21 Mayıs 2024
  • İstanbul20°C
  • Ankara24°C

HATTAT HÂMİD AYTAÇ'IN HASTANEDE VERDİĞİ SON RÖPORTAJ

Eski edebiyat yıllıkları arasında dolaşırken 1983 Suffe Yıllığı’nda 1982’de vefat eden hattat Hâmid Aytaç’a (1891-1982) dair bir bölüm ayrıldığını gördük.

Hattat Hâmid Aytaç'ın hastanede verdiği son röportaj

10 Haziran 2023 Cumartesi 13:32

Bu bölümde İsmail Yazıcı tarafından Aytaç’la yapılan ve Kök dergisinin 17. sayısında yayınlanmış olan bir mülakat yer alıyor. Hattat Hamid’in hayatını, İstanbul’a gelişini, tahsilini, hocalarını, talebelerini, anılarını aktardığı bu mülakatı alıntılıyoruz.

HATTAT HAMİD’LE HASTANEDE YAPILAN SON MÜLAKAT

Hayatınız hakkında bilgi verir misiniz?

Asıl adım Musa Azmi’dir. 1891 yılında Diyarbakır’ın Ulu Camii, İmadiye mahallesinde doğdum. Babamın adı Zülfikâr, annemin adı ise Müntehadır. Biz üç kardeştik. Ben, benim küçüğüm Muharrem Aka ve en küçüğümüz Kadri Aytaç. Muharrem, 30 yıl kadar önce vefat etmişti. Fazıl isminde bir oğlu halen hayattadır ve Amerika’da bulunuyor; küçük kardeşim Kadri ise geçen sene mide kanserinden vefat etti. Kendisi hakkâklık yapıyordu. Aynı zamanda şâirdi.

Babam kasaplık yapardı. Babamın babası, yani dedemin ismi Adem-i Amidî (Diyarbakırlı Adem) idi. O da hattattı...

(Mesele çocukluk yıllarından açılınca Hâmid Bey birden doğruldu ve heyecanlandı. O yıllara ait hatıralarını anlatmaya başladı)

Ben o zaman 6-7 yaşlarında idim. Bir gün babam “Fare köyüne gidiyorum” diyerek evden ayrılmıştı. Ben de Fare köyünün nerede olduğunu bilmiyordum. Diyarbakır’ın bir kenar mahalle kapısından çıkmışım. Epeyce yol kat ettim. Mevsim yaz, hasat zamanı. Küçük halinde yapayalnız gidişim tepede bir adamın dikkatini çekmiş olmalı ki, “Oğlum nereye gidiyorsun?” diye bağırdı. Ben sesi duyar duymaz kaçmaya başladım. Koştum... Koştum... Nihayet bir eşek sürüsünün içine daldım. Sürü sahibi bana, “Oğlum nereye böyle?” dedi. Ben de “Fare köyüne gidiyorum” dedim. “Peki, orada kimin var?” “Babam var” dedim. “Bin eşeğin üzerine öyleyse” dedi.

Bindim. Meğer adam da aynı köye gidiyormuş. Köye vardığımızda bizim ağalar (babasını kastediyor) köydeki küçük bir dere kenarına oturmuşlar, sabah kahvaltısı yapıyorlar. İçlerinden biri babama, “Amca bak oğlun geldi.” dedi. Babam da şaşkın ve telaşlı ardına baktı ki ben gelmişim. Peder hiddetle bana, “Nasıl oldu da geldin buraya sen” diyerek bir hayli kızdı. Beni cezalandırmak istedi ama bırakmadılar. “Çocuğu bırak, zekâsı sayesinde buraya gelmiş” diyerek pederi yatıştırdılar. Zavallı annem de sokağa çıkmış, bütün gün akşama kadar beni arıyor. Ben kayıbım. Ertesi günü pederle beraber eve dönünce şaşırdı. “Bu kaybolmuştu, nerede buldun?” “Sus yahu” dedi babam, “Tek başına yanıma geldi.”

Yine bir gün babam kesmek için bir dana almıştı. Hayvanın gözleri ceylan gözü gibiydi. Ben hayvanları çok severdim. Bilhassa kedileri; o küçük canavarcıklara bayılırım. Danaya bir türlü kıyamıyordum. Babama bu sevimli hayvanı kesmemesi için çok yalvardım. Lâkin ikna edemedim. Nihayet danayı gözümün önünde yatırdılar. Pederin keskin bıçağını hayvanın boğazına sürmesiyle kanın fışkırması bir oldu. Ben âdeta kendimi kaybetmişim. Babama “Nasıl kıydın bu cana?” dedim. "Ne yapalım oğlum, ekmek parası.” dedi. “Başka bir iş yapamaz mısın? Celeplik yap, canlı al sat... Şayet bir daha böyle hayvana bıçak vurursan beni kaybedersin” dedim. Peder de hiddetlenerek; “şuna bak, bize akıl vermeye kalkışıyor” dedi. Ne gariptir ki, babam da ayağına düşen bıçağın açtığı yara neticesi vefat etti. Allah rahmet eylesin.

Devamı: https://www.dunyabizim.com/alinti/hattat-hmid-aytac-in-hastanede-verdigi-son-roportaj-h23792.html

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.