- Hakkımızda
- TYB Ödülleri
- Genç Yazarlar Kurultayı
- Kitaplık
- Ahlâk Şûrası
- Yazar Okulu
- Mehmet Âkif Ersoy
- Türkçe Şûrası
- Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi
- Yayınlar
- Söyleşi
- Şube Haberleri
- Salgın Edebiyatı
- Haberler
- Şiir Şölenleri
- Mesnevi Okumaları
- Kültür & Sanat Haberleri
- Kültür Kervanı
- Kırklar Meclisi
- Duyurular
- Biyografiler

- İstanbul15°C▼
- Ankara15°C
- İzmir16°C
- Konya13°C
- Sakarya14°C
- Şanlıurfa20°C
- Trabzon15°C
- Gaziantep19°C
İHSAN YALÇINKAYA: ARZUHÂLCİLER

09 Ekim 2025 Perşembe 16:09
Dağ başında, çeşme başında, ocak başında… Anadolu’nun dört bir yanında türküler söylenir. Dili tutuklar söyleyemediğini, söylemeye utandığını türküye döker. Yüreği yaralılar derdini suya fısıldar, rüzgâra bırakır, toprağa anlatır, “Kâtip arzuhâlim yaz yâre böyle.” diyerek bir de arzuhalciye...
Hâlini arz etmek isteyenler arzuhâlcilerin kapısını çalar. Arzuhâlciler okuma yazma bilmeyenlerin ahvalini yazar; adliye binalarının yakınlarında, şehir meydanlarında, cami avlularında, kahvehane önlerinde, duvar diplerinde çalışırlar.
Arzuhâlciler yazmadan önce dinler, anlar, tartar; ardından tarif eder, yol gösterirler. Onlar sadece yazının değil insanın da tercümanıdır. Yazdıkları, bir kâğıttan ziyade vicdanın sesidir. Her harfe bir çile, her cümleye bir ömür sığdırırlar. Arzuhâlciler makama gidecek yazıların isimsiz muharriri, adalet arayışının kalem erbabıdırlar.
Arzuhâlcilerin huzuruna; ağlayan, mahcup, tebessüm eden her gün onlarca insan gelir. Arzuhâlcilerin dizlerinin dibine otururlar. Arzuhâlciler ellerin titremesinden, gözlerin kaçışından, sesin çatallaşmasından duyguları anlar. Yazı arzuhâlcilerin kaleminde bazen sevince, bazen ağıda, bazen de vedaya dönüşür.
Arzuhâlciler insanların dilinden kelamları toplar, onların arzu ettiği hikâyeyi oluştururlar. Yazgıyı çatır çatır yutan daktilonun derin diliyle ve itinayla hâli yazarlar. Yazan da yazdıran da sırdaştır. Daktilonun tuşuna dokundukça kelimeler kâğıda birer birer düşer. Her düşüşte bir iç çekiş duyulur. Tuşlardan çıkan ses, adalet arayanların kalp atışına karışır. Daktilo bir haykırıştır. Borçlu, alacaklı, icralık, tapu davalısı, askerlikten muaf… Hepsi de aynı umut, aynı temenniyle arzuhâlcilerden çare bekler.
Yârden ayrılıp bağrı delinenlerin, aşkını sırtına vurup gelenlerin, kırılmış hayatların, yıkılmış yuvaların, unutulmuş hakların çığlığını dile getirir arzuhâlciler. Ayrılma dilekçesi vermiş kadının suskunluğu, işten atılmış adamın öfkesi, anaların evlat feryadı, mazlumun adalet duası; derdi topukta, dizde olanların ekmek talebi o masanın üstünde can bulur.
