- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler
05 Kasım 2025- İstanbul16°C▼
- Ankara5°C
- İzmir15°C
- Konya7°C
- Sakarya15°C
- Şanlıurfa15°C
- Trabzon15°C
- Gaziantep10°C
HUTBELERDE HANGİ ŞAİRLERE YER VERİLİYOR?
Geçtiğimiz gün Cuma namazını yine Eskişehir’in en merkezî camisi olan Reşadiye Camii’nde kıldım. Vaiz, son sözünü Yûnus Emre’nin bir beytiyle bitirdi. Bu durum ne ilk ne de son elbette. Camilerimizde Yûnus hep var.

Geçtiğimiz gün Cuma namazını yine Eskişehir’in en merkezî camisi olan Reşadiye Camii’nde kıldım. Vaiz, son sözünü Yûnus Emre’nin bir beytiyle bitirdi. Bu durum ne ilk ne de son elbette. Camilerimizde Yûnus hep var. Hem vaazlarda hem hutbelerde ondan birkaç mısra mutlaka zikrediliyor. Bununla da kalmıyor. Özellikle kandil gecelerinde söylenen ilahilerin çoğu Yûnus’un sözleri…
Yûnus, şairlerin piri olarak elbette en başta geliyor ama Eşrefoğlu’nun, Niyazi Mısri’nin ve daha pek çok mutasavvıf şairin şiirleri vaaz ve hutbeleri zenginleştiriyor, güzelleştiriyor. Zira onlar, şiirin kanatlarında sözün en tesirli olanını söylüyorlar. Böylece onların estetize ettiği bilgi zihinden gönüle iniyor.
Yûnus nasıl Türkçe’ye İslâm soluğu üflemişse, Süleyman Çelebi de o dili camiye soktu
Cami ve şiir denildiğinde Süleyman Çelebi’yi de unutmamak gerek. Hz. Peygamber sevgisiyle kaleme aldığı “Vesilet’ün-Necat”ı (Mevlid) camilerde en çok okunan metindir kuşkusuz. Nasıl ki yazıldığı Fetret devrinde toplumu Hz. Peygamber sevgisi etrafında birleştirmeyi başarmışsa, bugün de aynı fonksiyonu icra ediyor. Bakmayın siz “Mevlid bidattir” diyen anlayışlara (aslında anlayışsızlıklar mı demeliydim); o kutlu eser, asırlarca bu milletin peygamber aşkının tercümanı oldu.
Gerek Yûnus Emre ve diğer sufi şairlerinin şiirlerini, gerekse Süleyman Çelebi’nin Mevlid’ini sadece dinî duyarlıklı metinler olarak da görmemek lazım. Bunlara dil açısından da bakılmalı. Yûnus nasıl Türkçe’ye İslâm soluğu üflemişse, Süleyman Çelebi de o dili camiye soktu. Bu, ana dili Türkçe olan bir milletin bu toprakları vatan edinmesi ve başta dili olmak üzere bu vatanın her şeyine kendi inanış mührünü vurması demektir ki bu kutlu iş işte bu şairler vasıtasıyla gerçekleşmiştir.
Camideki başka bir önemli şairimiz ise Mehmed Akif Ersoy oldu. Hatta o Mütareke yıllarında İstanbul camilerinde, daha sonraki yıllarda ise Balıkesir, Kastamonu, Ankara gibi Anadolu şehirlerinin merkez camilerinde bizzat kürsüye çıkarak vaazlar verdi. Şiirlerinden örnekler okudu. Vefatından bu yana ise yine vaiz ve hatiplerimiz konuşmaları sırasında ona mutlaka atıfta bulunup şiirlerinden örnekler okumaktalar.
Bu şairler camiye nasıl girdiler? Cevabı oldukça kolay elbette… Çünkü onların “cami”de sembolize edilen değerlerle ve cami cemaatiyle yani halkla bir problemleri yoktu. O yüzden onların camiye girmesi ve camidekilerin onların sözlerini benimsemesi hiç de zor olmadı. Böylece iman, şiirle estetik bir duyguya dönüştü. Mana, sözü; söz, mekanı aydınlattı.
Bilmek ilk adım, içselleştirmek ise asıl adım
Bugüne kadar gittiğim camilerde adlarına ve şiirlerine rastladığım en önemli üç şairimiz bunlar. Ama liste bunlarla sınırlı değil. Başta da söylediğim gibi başka sufi şairlerin şiirlerine de zaman zaman rastlanmakta… Yine zaman zaman onlarınki kadar çok olmasa bile şiirlerinden örnekler dinlediğim yakın döneme ait başka şairler de var. Tanık olduğum isimler ise Necip Fazıl, Arif Nihat Asya ve Sezai Karakoç... Hatta Arif Nihat Asya’nın “Dua” şiiri camilerin vazgeçilmezi olan bir şiir.
Bu durum, gerek dinî gerekse edebiyat hayatımız açısından bana göre son derece önem taşıyor. Özelikle son zamanlarda camilerde -Diyanet İşleri’ndeki ciddi değişikliklerin de bir sonucu olarak- daha nitelikli görevliler hizmet vermeye başladılar. Bunlar arasında edebiyatın, şiirin önemine, gücüne inanan epey vaiz ve hatip var. Doğrusu da buydu zaten. Hiçbir dinî kural ve ilke sadece fıkhî boyuttaki kitabî bilgilerle insan zihninde, gönlünde ve hayatında yer alamaz.
Öğretilen şeylere inanmak için bilmenin ilk adım, içselleştirmenin ise asıl adım olduğunu unutmamak gerek. İşte bu noktada şiirin ve musikinin gücü tartışılamaz. Tekkeler, bu iki vasıtaya olumlu baktıkları için onların imkânlarından yararlandılar. Her biri birer güzel sanatlar akademisi gibi görev yaptı. Bu bakımdan şiirin camilerde olması bilgilerimizin bilinç düzeyine çıkması noktasında önemli görünüyor.
Günümüz şiirinden camiye girebilecek olanlar var mı?
Bu durumun vaaz ve hutbelerin diline de yansıması, yani dinî bilgilerin ansiklopedik malumat kuruluğundan çıkarılıp edebiyatın sıcak ifade biçimiyle sunulması sonucunu getirmesini umuyoruz. Cami şairlerimizden Mehmed Akif, “Bence iki şey mukaddestir” dedikten sonra bu iki şeyin “dil ve din” olduğunu söylüyor. Evet, esas olan din şüphesiz ama dil olmadan dini nasıl ifade edebiliriz, nasıl anlayabiliriz ki…
Bir de “İslamilik” iddiasındaki günümüz şiirine bakalım. Şöyle diyebilir miyiz ki acaba: “Bu şiirlerden de camiye girebilecek olanlar var.” Bunu söyleyebilmek mümkün mü, hep beraber düşünelim. Ama önce radikal söylemlerin etkisiyle uzaklaştığımız camilerimizle yeniden buluşalım. Başını mahallesindeki camide secdeye koyan bir şaire Cenab-ı Hak, dileriz ki camilerde okunacak şiirler yazmayı da nasip edecektir.
Mustafa Özçelik, dunyabizim.com
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.