22 Ekim 2025
  • İstanbul20°C
  • Ankara19°C
  • İzmir24°C
  • Konya20°C
  • Sakarya22°C
  • Şanlıurfa26°C
  • Trabzon18°C
  • Gaziantep23°C

HAT SANATI VE HATTAT HAMİD AYTAÇ

M. Ali ABAKAY

“Harflerin bestekârı” demişti, kendisi için bir talebesi.

Hasretine dayanamadığı belirtmişti, tanıma şerefine nail olduğum öğrencileri.

Diyarbakır’da doğduğu eve kendilerini götürürken, Üstadlarının memleketinde bulunmaktan sevinen ve doğduğu evi, çocukluğunun geçtiği evi işaret edince kendinden geçen, kendisinden icazetname alarak hattatlıkları tescillenen isimler. 

O, dünyanın birçok yerinden kendi sanatına âşık çağrısız öğrenci kabul etmişti.

Tanımadığı, gitmediği ülkelerden, dilini bilmediği insanlardan, kadın-erkek ayrımı yapmadan, Hatt sanatı’na sadakatle bağlılığını şagirdine öğretmeden rahat etmeyen mümtaz şahsiyet…

Yazdığı, her biri bir sanat şaheseri olan çalışmaları, sanatın meraklılarınca paha biçilmez kabul edilirken, küçük bir han odasında hasta haliyle çalışmaya devam etmiş,  vefâya yabancı kalmamış bir-iki talebesinin yardımıyla yatırıldığı hastanede ömrünü doksanın üzerinde tamamlamış bir pir-i fanî.

Hatt Sanatının son yüzyıldaki en büyük ismi ve son büyük temsilcisi Hattat Hamid AYTAÇ’ı bu bildirimizle tanıtmak istiyoruz. Biz, kendisini “Şeyh Musa Azmî” olarak biliyoruz, imzasını “el-Amidî “ olarak atar, “Hamid” imzasını sonradan kullanmaya başlamış, isim değişikliğiyle daha bir tanınmış, gerçekten harflerin bestekârı bir üstad!...

Elbette kendisini layıkıyla ele alamayız, biz bu işten uzağız. Hatt Sanatı oldukça emek isteyen, sahibinin sabrını sınayan, meşakkatli bir iştir. Hatt Sanatı, harflerin musıkîsidir, raksıdır. O, elindeki kamışla ressamdan daha öte, sınırlı alanda uyanıkken yapamadığını, rüyada görür görmez, uyanıp aharlı kâğıda aktaran ustadır.

Hattat Hamid-Şeyh Musa Azmî, ömrünü Hatt Sanatı ile geçirmiş, bunu meslekten öte, bu iş için kendisinin dünyaya geldiğini fısıldayan, çalışmalarıyla adeta bu sırrı işin bilenlerine ifşâ eden, hayatında yazdığı Kur’an-ı Kerimlerle artık ölümü kabul etmekte zorlanmayan, yazdığı her levhada Hakk’ı üstün tutan, sanatının hakkını vermedikçe uykuları haram bilen, şehrimizin bağrından çıkmış, alanının dehâ ismi. 

Bu satırların arasında gezinirken hayalimde yazdığı eşsiz çalışmalarını düşünüyor, çalışmalarının bulunduğu mekânları gözümde canlandırıyor, kelimelere bir canlılık katamadığımdan dolayı, kendisini görme bahtiyarlığına ulaşamadığım için hayıflanıyorum.

Bu şehrin öz evladı, ismini daima “Diyarbekir” olarak belirten, imzasını “el-Amidî” olarak çalışmalarına bırakmaktan zevk alan, çocukluk  yaşta terk ettiği şehrine bir daha dönemeyen, bu hasretle yanıp tutuşan, İstanbul’da bir hemşehrisini görünce memleket kokusunu duymuş gibi çocuklaşan, terk-i diyar ettiği şehrini merakla soran Hattat Hamid!..

Hakkında âcizane bir kitap yazma uğraşısı içinde iken, tanıştığım talebelerinden, adeta kendisinin yolundan şaşmayan İsmail Yazıcı Beyefendi, bu işle meşgul olduğunu belirttikten sonra, onlarca hattının fotoğrafı, kendisine ait özel mektuplar, yaptığı hattlar, topladığım dergi, gazete haberleri, makaleleri, dergi özel sayıları, bir kitap için yeterli olan doküman,  kitaplaşmadı. “Talebesi varken hakk onundur” prensibine saygılı biçimde çalışmamı tamamlayamadım. İsmail Yazıcı Beyefendinin mütevazı biçimde hazırladığı, bir kısmından haberdar olma imkânından uzak olduğum belgeleri görünce, elimdeki dokumanın Hattat Hamid’i anlatmaktan ve tanıtmaktan yana bir mana taşımadığının farkına varmama vesile oldu.

O’nu tanıyan anlatabilir, O’nunla meşk eden, O’nunla dizdize oturan, O’ndan icazetname almış olan tanır, kendisini. Benim yapabileceğim, sadece anlatılanları hikâye etmek, bir başkasına ait düşünceleri harmanlamak ve çalışmalarıyla gözü aldatacak ölçüde, bir kitap sahibi olduğumu, sevenlerine kabul ettirmek… Bu bir riyâkârlıktı, Hatt Sanatı’nın Usta İsmi’ne hürmetsizlikti, yapamadım ve kitabı yayınlamaktan uzak bıraktım, kalemimi. Ta ki Hatt Sanatı’nda bir vav çizebileyim, bir elifi nakşedebileyim gönlüme. Belki yazacağımız kitap,- bize bu sanatı sevdirene teşekkür mesajıdır, O’nun sanatkâr yönünü, samimî dünyasını aralama açısından bir girizgâha  vesile olur, sevenlerinin yüreğinde.   

Birçok sempozyuma katıldım, birçok konferans verdim. Konularım hep Diyarbakır oldu, Diyarbakır’ın tarihine, kültürüne, sanatı’na dair araştırmalarımızı içine aldı. İlk kez, bu denli kısa ve uzun olmayan bir bildiriyi, tebliği sunuyorum, Ustam, hemşehrim, Harflerin Bestekârı Şeyh Musa Azmî- Hattat Hamid hakkında.

Bilmekteyim, ne hayat hikâyesini anlattım ne dünya hayatına hazin şekilde veda etmesini.

Yazdığım satırların çoğalmasını istemiyorum.

Amacım bu boş, mana taşımayan satırlar yerine her biri insana ürperti veren, insanı sanatın coşkunluğuna yönlendiren, ilahî duyguları terennümü levhalara bildiri kitabında daha fazla yer ayırmak olduğu için, susuyorum, harflerin konuşmasının daha uygun olduğuna inanıyorum.

Biliyoruz ki kendisi de az konuştu, konuşmasını sevmedi. Lakin çalışmalarıyla sanatını konuşturdu. Bu konuşmasının mirasçısı olan bizler, hatt alanındaki etkinliğinin, etkilerinin hala devam ettiğini, devam edeceğini bildiğimiz için kendisi sanatını konuştururken, bizim susmamamız, hürmetsizlik addedilmez mi? Bırakalım, eserleri konuşsun, Hattat Şeyh Musa Azmî’nin, Hattat Hamidü’l-Amidî’nin… Ben susuyorum, eserleri konuşuyor!...

--------------------------------------

Not:Bu metin, sempozyum tebliğidir.         

14.11.2011

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.