M. Çetin BAYDAR
Fars kültüründen beslenip, günümüze akseden, iyisiyle kötüsüyle sayısız açılım var. “İyilik başlığı altına neler giriyor?” diye sorulunca nâçizane “İran Sineması” diyorum.
31 Ekim Gecesini 21.00’den 24 00’e kadar bir sinema salonunda İranlı yönetmen Mecidi’nin Allah’ın Elçisi Muhammed filmini seyrettim.
Bu her yönüyle hacimli filmin, eleştirilecek tarafları elbette ki olacaktı, ama övgü alacak yönleri bunlardan kat kat fazla idi
Seyredene parmak ısırtan Hollywood filmlerinden aşağı kalmayan bu yapımı “İslam dünyası sanat eseri olarak” içimden alkışladım.
Hele muhteva!
Kuş sütü eksik sofraya oturan nasıl bu sofradan doymuş şekilde kalkarsa, filmin bittiğini anlatan salon ışıkları yandığında, kendimi zihni bir ziyafetin sofrasından kalkmış hissettim.
Filleriyle Kabe’yi yıkmaya gelen Ebrehe’nin, ihtişamı da inkırazı da, kare kare resimlenmiş. Müfessirler kelime kelime ayet-i kerimeleri nasıl anlatırsa, Mecidi denen bu filim ustası da sinema sanatını adeta yeni bir tefsir metodu olarak İslam düşüncesine sunuyor.
İslam’ı anlatan filmlerin en tanınanı olan “Çağrı” ile “Allah’ın Elçisi Muhammed” filminin mukayese edenler, seyrettikleri filmin Hz.Peygamberin atalarından başlayıp çocukluk dönemine kadar olan süreci anlattığını hatırlamalılar.
Bizler “iyi adamın kahramanlıkları anlatılsın, kötü karakter karalansın” yöntemine alıştırılmış bir seyirci kitlesiyiz.
Usta yönetmen bunu yapmıyor kötü karakterleri de bütün iç alemleri ile perdeye yansıtıyor.
Bu bağlamda Ebu Leheb’i canlandıran film kahramanının üzerinde çalışan kameraları “Gösterme şu kafiri” isyanıyla kapattırmak kimsenin aklına gelmiyor.
İnsan hayatları da şehadet âleminin bir parçasıdır.
Onları da bileceğiz.
“Zira, bilenle bilmeyen bir olur mu?” ilahi hükmünün muhatabı bizler değil miyiz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.