28 Eylül 2025
  • İstanbul20°C
  • Ankara22°C
  • İzmir23°C
  • Konya24°C
  • Sakarya19°C
  • Şanlıurfa28°C
  • Trabzon20°C
  • Gaziantep27°C

HAYATI DERS OLARAK OKUTULACAK BİR EĞİTİM KAHRAMANI; SAADET DALYANGİBİ

Fahri TUNA

SaadetDalyangibi
Kızım Ayşenur hıçkırıklarla yatağa girerken haykırıyordu: “Bir daha hiç 23 Nisan kutlamayacağım!” Nedeni çok açıktı: O ve onun gibileri okutan sınıf öğretmeni Saadet Dalyangibi’nin, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramına yetişmek için taksiyle okuluna giderken trafik kazasında Rahmet-i Rahmana kavuşması...

Saadet Hocahanım, soyadının aksine ufak tefek, çelimsiz, kalın gözlüklü, artık emekliliği yaklaşan, klasik bir memur tipi olarak dikkatimi çekmiş, hatta “eyvah” bile demiştim ama dersler başlayınca, çok yanıldığımı ve “gerçek bir yeryüzü kahramanı”yla karşı karşıya olduğumuzu hemen fark ettim.

Eşimden dinlemiştim: Okullar yeni açılmış, birinci sınıftaki çocuklarımız okumayı sökmek üzereler.. Saadet Hanım zehirli bir kanamayla hastaneye kaldırılmış; tetkikler, ameliyatlar, operasyonlar... Hekimler heyeti 21 gün rapor ve hastanede istirahat vermiş ama Saadet hanım, “bugünlerde öğrencilerimin bana çok ihtiyaçları var” gerekçesiyle, sadece bir gün hastanede yatıp, sınıfına koşmuştu. Zira; “öğrencileri için sağlığını bile tehlikeye atan” bir kahramandı o!...

İnandığı konularda sisteme ve müdürüne kafa tutan bir öğretmendi de; 1998’lerde “eve ödev” yasaklanmıştı. Ama o ödevin yararına “ölesiye” inanıyordu; evet evet “her akşam tam on sekiz sayfa ödev” yaptırıyor, 74 kişilik sınıfında bunları ertesi gün “tek tek kontrol ediyor”, ısrarla ve inatla ödev uygulamasını sürdürüyor, üstelik de meydan okuyordu: “İşine gelmeyen çocuğunu alsın götürsün!...” Şimdilerde okuduğu lisede okul birincisi olan kızım, - onun bir çok öğrencisi gibi - “başarımı, o yıllarda bize çok ve disiplinli çalışmayı öğreten Saadet Öğretmenime borçluyum” diyor, “çok ödevin karşılığını” alıyordu.

Çocuklarımızın “bir”den “iki”ye geçtiği yaz, “asrın felaketi” denilen 17 Ağustos Depremini yaşamıştık. Şehir perişan, her yan enkazlar içinde, nüfus yarı yarıya azalmıştı; okullar bir türlü açılamıyordu; o nereden bulduysa buldu, okulun bahçesine bir “çadır sınıf” kurdurttu, tüm velileri topladı, evet tam “iki ay önce” öğretime başladı; malum şehirde sarılık ve kolera tehlikesinin kol gezdiği o günlerde “çadırı her gün ilaçlattı, ilaçlı sular içirdi öğrencilerine tek tek, velilere çocukların defterlerine notlar yazdırtarak saat başı ilaçlarını içirdi ve eğitime devam etti. Evet; tüm şehirde bir tek okul açılamamışken, o depremin ardından bile sınıfıyla dimdik ayaktaydı.

“Başarıya şartlanmış/şartlandırmış ve ulaşmış bir öğretmen” iken, öğrencileri onun şu sözlerini hatırlatıyor hep: “Önce iyi insan olacaksınız, sonra başarılı insan...” Sınıfta başarılı-başarısız, zengin çocuğu-fakir çocuğu, güzel-çirkin diye bir gün bile, bir kez bile ayırım yapmamıştı; her öğrenciye/veliye “aynı mesafede” durabilen ender öğretmenlerdendi; mezuniyet töreninde 67 öğrenciye de “eşit roller” vermişti, meslek hayatı boyunca hiçbir veliden en ufak bir hediye kabul etmemişti.

Okuttuğu bütün “çocukları”, öz oğlu “Melih kadar” onundu; velilere sık sık diyordu ki, “benim kızlarım akıllıdır, yarın doğru kocayı ve mesleği bulurlar da, erkekler biraz aldırık. Onların evlenecekleri kızları önce ben onaylayacağım, sonra aileleri...”

Dini ve siyasi görüşlerini “hiçbir öğrencisi” bilmez, bilemezdi. 2002 genel seçimlerinde bir siyasi partiye açıkça çalışmasına rağmen, öğrencilerinin “hocam, hangi partiye oy vereceksiniz?” sorularına “bunları konuşmak için erken... Büyüyünce her şeyi öğrenir, kendiniz karar verirsiniz” diye cevaplardı. Ama bir gün geçmezdi ki “Vatanımızı çok sevin çocuklarım, bayrağımızı çok sevin çocuklarım, Atatürk’ümüzü çok sevin çocuklarım” dememiş olsun. İnançlı bir vatandaş; dindar bir öğretmendi; okulun hemen önündeki caminin imamına gidip, “Avrupa’daki öğrenciler dinlerini kilisede öğreniyorlar, ben de dersi camide öğretmek istiyorum” diyerek yardım istemiş, “din dersi”ni camide uygulamalı işlemişti.

Beşiktaşlıydı ama hiçbir öğrencisi bilmezdi bunu, “etkilensinler istemez”di çünkü.

Her şeyden önce ve sonra, o bir eğitim kahramanıydı.

Hayatı, SAÜ Eğitim Fakültesi öğrencilerine “ders” olarak okutulmalıdır.

Mekânın cennet olsun Saadet Hanım.

Hepimiz sana müteşekkiriz.

Doğruları uygulamalı olarak gösterdiğin için.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.