Bir dilek, bir şikâyet mektubu arzuhâlcilerin kaleminden çıkarken sadece kâğıda değil, zamana da yazılır. Arzuhâlciye derdini kimi sözle ifade eder, kimi derdini dizelere dökerek anlatır… “Seven bir kulun de satır başına / Gülmedim hayatta ben arzuhâlci / Düştüm bir vefasız yârin eline / Mutluluk görmedim ben arzuhâlci…”
Arzuhâlcilerin mekânları bir iş yeri olmaktan ziyade dertlerin de paylaşıldığı ortamlardır. Onların yanlarına gelenler “Ne kaybettim bilmiyorum.”, “Kendimi unuttum, bana beni buldur.” der. “Gönül vurgunu yedim!” diye feryat edenler olur. Arzuhâlciler her birine ayrı bir öğüt, her birine ayrı bir sabır tavsiye eder. Sanat ruhlu arzuhâlciler suallere ozanların dörtlükleriyle cevap verir: “… Avcı yaralamış gönül kuşunu / Gel ayıkla bu pirincin taşını / Çürüse de dökülse de dişini / Sıkacaksın çaresi yok Fadime…”
Arzuhâlciler bir lügatle, bir bakışla, bazen de sadece susarak umuda ortak olur. Bazıları arzuhâlcilerin yanından gülümseyerek ayrılırken duydukları, kaldırabileceklerinden daha fazla olanlar başını öne eğip uzaklaşır; bazılarının ise içinde taşıdığı acı hiç hafiflemez. Ara sıra “Berhudar ol arzuhâlci.” diyenler de olur.
Arzuhâlcilerin etrafında toplananlar “Saadet kapısı hep başkalarına mı açık?”, “Dünya ile aramda koca bir hüzün var!”, “Yaşımın tekrar sayılmasını istiyorum!” diyerek serzenişte bulunur. Kimi kederliler arzuhalcilere “Derdimi taşlara mı yazarsın, deryaya mı yazarsın, yele mi yazarsın; nereye yazarsan yaz.” deyip onlardan deva umar. Arkasından rubailer sıralanır: “Yatamam sızlıyor solum / Yerinden kalkmıyor kolum / Çıkmaza girecek yolum / Ama bugün ama yarın” (…)
Arzuhâlcinin kıygın olanları kurtarmak için çaba harcadığı masanın üstünde divit, dolma kalem, mürekkep hokkası, mürur tezkeresi bulunur. Titizlikle yerleştirilmiş kâğıt tomarlarının yanı başında bir de mühür vardır. Gün geçtikçe mühür sessizliğe bürünür. Kırmızı ıstampaya batırılan yuvarlak mühür bütün eşyaların arasında belki de en suskunudur. O suskunlukta bir hüküm saklıdır. Mührün kâğıda her basılışında bir hayat yön değiştirir. Umut kapısı ya aralanır ya da temelli kapanır.
Arzuhâlcilerin gözünde devlet yüce bir kapıdır. “Sayın Yetkili” diye başlar çoğu hitap. Başladıkları yazıda edep hep korunur. Bu itaat dili kişilerin haksızlığa karşı sesini kısmaz. Arzuhâlciler ustaca kullandıkları mecazlarla, kinayelerle, sözcüklerin altına gizledikleri hakikatlerle insanların hakkını aramayı bilir.
Hakikati arayanlara kılavuzluk eden arzuhâlcilerin masasının altında kalın, yıpranmış, köşeleri kıvrılmış klasörler bulunur. Arzuhâlcilerin yanındaki küçük sehpada çayı gün boyu tazelenen ince belli çay bardağı durur. Çayın buharı sabahın ilk ışıklarıyla arzuhâlcilerin yüzüne çarpar; bir dua, bir hasret, bir murat misali usulca göğe yükselir. İçilen sadece çay değil, her yudum bir beklentinin tortusudur. Dudak payı değil, hayat payı vardır o bardakta.
Günler bir gölge gibi geçer, daktilo bozulur, yerini dolma kalem alır. Dilekçeler dolma kalemle daha içli, daha özenle yazılır; yürekten kâğıda bir seremoni olur. Arzuhâlciler başkalarının kelimeleriyle yüklü birer kitaba döner. Kapağı kapalı, sayfaları yorgun, içi binlerce insanın haykırışıyla dolu birer kitap. Her hece bir yara izi kadar derindir, her söz bir yürekten sökülüp gelir, her nokta bir hayalin sonudur belki de.
