- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
08 Kasım 2025- İstanbul15°C▼
- Ankara10°C
- İzmir15°C
- Konya11°C
- Sakarya12°C
- Şanlıurfa19°C
- Trabzon17°C
- Gaziantep12°C
HİLMİ YAVUZ'DAN: TANPINAR: 'BAKIŞIYLA ŞEHRİ ESTETİZE EDEN' BİR FLÂNEUR, BİR 'DÜŞÜNÜRGEZER'
Terry Eagleton, Türkçeye 'düşünürgezer' olarak çevirdiğimiz 'flâneur'ü, 'şehri bakışlarıyla estetize eden' bir kimlik olarak tanımlar.

Yahya Kemal'in flâneur'lüğü, şehri bir medeniyet tarihinin içinden okuyarak soylulaştırması, daha çok şifahî bir sohbet geleneğinin devamcısı olmak şeklinde tezahür eder. Maalesef, Tanpınar'la ve başka arkadaşlarıyla yaptığı gezintilerin çok azı yazıya dönüşmüştür, oysa Tanpınar, öyle değildir. Şehri, ona gözalıcı bir asalet ilavesiyle estetize eden bakışlarını, söze değil, yazıya aktarır. 'İbrahim Paşa Sarayı Meselesi'ndeki şu sözler, İstanbul'a bir flâneur olarak bakabilen birinin sözleridir: 'Çünkü bu şehri güzelleştireyim derken fakirleştirmekten, hayatı soysuzlaştırmaktan çekinirim.'
Şimdi bakınız, İstanbul'da sıradan bir ilkbahar sabahı, Tanpınar'ın söyleminde nasıl birdenbire soylu, zarif ve ince bir estetiğe dönüşüyor: 'Ben İstanbul baharının yarı hasta, havada, suda gizli ürpermeler, tereddütlerle dolu başlangıcını severim. Vapur dumanlarına kadar her şeyin hafif bir leylâk rengine büründüğü günler.[...] Sonra bir gün asıl baharla, halkın dilindeki baharla karşılaşırsınız. Yolunuzun üstündeki bodur erik ağacı bir gecenin içinde Pompei fresklerinin o meşhur Flora'sı gibi çiçek açar, büyü ve saltanat olur. Ertesi gün bir türbenin parmaklığı üzerinden bir erguvan dalı, sanki gözlerinizin önünde, ağır bir ölüm uykusundan uyanmış gibi gülümser, gerinir. Bir hamle daha, kapınızın üstündeki salkım ağacı çiçeklenir, bütün duvar ve avlu bir diyonizoz âyini gibi mor bir ışık içinde kalır. Ve İstanbul baharı vâdiden vâdiye, tepeden tepeye akislerle çoğalır.'
Tanpınar burada sanki İstanbul'un baharını değil, her gün karşılaştığımız, herhangi bir bahçe kapısının, bir duvarın, bir avlunun ya da bir türbenin bir bakışla nasıl estetize edilebildiğini göstermek ister gibidir. İlkbahar, bu estetiğin görünür ve elbette yazılır olabilmesi için bir imkân, bir vesiledir.
Tanpınar, sadece İstanbul'u değil, Kahraman Maraş'ı, Maraş Çarşısı'nı anlatırken de, Bursa'nın tepelerini anlatırken de bir flâneur'dür. Walter Benjamin flâneur'ün 'kalabalıkların insanı' olduğunu söyler, ama yolu kalabalıklarca tıkandığında da flâneur'lüğün imkânsızlığını da vurgulamadan edemez. Tanpınar'ın kalabalıkların arasında, ama kalabalıklarca henüz yolunun kesilmediği yıllarda İstanbul'u, Bursa'yı, Kahramanmaraş'ı, 'Yaşadığım Gibi'nin bu 'Üç Şehir'ini, bir büyük estetik medeniyetin lirik tahayyülünün yazıya dönüşen bakışıyla estetize edişinin elbette bir anlamı olmalıdır. Onun flâneur'lüğünün sırrı, işte tastamam bu anlamda gizlidir...
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.