’da manevi şahsiyetler ve tekkeler bulunmaktaydı. Osmanlı dönemi kayıtlarına göre, Ankara ve çevresinde 35 kadar tekke olduğu biliniyor. Bu tekkeler, Ankara’nın manevi merkezleriydi. Hacı Bayram Veli de, Ankara’da doğup büyüyen birisi olarak, şehrin manevi sahibi olmuştur. Osmanlı Devleti üzerinde de hem kendisi hem de müritleri, özellikle Akşemseddin gibi isimler, önemli etkilere sahip olmuştur. Devletin manevi olarak dayandığı kişiler, bu manevi önderlerdir. Bayramîlik ve Akşemseddin’in Şemsiyye Tarikatı, Osmanlı'da etkili olmuştur.

Hacı Bayram Veli’nin manevi etkisi, tarih boyunca süregelmiş ve Milli Mücadele döneminde de önemini korumuştur. İlk Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmadan önce, Hacı Bayram Veli Türbesi ziyaret edilmiş, burada dua edilmiş ve Cuma namazı kılınmıştır. Ondan sonra Meclis açılmıştır. Hacı Bayram Veli Türbesi, Ankara’nın tarihsel ve manevi öneminin bir parçasıdır. Roma döneminden itibaren Ankara’nın stratejik önemi büyük olmuştur.

Cumhuriyet kurulduğunda, Ankara’nın önceden bozuk bir yer olduğu ve Cumhuriyet ile birlikte ayağa kaldırıldığı söylenir. Ancak bu doğru değildir. Ankara, tarih boyunca manevi sahipleri ve maddi eserleriyle her zaman önemli bir şehir olmuştur. Cumhuriyet kurulduğunda da Ankara’da 100 kadar cami vardı. Bu durum, Türkiye’nin kaç şehrinde vardır bilmiyorum ama Ankara, bu anlamda diğer şehirlerden geri kalmamıştır.

Maalesef bu camilerin 57 tanesi sağlam kalmış, üç beş tanesi de restore edilmiştir. Geriye kalan 43 kadar cami ise tamamen yıkılmış ve izleri silinmiştir. Bizler de hayatımızda bu yıkımlara şahit olduk. Mesela, Muhabbet Mescidi, Koyunpazarı gibi birçok caminin yok oluşunu gördük.

Ali hocam, çok teşekkür ederiz. Gerçekten sohbetinizden çok istifade ettik. Konuşacak daha birçok konu var, bizi kırmayıp geldiğiniz için teşekkür ederim.

Hacı Bayram Derneği'ne ve size de ayrıca teşekkürlerimi sunuyorum. Sağ olun, var olun.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.