Sabahın erken saatlerinde arzuhâlcilerin kepenkleri her gün yeniden aralanır, masalar her gün yeniden kurulur. Bir taşra vilayetinde, bir kasaba adliyesi önünde, bir hanın serin taş avlusunda mürekkep kokusuyla nice memleket hikâyeleri yazılır. Bunlardan biri de uzun süre oğlundan haber alamayan bir ninenin hikâyesidir.
Yaşlıca bir ninenin oğlu askere gider, ardından cepheye gönderilir. Epeydir ninenin oğlundan haber gelmez. Gelen mektuplar başka annelere, babalaradır. Nine gelen her mektupta, bir mektup alana, bir de postacıya bakar. Kötü haber gelir diye korkudan oğlu için mektup yazdıramaz. Bir gün cesaretini toplar, adliyenin karşısındaki çınarın gölgesine kurulmuş eski bir masanın başındaki arzuhâlciye gider. Elleri titreyerek arzuhâlcinin sandalyesinden tutunur ve arzuhâlciye: “Yusuf’um askerde. Gayrı dayanacak hâlim kalmadı. Yavruma bir mektup yaz, içine de kokumu kat.” der. Arzuhâlci başını sallar, hırkasını giyer, ince kenarlı gözlüğünü ve fötr şapkasını takar; nine anlatır, o yazar. Arzuhâlci, yazdığı satırlara kendi yüreğini de katar. Nine: “Onu çok özlediğimi yaz. Ne yer, ne içer, yaz. Şimdi ne yapar, yaz…” diyedursun ninenin kalbinden hicranla çıkan duygular daktilonun tuşundan kâğıda âdeta damlar. Arzuhâlci mektubu bitirirken nine: “Sen dönene kadar çocukken saklandığın dut ağacının arkasındaki taşın üzerine oturup her gün senin yolunu gözleyeceğim, diye de yaz.” der. Nine mektubu yazdırdıktan sonra kuşağının arasından çıkardığı delikli parayı arzuhâlciye uzatır ve “Mektubumu postaya sen ver.” deyip oradan uzaklaşır. Mektubu zarfa koymaya eli varmayan arzuhâlci gizlice gözyaşlarını siler. O an cümleler kifayetsiz kalır. Çünkü mektubu yollayacak bir yer yoktur. Ninenin oğlu Yusuf iki yıl önce şehit düşmüştür. Yusuf’un şehit düştüğünü tertiplerinden gelen mektuplardan öğrenen arzuhâlci, masasının çekmecesinde tuttuğu mektubu her gün çıkarıp okur ve okurken de “Kimi mektuplar adrese değil kalbe yazılır, suskunlukla okunur.” der kendi kendine.
Eskiden her semtte kalplere yazı yazan bir arzuhâlci vardı. Onlar ne cüppeli ne de yelekliydiler. Mahalleden adliyeye, köylerden şehirlere uzanan yolculukta satır aralarına nice anılar sığdıran, bizim yerimize konuşan belki de son insandı onlar. Arzuhâlci sandalyesinin her kıymığında bir havadis, her çatlağında bir bekleyiş saklıydı. Arzuhâlcilerin oturdukları kırık dökük sandalyeler devrin diz çöktürdüğü ancak deviremediği birer sabır heykeliydi fakat artık gıcırdamıyor o sandalyeler. Günümüzde pek çok geleneksel meslek gibi arzuhâlcilik de çağın ruhuna yenildi. Tabelalar soldu, harfler silindi, mürekkepler kurudu, masalar kaldırıldı, daktilolar sustu; dilekler eksik, temenniler yarım, taraklı kâğıtlar yetim kaldı.
Arzuhâlciler gideli birbirimize tercüman olamaz hâle geldik. Dertleşmek zorlaştı. Bugün herkes kendi yangınıyla meşgul. Herkesin yorgunluğu birbirine benziyor. O daktilo tıkırtısıyla alınan nefes, o dolma kalemle akan gözyaşı, o mühre üflenen nefes, yazının altına vurulan ses tükendi. Hazır metin örnekleri, saydam camdan indirilen formlar, otomatik yazı düzeltmeleri ile arzuhâlcilik mesleği, dijital dünyanın gölgesinde sessiz vedasıyla kayboldu.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2012 Türkiye Yazarlar Birliği
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.